Yeniden Kürt Sorunu ve ölüm oruçları / Hüseyin Atabaş
Kürt sorununun cezaevlerinde süren açlık grevleri gibi, işin temel nedenleriyle ilgisi olmayan bahaneler gösterilerek çözülmesi olanaklı değildir.
“Yeniden Kürt sorunu” demem, Kürt sorununun yeniden gündeme geliyor olması demek değil, bu sorunun yeniden üzerinde düşünmek anlamındadır. Çünkü Kürt sorunu bu ülkenin yüzyıllar öncesinden süregelen bir çıkmazıdır. Ancak feodal Osmanlı yönetimi, özellikle toprağın kullanımı-işletilmesi bakımından, Kürtlerin çoğunlukta olduğu Doğu-Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ağaların, şeylerin, aşiret reislerinin işine geldiği için sessiz sedasız yürüyordu… Bugün Kürt sorunu denilen şey temelde Cumhuriyetin kurulmasına karşın, o günden bugüne, demokrasinin yerleşememesi, demokrasi kültürünün oluşamamasından kaynaklanmaktadır. Kaldı ki, temel hak ve özgürlükler sorunu bu ülkede sadece Kürtlerin yoksun olduğu, Türkiye Cumhuriyetimizin sınırları içinde yaşayan sadece bir bölüm yurttaşımızı ilgilendiren bir sorun da değildir. Kırk elli yıl önce yeniden güncellik kazanan Kürt sorunu ise, yıllarca varlıkları yadsınan Kürtlerin temel hak ve özgürlüklerini dillendirmeye başlamaları ile ortaya çıkan bir sorundur. Burada ayraç içinde söylemeliyim ki, ancak Kürtler bu anlamda hâlâ örgütlü değildirler. Çünkü farklı grupların, farklı feodal ağaların ve mirlerin (bey) bu anlamdaki çıkarları çatışmaktadır; bu da Kürtlerin sağlıklı örgütlenmesini engellemektedir. Öte yandan Cumhuriyet yöneticileri de yıllarca bu olaya ciddi bir tanı koyamamış/koymamış ve Kürtleri görmezden gelmişlerdir. “Eğer Kürtler var dersek yarın öbür gün bizden ayrılmak isterler, en iyisi mi yokturlar diyelim” diyen devlet anlayışı, Kürtlerin varlıklarını yadsıdıkları için oluşmuştur. Kürtlerin haklarını yeterince kullanamadığını düşünen birileri de çıkıp bu hakları almak savıyla terör eylemlerine girişmişler ve bu süreçte binlerce (kırk bin kadar) insan ölmüştür. Terör eylemleri hâlâ sürüyor ama bu silahlı girişimin Kürtlerin hakları ile yakından ıraktan bir ilgisi olduğu/kaldığı kanısında değilim. Öte yandan bu anlamdaki kalkışmalar sanıldığı gibi, bu boyutta olmamakla birlikte, örneğin benim anımsadığım 1950’li yıllarda, bugünkü Irak Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) Başkanı Mesut Barzani’nin babası Molla Mustafa Barzani (Barzan aşiretinin başkanı Mela Mistefa Barzanî 1903-79) tarafından sürdürülüyordu. O zamanki asıl eylemler Irak ve İran’da olmakla birlikte, zaman zaman Türkiye’de de şaki (eşkıya) Mustafa Barzanî adını duyuyorduk. Onun bu doğrultudaki ilk eylemi, 1931 yılında, ağabeyi Şeyh Ahmet’in başlattığı ayaklanmaya katılmasıyla olmuştu. Cumhuriyet döneminde bu anlamda başka kalkışmalar da vardır… Bugünkü terör örgütü PKK ise kendi çıkarları doğrultusunda etkili ama Kürt sorununun çözümü bakımından sıradan bir örgüttür ve Kürt sorununun çözümünde, öyle savlasa da, artık etkili bir taraf değildir. PKK, yürüttüğü başka işler nedeniyle, Kürt sorununun çözümü ile ilgisi kalmayan askeri bir sorundur. Kürt sorunu ise askeri bir sorun değil, siyasi bir sorundur. Bu nedenle devletin PKK’yi muhatap almaması gerekir. Ama öte yandan, Kürt sorununun çözümüne katkıda bulunacak ciddi bir grup da ortalarda yoktur ne yazık k. Kürtler bu anlamda birlik içinde ve dediğim gibi, örgütlü değillerdir. Henüz temsilcilerini seçebilmiş, asıl önemlisi temelde ne istediklerini bile derli toplu ortaya koyabilmiş değillerdir. O yüzden de ülkenin üstünde karabasan bulutları dolaşıp duruyor. Sonuç olarak şunları söyleyelim: Kürt sorununun cezaevlerinde süren açlık grevleri gibi, işin temel nedenleriyle ilgisi olmayan bahaneler gösterilerek çözülmesi olanaklı değildir. Hadi Kürtçe eğitim hakkı istemenin sorununun çözümü ile ilgili olduğunu düşünelim. Ama idamdan kurtulan Öcalan’ın “tecrit”inin kaldırılması, anadille (Kürtçe) savunma yapılmasının bu sorunun çözümüne hizmet edeceğini sanmıyorum. Hapishanelerde ölümle yaşam arasındaki kritik bir eşikte olanlar var; onların ölmesini istemiyoruz. Zavallı Kürt halkı bunlarla oyalanırken birileri bu olaydan kişisel olarak ne çıkar sağlarım diye ellerini ovuşturuyor sanırım, çok yazık. Hüseyin Atabaş Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR