Yakup Kadri, Abdülhak Şinasi, Suut Kemal Yetkin, Ahmet Hamdi Tanpınar, Samet Ağaoğlu, Yaşar Nabi, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi edebiyat adamları, 50’li yıllarda Türk Edebiyatçılar Birliği’ni kurdular.

Böyle bir örgütün kurulmasına kim önayak olmuştu, Amaçları neydi, hangi gereksinim bu üstatları bir araya getirmişti? Bu soruların yanıtı tam olarak bilinmiyordu. Ancak, 1960’a değin süren evrede, Türk Edebiyatçılar Birliği’nin, üstatlar üzerinde uygulanan devlet baskısı karşısında kararlı bir tavır almadığı görülüyordu.

Yapıtlarıyla çağdaş edebiyatımızın öncüleri olma niteliği taşıyan; Mütarekede Kurtuluş Savaşımıza destek olan kimi kurucular arasında, Batı’da yaşamak zorunda kalmış, İngiliz, Amerikan demokrasisine gönüldaş olanlar da vardı. Örneğin, Abdülhak Şinasi, yaşlı bir İstanbul kentsoylusuydu. Galatasaray’ı bitirip, gençlik yıllarını Paris’te geçiren, Fransızca düşünen bir Osmanlıydı. ‘Fehim Bey ve Biz’, ‘Çamlıca’daki Eniştemiz’i yaratan adamdı. Ama Abdülhak Şinasi, Yaşar Nabi dışında, diğer kurucuları komünizme yandaş görüyordu Nurullah Ataç’ı, Sabahattin Eyuboğlu’yu, Melih Cevdet’i, Vedat Günyol’u…

Örgüt, 1960’a değin Sabahattin Eyuboğlu, Melih Cevdet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Ercüment Behzat gibi demokratikleşme savaşımında onurlu yerini aldı.

Türk Edebiyatçılar Birliği’nin Ağustos 1961 genel kurulunda, uzlaşmacılığın önünü keserek “siyasal iktidarın hukuk dışı davranışlarına destek oldukları” gerekçesiyle Samet Ağaoğlu, Peyami Safa, Faruk Nafiz Çamlıbel’in üyeliklerine son verilmesi oy çokluğu ile kabul edildi.  Bu isimlerin Birlik’ten ihraçlarını isteyen Demir Özlü ve kuşağının diğer yazarları Ferit Edgü, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Kemal Özer, Ferit Öngören, vb. idi. 141 ve 142. Maddelerin kaldırılması yolundaki girişimleri de destekleyen bu isimlerdi.

Melih Cevdet’in başkan seçildiği genel kurulda Ceza Yasası’nın 141. ve 142. maddelerinin kaldırılması konusu özel bir çalışma konusu olarak el alındı. Eylül 1962’deki toplantıda da Fethi Naci’nin hazırladığı bildiri kabul edilerek kamuoyuna sunuldu. Bildiri ayrıca, kamu kurum ve kuruluşlarına, üniversitelere, sendikalara, federasyonlara ve derneklere de gönderildi.

Birlik, düşün, sanat, basın çevrelerinin konuya ilgisini çekmeye çalışıyordu. Bu anlamda Cumhuriyet gazetesinden Nadir Nadi ve Baha Arıkan; Yön dergisinden İlhan Selçuk ve Mümtaz Soysal, Akşam gazetesinden Aziz Nesin ve Esin Talu yazılarıyla iktidarı ve Meclis’i göreve çağırıyorlardı. 11 Kasım 1962’de, TİP genel başkanı Mehmet Ali Aybar’ın çağrısı ile düzenlenen Beyaz Saray Toplantısı’na katılan aydınlar, karşıt düşünen çevrelerin bozma çabalarına karşın, antidemokratik yasaların kaldırılması isteminde birleştiler.

16 Şubat 1963’te toplanan genel kurulda ise, Ülkü Tamer, Adnan Özyalçıner ve Leyla Erbil’in öncülüğünde Cağaloğlu’ndan Beyazıt alanına kadar bir yürüyüş düzenlenmesi kararlaştırıldı. Yürüyüşe katılan en yaşlı üye Halit Fahri Ozansoy’du. Melih Cevdet, Kemal Tahir, Burhan Arpad, Behçet Necatigil, Necati Cumalı, Fethi Naci, Asım Bezirci, Arif Damar, Edip Cansever, Demir Özlü, Sabri Altınel, Cengiz Tuncer, Ferit Öngören, Celalettin Çetin, Afşar Timuçin, Bülent Habora vb. kırkı aşkın edebiyatçı ellerinde “Antidemokratik yasalar kaldırılmalıdır”, “Düşünceye saygı”, “Kalemlerimizi kıracak mıyız?” yazılı pankartlarla yürüdüler.

Yürüyüş, liberal çevrelerin de dikkatini çekmişti. Nitekim New York Herald Tribune’de 5-6 Ocak 1963’de çıkan yazılarda Türkiye’deki yasaklara işaret ediliyordu:

“Gerçekten bugün Türkiye’de yasak ve takibat konusu olan sosyalizme mütemayil yazılar mesela İngiltere’de ancak yüzyıl önce, Dickens’in eserlerinde sosyal adaletsizliğe karşı kampanya açıldığı devirlerde söz konusu olabilirdi.

"Bu bakımdan Türkiye’nin diğer Avrupa memleketlerine nazaran hala en aşağı yüzyıl geride olduğu akla gelmektedir. Sorumlulara uygulanan Ceza Yasası’nın 141. ve 142. maddelerinin Mussolini İtalyası’nın faşist kanunlarından alındığı ileri sürülmektedir. Bu maddelerin bugünkü şekilleri ve uygulanış tarzı sadece rejimin bir ölçüsü değil, Türkiye’nin ne istikamette yol alacağının bir delili olacaktır.”

Sabahattin Eyuboğlu’nun başkanlığında Yaşar Kemal’in ikinci başkan, Melih Cevdet ve Ömer Faruk Toprak, Arif Damar, Sabri Altınel ve Memduh Balaban’ın yönetim kurulu üyeleri, Şükran Kurdakul da Genel Sekreterlik görevini yürütüyorlardı. Bu dönemin en önemli olayı Sabahattin Eyüboğlu ve Vedat Günyol’un Devrim Yazıları adıyla Fransızcadan çevirdikleri kitabın toplatılması ve çevirmenleri hakkında açılan dava olmuştur. Eyüboğlu ve Günyol, 27 Mayıs ihtilâlinin getirdiği göreceli özgürlük ortamında 1789 Fransız İhtilâli’nin en önemli eylem ve düşünce adamlarından Gracchus Babeuf’ün yazılarından oluşan bir seçkiyi “Devrim Yazıları” adıyla 1964’te Çan Yayınları’nda yayımladılar. İhtilâl’in çalkantıları içinde otuz yedi yaşında giyotinde can veren Babeuf’ün fikirleri pek çok yönüyle izleyen yüzyılda Marks ve Engels’i etkileyerek komünizmin habercisi olacaktı. Talat Aydemir’in de hücresinde okuduğu ve notlar aldığı bu kitap, Aydemir’in idamından sonra Meclis gündemine de getirilmiş, ardından “komünizm propagandası” yaptıkları gerekçesiyle Eyüboğlu ve Günyol hakkında dava açılmıştı. Dönemin basınında ciddi tartışmalara yol açan bu davada üç profesörden oluşan bilirkişi, “Kitabın Türk toplumunun genel kültür seviyesini yükseltici gayeler dışında maksatlar taşıdığı kanaatine” varmışsa da dava daha sonra beraatla sonuçlanmıştı.

Birlik, davanın açıldığı o günlerde olağanüstü toplanarak, Basın Kanunu’nun 30. Maddesindeki yasaklayıcı hükümlere karşın, bir bildiriyle olayı protesto etme kararı almıştı. Melih Cevdet’in kaleme aldığı bildirinin bir bölümünde şöyle deniyordu:

“1. Büyük Fransız Devrimi’nin ileri gelen düşünürlerinden biri olan Babeuf demokrasinin ve özgür düşüncenin yaratıcılarından ve savunucularındandır. Onun ve çağdışı olan düşünürlerin gerçekleştirdikleri o büyük devrim ise bugün her ileri uygar toplumun benimsediği demokratik düzenin temelinde yer almaktadır. Demokratik düzen içinde bulunan bütün dünya toplumları onu kendi yaşayış ve düşünüşlerinden biri olarak okullarda okutup tanıtmaktadır. İnsanlığın özgürlüğü ve mutluluğu için hayatını vermiş olan Babeuf dünyanın hiçbir ülkesinde kovuşturmaya uğramamıştır.

2. Babeuf ve onun katıldığı büyük devrim, Fransız aristokrasisine ve papaz sınıfına başkaldırmış, tufeylinin temizlenmesine önayak olmakla bugün bizim de içerisinde bulunduğumuz Batı demokrasisinin kurulmasına yol açmıştır. Bu bakımdan Babeuf’un Türk toplumunda kovuşturmaya uğraması ve yasaklanması sadece aykırı bir davranış olmakla kalmaz, bugünkü anayasa düzeninin ve demokrasimizin dayanaklarını inkâr etmek ve kaynaklarını kurutmak olur.

3. Ancak bu davranış çağdaş uygarlık düzenine ulaşma çabası içinde bulunan Türk toplumunu orta çağa döndürmek anlamını da taşır. Bu gidişle yarın, orta çağ köylü ihtilallerinden, öbür gün ilkçağ köle isyanlarından bahseden yazıların ve kitapların da yasaklanmasına gidilirse hiç şaşmamalı. En iyisi ihtilalsiz ve isyansız bir dünya tarihi hazırlayıp bütün Türklere onu ezberletmektir. Ancak böyle bir tarihte, Türkiye’den mutlakıyet idaresini temizlemiş olan Atatürk ihtilaline ve bugünkü anayasayı getirmiş olan 27 Mayıs hareketine nasıl yer verileceği söz konusu olmayacak mıdır?

4. Babeuf’ü yasaklama, 170 yıl sonra Fransız aristokrasisini ve papazlarını savunarak acaba elimize ne geçeceğini sanıyoruz? Babeuf’ten zorbalıkların ve hırsız papazların öcünü almak bize düşmez kanısındayız.

5. Bugün bu koşullar içinde Türk aydını şaşkın ve üzgün durumdadır. Onun yaptığı tarihsel bir araştırma bile kovuşturmaya uğrarsa, yetkili yöneticilere düşecek olan başlıca görev, bizlere okuyabileceğimiz ve okuyamayacağımız, çevirebileceğimiz ve çeviremeyeceğimiz bilimsel eserlerin listesini vermek olmalıdır. Türk Edebiyatçılar Birliği, bütün aydın ve düşünürleriyle birlik olduğuna inanarak, bu olayı bilim ve düşünce özgürlüğüne indirilmiş, toplumumuzu küçük düşürücü bir darbe olarak gördüğünü belirtir ve kamuoyu önünde protesto eder.”

Türk edebiyatçısının 59 yıl önce verdiği düşünce özgürlüğü mücadelesi kısaca böyle. Günümüz edebiyatçılarının kulakları çınlasın...

  • Bu çalışmada başta Prof. Dr. Kemal Özmen’in Kitaplığından, internet kaynaklarıyla Şükran Kurdakul’un “Cezaevinden Babıali’ye Babıali’den TİP’e Anılar” (Evrensel Basım Yayın 2003) kitabından yararlanılmıştır.

Selim Esen
Gerçekedebiyat.com 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)