Politik bilimciler, toplum bilimciler, gözlemciler, uzmanlar ne derler bilemem ama, bana göre Türkiye, son on iki yıldır büyük bir köylü isyanı yaşıyor.

Bu isyan, bize özgü bir isyan. Göçebeliğin yağmacı kültüründen kaynaklanan, görece yerleşikliğin Müslümanlık aşısı ile şaşkınlaştırılmışlığından etkilenen, çok uluslu bir yapının en hor görülmüş olan kesimine, kirli bir savaşla da koyulaşarak dayanan bir isyan. Konu, bu kadar basit değil, açacağım.

Hep denir ya, Malazgirt diye, 1071’den çok önceleri başlıyor Türk boylarının (kabilelerinin) yaşam mücadelesi bağlamında göçleri ve Anadolu’ya gelişleri.

Savaşmayı biliyorlar, savaşıp, yerleşik olanların zenginliğine el koyarak varlıklarını korumayı hedefliyorlar.

Savaşmak, ‘iyi komutan’a sahip olmakla eşanlamlı. ‘İyi Komutan’, geçtikleri yerlerde yaşayanları yenen, kendi boyuna en yüksek ganimeti sağlayan komutan. Bir komutan, eğer ‘iyi’ değilse, yani yeterli ganimet sağlayamıyorsa, değiştiriliyor. Gayet ‘demokratik’ bir biçimde.

Seçimle!

Kötü komutanın oğlu komutan olmuyor yani. Başka biri komutan atanıyor. İyi savaşsın, boyunu iyi savaştırsın ve iyi ganimet elde edebilsin. Bu durum, Osmanlı’dan -Osmanlı Beyliği’nin Anadolu Birliği’ni kurması- sonra da devam ediyor. Her bahar, sefere çıkılıyor. Gelir kaynağı bu.

Osmanlı Padişahı, ordunun komutanı, iyi komutansa, yüksek ganimet sağlayarak askerlerini memnun ediyor. Ya da tersi. Nereye kadar?

Dikkatli bakılırsa, Kanuni Sultan Süleyman’a kadar.

Bundan sonra, tabii ki bir dizi başka nedenlerden de dolayı, Osmanlı’nın ganimet sağlama süreci duruyor, durduruluyor. Bakınız borçlanma. Borçlanma, ganimet sağlanamadığı için başlıyor. Kuşkusuz, dış borçlanmadan önce, içeriye, vergilere yöneliniyor ve içerden borçlanılıyor. Vergiler artırılıyor. Kimin vergisi? O zaman gelir sağlayan bir iş yapan tek bir kesim var imtiyazlı tüccarlar dışında, köylülük; köylülerin vergisi artırılıyor.

Köylü sömürüsü böylece başlıyor, Cumhuriyet’le birlikte daha da artıyor. Kırsal kesimde yaşayanların eğitim düzeylerinin yükseltilmesi çalışmaları da başladığından çok kısa bir süre sonra, bilinçle durduruluyor, milliyetçi-muhafazakar iktidarlar –ki neredeyse bu siyasal yaklaşım kesintisiz iktidar- eliyle de bilerek, isteyerek köylülük eğitimsiz bırakılıyor. Dini istismar ederek -köylülüğün ezilmişliğini kullanarak- iktidar olmanın başdöndürücü kolaylığı, sağcı partilerin aralıksız iktidarına yol açıyor.

Köylüler, sömürüldüklerinin farkındalar, ancak bu farkındalık, içinde bulundukları düşünce ve duygu ortamına göre anlam kazanıyor: ‘Durumumuz kötü, çünkü dinden uzaklaştık.’

Dini duyguları istismar ederek iktidara gelenler, bildiğiniz sağcı partiler, tabii ki sömürüyü daha da derinleştiriyorlar. Cumhuriyet, köylü sömürüsüyle ekonomik varlığını sürdürebiliyor.

Koşullar, sağcı iktidarların uluslararası sermaye ile yoğunlaşan işbirliği yüzünden gittikçe ağırlaşıyor. Buna bir de ‘Kirli Savaş’ı ekleyin, köylünün ayaklanması için koşullar olgunlaşıyor. Dikkat: Bizde devlete isyan olmaz. Devlet, geleneksel olarak, neredeyse genlere işlemiş bir biçimde, varlığın-ganimetin sürekliliğinin- simgesi. Devletin başındaki, yağmanın örgütleyicisi. Dışarıyı, başka ülkeleri yağmalayamıyor musun, içeriyi yağmalarsın: İstanbul’un fethi 1453, işgali 1953, Demirtaş Ceyhun’a göre. Ne demek bu?

İlk imar affı 1953’te çıktı da ondan. İmar affı ne ola? İmar affı, hazineye ait -yani hepimizin mülkü olan- arazilerin yağmaya, oy verecek kitlelere açılması oluyor. Sağcı partilerin gizlice ‘gelin burayı işgal edin, ev yapın, sonra 28 katlı otele çevirirsiniz’ dedikleri hazine arazilerine gecekondu yapılmaya başlanması anlamına geliyor. Dünyanın başka hiçbir ülkesinde böyle bir yağma yok. Birisi var derse ve kanıtlarsa, buradan özür dilemeye hazırım.

Dünyanın başka hiçbir ülkesinde etrafını çevirdiğiniz bir hazine arazisine önce ev, sonra apartman ya da otel kuramazsınız, kurdurmazlar, aklınıza böyle bir şeyin gelmesine izin bile vermezler. Ağzı bir biçim almış bir takım adamlar durmadan başka ülkeleri kötülemek amacıyla örnek verirken muz cumhuriyeti falan derler ya, oralarda, o muz cumhuriyetlerinde kimse istediği yere ev yapamaz.

Bu yağma da yetmiyor, komşunun yeraltı kaynaklarına sulanıldığı için de kışkırtılan ‘kirli savaş’, köylülüğün başına başka tür bir bela oluyor.

Çok duyulmuştur, ‘Bir oğlum şehit oldu, diğer çocuklarım da vatana feda olsun’ türünden ifadeler. Bu ifadeler, acının içselleştirilmesi amacıyla söylenen çok çaresiz sözler. Savaşın kirliliği giderek anlaşılmaya başlanıyor, köylü isyanını içten içe körüklüyor. Köylüler, ‘feda olsun’ sözünü giderek daha seyrek kullanıyorlar.

Bunlara bir de geçen binyılın sonundaki Türk büyüklerinin yönetim kepazeliklerini eklerseniz, gerici karşıdevrimin önünde hiçbir engelin kalmadığı koşullara ulaşırsınız.

Köylü isyanı, gerici karşıdevrim yani, on iki yıldır -ve bugüne kadar azarak- sürüyor. Köylü İsyanı’nı, paletle, kamyonla taşınacak kadar çok para kazanmak için istismar ediyorlar. Köylüleri de sömürmeye devam bu arada tabii: Hadi inin madenlere (siz mezarlara anlayın) inmezseniz para yok!’

‘Benim insanımın ayarlarıyla oynatmam!’ Yani, ‘Köylümün kafasını karıştırmanıza izin vermem.’

Verme. Verme bakalım nereye kadar. Hiçbir köylü isyanı sonsuza kadar sürmemiş. Bir gün bitecek. Bilinçle eğitimsiz bıraktığın insanlar günün birinde senin de ülke ve dünya çapında sömürünün sefil bir parçası olduğunu anlayacaklar. Hani denir ya, yatacak yeri yok, senin kaçacak yerin de olmayacak.

Köylü isyanlarıyla oyun olmaz!

Köylü bu, bugün böyle, yarın başka türlü davranıverir. Muhalefet, ister sadece yetersizliğinden, ister yüce yerlerden mesaj alınamadığından isterse de tüm sistemi çökertmemek endişesiyle, görevini yerine getirmiyor. Sosyal demokrat olma iddiasındaki CHP, bir türlü böyle bir parti olamıyor, sosyal demokratlığın gereklerini yerine getiremiyor. Milliyetçi partiler, milliyetçiliklerinin de gereği olarak politikalarını mümkün olduğu kadar kuralsızlığa yaslamakta sakınca görmüyorlar.

Karamsar bir tablo, değil mi?

Değil. İleri teknolojiyle haşır neşir olan çalışan kesimlerden başlayarak, özgürlüklere dayalı yeni arayışlar kendini gerek çok büyük ve etkili kitlesel gösteriler ve direnişlerle, gerekse de teorik, kültürel, sanatsal çalışmalarla gösteriyor. Aşağılanmışlıklardan, giderek aşağılık kompleksine dönüşmüş hastalıklardan da etkilenen köylü isyanının sonsuza dek devamı, öncelikle ekonomik koşulların buna olanak vermeyeceğinden dolayı, mümkün değil.

Devlete, devleti yönetenlere bir türlü yönelmeyen köylü isyanı, içinde bulunduğu kısır döngünün bir yerde, bir aşamada farkına mutlaka varacak ve bu asalakların kuyruğuna takılmaktan vazgeçecek. Temenni edilmez ama, bunun için ekonomik kriz gerekiyorsa illa ki, gelecek, başka tür bir büyük altüstlük zorunluysa, o da gerçekleşecek, tıpkı gezegenin tümünde olacağı gibi. Gerici karşıdevrimin bu en önemli unsuruna, gericileştirilmiş köylülüğe cepheden değil, yanlardan müdahele etmek gerekli gibi, Gezi Olayı’nda görüldüğü haliyle.

Sonuçta, önemli olan, köylülerin -onlar kendilerini şehirli sansalar da- kafasının bozuk olması. Bu öfkeyi, bir önceki düzenin tüm unsurlarına, değerlerine, simgelerine karşı; yalancı hırsız katillere destek vererek ortaya koyması ve büyük destek verdiği gerici karşıdevrimciler tarafından kıyasıya sömürülmesi, bastırılması, savaştırılması, gene de, bizlerin eksikliği olarak görülmeli; çünkü geleneksel Türk ve Kürt emekçi sınıflarından söz ediyoruz. Dilimizde tüy bitinceye kadar anlatmaya devam etmeli, 70 yıllık eğitimsizliğin yarattığı eksiklikleri gidermeye çalışmalıyız kanımca.

Başka çaresi olan varsa da, saygı ve sabırla dinlemek görev.

Selim Yalçıner

(Yeni Harman, Haziran 2014)

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)