Son Dakika



Haydar Ali Albayrak’ın Türk Sinemasında Yol Ayrımı kitabını tanıtmaktır amacım. Bizim “Güneş-Dil” kitabımızın internette kapağına bakıp, Atatürk’ün dil, tarih tezine yüklenen, bizim çalışmayı önyargılarının enstrümanı olarak kullanan bir yazar arkadaşa: “Kitabı hiç okumadan, dekor yapmışsınız” diye serzenişte bulunduğumda, o da demiş idi ki: “Yok, okudum. Ama satır satır okumadım.”

Ben de Haydar Ali’nin kitabını satır satır okumadım. Bazı paragrafları atladım, kimi yerleri hızlı okudum, ancak belli bölümleri dikkatli okudum. Sorun bakalım, niye satır satır okumadım?

Türk sinemasıyla geçinmeye gönlüm yok da ondan. H.A Albayrak, kitabında elli kadar filmi ince ince değerlendirmiş, bir o kadarından da epeyce bahsetmiş. (Tam saymadım açıkçası, kabaca böyle.) Ama bunlardan yeni olanların çoğunu izlememişim, eskilerin de çoğunu bayağı unutmuşum. Söz konusu filmler için yapılmış değerlendirmelerin tam anlamıyla hakkını vermek ve sağlıklı tartmak, bu yüzden zaten olanaksızdı.

Fakat anlayabildiğim ve bir yerlere oturtabildiğim kadarıyla bu kitap başarılı bir çalışma. Haydar Ali Albayrak, işini seven, ciddiye alan, araştıran ve kafası güçlü, genç bir yazar. Buna hem üslubundan, tarzından, ifade ediş düzeyinden hükmettim. Hem de.. “Hem de”si yok, birçok görüşü benimkiyle çakıştığından ya da benzeştiğinden kitap bana yakın geldi.

Çok genel bir saptama anlamında bir örnek verirsek... Albayrak Türk sinemasını 80 öncesi ve sonrası dönem olarak iki farklı boyutta görüyor. 80 öncesi Türk sineması birçok berbat film çekilmesine, seks filmleri furyasına ve sair saçmalıklarına karşın görece naif, masum, daha insani ve daha muhalif, daha sol idi. 80’den sonra ise yine birçok iyi film çıkmasına karşın, anasının gözü, düzenin aklayıcısı, reklamcı, paracı hale geldi. Edebiyatta nasıl 12 Eylül edebiyatı çıkmışsa, sinemada da 12 Eylül sineması ortaya çıktı. Sonrasında piyasaya sürülen tüm filmler, politik olsun olmasınlar, 12 Eylül sonrası iklimin izlerini taşımakta. Bunlar benim cümlelerim, benim anladıklarım. Yanlışım varsa, yazar düzeltsin.

Bu saptamasından sonra gayet güzel bir şey ki, şunu yapmıyor Albayrak: 12 Eylül’le sinema bitmiştir, ondan sonrası için değerlendirme de gereksizdir, demiyor. Öncesi için ne kadar titizse, sonrası için de aynı titizlikle incelemeyi sürdürüyor. 12 Eylül sonrası birçok iyi filmi, yönetimi, oyunculuğu gösterebiliyor. Eee, ne olmuş, bu gayet normal diyenleriniz çıkacaktır. Öyle yapmayanlar da var; o bitmiş, şu sona ermiştir deyip, yan gelip yatarak, sadece geneli karalayarak popülerleşenler de az değil hani! Anlayacağınız, gayet “olağan” tutumlar mumla aranır hale geldi. Bulunca da seviniyoruz.

Kitaba dalmadan önce konuyu tekrar şahsileştireyim. Neden Türk sinemasıyla geçinmeye gönlüm yok? Bulunduğumuz ülke ve ortamlardan ötürü, zorunluluk gereği bine yakın Türk filmi izlemişimdir yaşamımda. Beğendiğim film sayısı 40’ı geçmez. Onların da dörtte üçü komedi filmleridir. Şahsi kanım, ki kimseyi ikna etme derdinde değilim: Ciddi filmlerde belli bir düzeyin üstüne çıkmada ulusal bir yeteneksizlik içindeyiz. Üstelik ne kadar “derin”, ne kadar” sanat” filmi çekmeye çalışırsa yönetmenlerimiz, çıkan sonuç o derece çekilmez hale gelmektedir. Türk filmi izlemek benim için bir eziyettir.

Bu niye böyle? Yine şahsi kanım şöyle özetlenebilir: Bizim genel olarak sanatımız, edebiyatımız da Batı’dan geri. Ama bireysel dallarda bu gerilik o kadar sırıtmıyor. Bir roman nihayetinde tek kişinin ürünüdür. O tek kişi akıllı, yetenekli ve çalışkansa bir şekilde iyi eser çıkarabilir. Ama sinema öyle değil. Yönetmenle iş bitmiyor. Bir ekip ve aynı zamanda teknik ve de bundan sonra da sermaye işi. Bu dört büyük etmeni birleştirip iyi ürün ortaya koyabilmek de dört kat zor. Komedide (yine ulusal birtakım yatkınlıklar nedeniyle) hayli iyiyiz ama. Ciddi filmlerde ise dışardan etkilenme, taklit ve özenti fazlaca devreye giriyor, ortada bir deha yoksa sonuç katlanılmaz çıkıyor.  

KİTAPTA NELER ANLATILIYOR?

Kitap 3 ana bölümden oluşuyor. 1- Türk sinemasının kadına ve aileye bakışı, 2- Komedi filmlerimiz, 3- Politik filmlerimiz…

Pek çok yönetmen değerlendiriliyor, filmleri temel alınarak. Ki o filmler her bir şeyleri ile tek tek ayrıntılı ele alınıyor. Konu seçimlerinden tutun, o konuyu ele alışlarına, ideolojik, siyasi bakış açılarına, anlatım tarzları ve sinema dillerine, oyunculuk ve çekim başarıları, başarısızlıklarına dek… Her biri, dönemin politik, sosyal atmosferine ne kadar uyuyor, onu ne kadar yansıtıyor, ne kadar yansıtmıyor.. gibi toplumsal bir perspektifle… Gerçi filmlerin teknik çözümlemesinin toplumsal ve ideolojik çözümlemeden geride kaldığını söyleyebilirim.  

Üstünde en çok durulan yönetmenlerden ilk göze çarpanlar: Başta Yavuz Turgul örneğin. İyi yanları es geçilmeden daha çok olumsuz bir figür olarak. Sinemasının bitişini saptayarak. Kitaba adını veren de onun filmi zaten: Yol ayrımı… Sonra Atıf Yılmaz.. Daha çok olumsuz anılarak.

Albayrak benim gibi Türk sinemasında komedi filmlerini seviyor. Kemal Sunal, Natuk Bayhan, Ertem Eğilmez olumlu anlamda üstünde çok durulanlar.

Cem Yılmaz’dan, Gülse Birsel’e, Ali Atay’dan, Nuri Bilge Ceylan’a birçok sinemacı hakkında özel bölümler var.

GÜLSE BİRSEL VE “AİLE ARASINDA” FİLMİ

Yeni filmlerden çoğunu seyretmemişim, hiç değilse birini, kitapta uzunca bir bölüm ayrılmış “Aile Arasında”yı apar topar izleyim, dedim. İzledim.

İzlenimlerimi yazayım ki hem somut bir film üstünden Albayrak’ın dedikleriyle kendi görüşlerimi karşılaştırayım. Hem de yazı daha çok okunsun. Malum, kitaplar okunmuyor bu ülkede, kitap tanıtım yazıları da örneğin bu sitede en az okunan gruplardan. Birsel hakkında ne demişiz, popülere ilgisi uyananlar, bu arkadaşımızın kitabını da tanısın.

Zaten Birsel’in filmini merak ediyordum. Hakkında olağanüstü övgü yığını birikmişti, gişe başarısı çok iyi, çevremden giden bazıları “baştan sona gülmekten öldük” falan diyorlardı…

Önce Albayrak’ı okudum. Albayrak da övmüş. Bazı noktalarını da yermiş. Genelde başarılı bulmuş. “Akdeniz tarzı komedi”de başarılı bulmuş. Diziciler sinema yapıtı üretmeye kalkınca bocalar. Gülse Birsel’in sinema dilini gelişkin bulmuş. Finali ve birkaç sahneyi eleştiriyor. Eğer şöyle yapılsaydı “kara komedi” anlamında daha bir gerçek film olurdu, falan diyor. Oyunculukları çok takdir ediyor. Fakat filmin reklamcılığına, araya ürün sokma numaralarına terbiyeli bir dille “geçiriyor”. Bu arada Albayrak, eleştirilerini son derece terbiyeli, sakin, efendi yapıyor. Bana benzemiyor, takdir ettim. Ustalaşınca ne olur bilemem, ama ilkten nasıl başlamışsa öyle gider. Bu tempo bence iyi…

Ha bir de, Gezi olaylarından sonra eve, aileye çekilmiş muhalif kitlenin filmidir, diyor Albayrak bu film için. Sistem ve iktidar için tehlikesi alınmış türde bir komedidir, diyor. Yağı alınmış peynir gibi. Bana Masal Anlatma filmini ise, getirdiği belli eleştirilere karşın, henüz sokaktan çekilmemiş muhalif gençliğin filmi olarak değerlendiriyor.

Kendi izlenimlerim: Filmde güleceğimi tahmin etmiyordum. Nitekim dört-beş yerde gülümsedim, o kadar. Niye tahmin etmiyordum, şöyle ki: Avrupa Yakası (öncesi Gag’deki “eh fena değil”i bir tarafa bırakalım) dizisiyle hayran olmuştum Gülse Birsel’e. O diziyle hem gülüyor, hem eğleniyordum. Hatta bir yazımda “Gülse Birsel ve Avrupa Yakası zeka geliştiriyor” diye yazmıştım.

Anlayacağınız komedide, gülmek için politik yakınlık veya “mesac” beklentim yok. Olsa iyi olur da, kim kaybetmiş de biz bulmuşuz. O bakımdan Ferhan Şensoy’dan, BKM, Yılmaz Erdoğan’dan, eski ATV “Şok” programına, Müfit Can Saçıntı’dan, Levent Kırca’ya, Şahan’a, Cem Yılmaz’a, Ata Demirer’e, Yasemin Yalçın’a, Bir Kadın Bir Erkek, Komedi Dükkanı, Çocuklar Duymasın, En Son Babalar Duyar, Ayrılsak da Beraberiz, 80’ler, Güldür Güldür’e varıncaya dek ağırı hafifi bakmadan çoğu komedi dizisine bayılırım. Gülmek, rahatlamak, biraz da mizah duygumuzu diri tutup aklımıza mukayyet olmak için. Ve de tavsiye ederim, mizah en basitiyle bile dimağı diri tutar, zekayı geliştirir.

   

Tabii skeçlerden, dizilerden sinemaya atlamak bambaşka ve daha yoğun bir boyuta atlamak anlamına geliyor ve aynı başarı çoğun yakalanamıyor. Doğaldır. Skeçlerde ya da dizilerde beğenmediğin sahneleri ya da bölümlari “güldürmedi, olmamış” deyip geçer, bir sonraki maça bakarsın. Ama filmde sarkan, sırıtan sahne dördü beşi geçerse çıkamaz, homurdanmaya başlarsın. Yılmaz Erdoğan, filmleriyle eh işte dedirtiyor sadece. Güldürüyor da, film anlamında eh işte… Ata Demirer’inkiler bana film anlamında da başarılı geliyor. Şahan’ın “yoz” filmleri bile güldürüyor, Cem Yılmaz hayli güldürüyor. Ama “sinemadan” farklı bir şey anlıyor Albayrak. Bir bütünlük içinde o filmin bir derdi olması ve o derdi bize sinema dili içinde en usturuplu şekilde anlatması. Bunlar tabii pek çok filmde hak getire. Bu anlamda yazara katılıyor ve saygı duyuyorum.

Yabancı komedi filmlerinden iyi olanları da çok severim. Jerry Lewis bir dehadır örneğin gözümde. Filmleri eleştirel, politik mesaj da verir. Jack Lemmon keza… Sonrasında politik olsun olmasın, Peter Sellers’ın oynadığı filmler, Rowan Atkinson, Jim Carrey, Eddie Murphy, Mike Myer, Will Ferrell,  vb vb. Polis Akademisi ve Çıplak Silah serileri bile başım üstüne! Yani gülmek için derinlik de, doğru ideoloji de gerekmiyor çoğun…

Ancak Yalan Dünya ve Jet Sosyete dizileri tam bir hayal kırıklığıydı benim için. Komediden, gülmekten geçtik, eğlendiricilik ve bir zeka da yok. Seyretmek işkence. Tipler zorlama, konular sevimsiz, oyunculuklar bile itici ki, hayret bir şey, bizde oyunculuk genelde çok iyidir. Ya da bana öyle geliyor. Özetle: Yaşamın gerçeğini hoyratça eğip büküp, uzamış bir tatsız rüyanın içinde debelenmek. Bir nevi popülerleşmiş “festival komedisi” dizisi…

Fakat daha kötüsü Avrupa Yakası’ndan kopan rüzgarla oluşan fan kitlesi bu ucubelere hayranlığı bırakmadı ve daha da fenası bunu eğlence veya komedi zanneden bir toplumsal grup oluştu.

Aile Arasında bu iki dizi gibi kötü değildi. Sadece güldürmüyordu. Birçok espri klişeydi, bazıları da zorlama ve zayıftı. Ama eğlendirici bir film mi? Evet, o yönden başarılı. Komedi iddiası taşımasa iyi film bile denebilir.  

Nitekim Aile Arasında’yı genel anlamda iyi bulan Albayrak komedisi için şunu söylüyor: “Ölümlü Dünya son dönemde izlediğim en iyi yerli komedi filmi! Mizahı üzerine konuşulur, içeriği tartışılır, filmdeki yabancılaşma gibi meseleler enine boyuna irdelenir ancak bir komedi filminin başarısı seyirciyi güldürmesinden geçiyorsa Atay’ın bu ikinci yönetmenlik denemesi hem Cem Yılmaz’ın Arif V 216’sına hem de Gülse Birsel senaryosu Aile Arasında’ya nal toplatıyor.”

Ölümlü Dünya’yı seyretmediğim için ben bir şey diyemiyorum. Ancak Gülse Birsel’in o güzelim mizah zekasını daha fazla popülerleşmek için harcadığı, başka deyişle kaldıramayacağı kadar yüklendiği açıktır. Ama bu neredeyse tüm popüler santçılarımızın ortak yazgıdır.

SONA GELDİK

Popülerleşmek için sanatı feda edenlerden, sanatın b…nu çıkararak filmleri çirkinleştirenlere geldik. Albayrak’ın şu saptaması da güzeldir bana göre:

Günümüz Türk sinemasının güncelle alışverişi adil değildir. Ülkemizde sinema anlatım aracı hayatı geriden takip eder; gündemde öne çıkanlara, toplumun yönelimlerine göre belirlenir. Özgün sesler çıkarmak yerine üzgün sesleri gündeme taşır ve bizi bize, iş işten geçtikten sonra, yine büyük oranda yavan anlatır. Bu yavanlığı halen süren 12 Eylül hâkimiyetine, farklı olanı üretme kaygısının ötelendiği bir krize yormak mümkündür. Tüm bunlar bir araya getirildiğindeyse birtakım çöküş ve çözülüşlere rastlamamız kaçınılmazdır.

Adı konulmamış, sınırları çekilmemiş; teorisiz kalarak kalıpları sıradanlaşmış festival sineması henüz kurulmadan çözülmüştür. Bu sinemanın atılmamış temelinde kendini harç eyleyen sinemacılar tekrarlarına saplanıp yanlış çatılmışlardır.”

İşte bu bağlamda son bölümde Türk Politik Sinemasının son örneklerini inceliyor yazar. Bu çözülüş ve çöküşü örnekliyor. Nuri Bilge Ceylan, Yeşim Ustaoğlu ve başkaları…

Final ise Yavuz Turgul’un tükenişi, Yol Ayrımı ile geliyor. 90’larda Türk sinemasına “kalp masajı yaparak” onu dirilten Turgul, sonunda hepten nasıl teslim oluyor? (Muhsin Bey filmi benim de Türk filmleri arasında nadir beğendiklerimdendir, üstelik ciddi filmdir.)

Yazarın saptamalarının, bakış noktalarının büyük çoğunluğuna yakınlık duyuyorum.

Kaan Arslanoğlu'nun insanbu'daki yazısınıntamamını okumak için...

GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM