Anadolu işgal altındaydı… İşgalci ordularının içinde birileri bozgunculuk yaptı, “biz İngiliz Emperyalizminin suçuna ortak olmayacağız” dediler…
İsyan ettiler... Tutuklandılar... Ve Ege Denizi’nin karanlık kuytuluğunda bir sabah, kurşuna dizildiler.
Yunanlı komünistlerdi onlar. Nice acılara göğüs gererek, insan olma bilincini haykıran gerçek insanlardı onlar.
Aradan 93 yıl geçti, şair Tuğrul Keskin bu komünist askerlerin öyküsüne ulaştı; öykü şiire dönüştü, kitap oldu: Zito İ Epanastasis; Yaşasın İsyan.
İsyanın ve idamın geçtiği İzmir’de, üstelik 200 güzel adamın kurşunlandığı Balçova Sahilin’de, Kemal Okuyan ile Tuğrul Keskin buluştu, komünistleri, enternasyonalizmi, yurtseverliği, isyanı, yani Zito i Epanastasisi’i konuştular...
Kemal Okuyan: Söyleşiye başlarken, bize bu olayı anlat istersen, kitabın adı neden “Zito i Epanastasis”, o dönem başka eylemlerde olmuş mu, başka ölüler de var mı sözgelimi?.
Tuğrul Keskin: Bu kutsal ölülerin hikayesini 2012’de öğrendim. Burhar Aksakal’ın hazırladığı “Barışın Sesi” adlı kitaptan. İstedim ki onlar için adı “Zito i Epanastasis” olan bir şiir yazayım. O gece sabaha karşı “selam” adlı şiir geldi ve ardından şiirler gelmeyi sürdürdü ve işte o güzel ölülerin dilinden bu masada duran kitap “Zito i Epanastasis” oluştu. Tarihin bütün zamanlarında kan emicilerin, hesaplamadıkları bir şey oluyor her zaman; mazlumun zulme karşı direnme iradesi... Bu irade aslında her zaman var, bütün zamanlarda var ve nitekim 1920’de adı “Yaşasın İsyan” oluyor. Bu isyanı Yunan Komünist Partisi önce Atina’da başlatıyor sanırım 1920’nin başlarında. Yüzlerce komünist tutuklanıyor bu eylemlerde ve Atina’da 117 Kominist Parti üyesi “Vatana ihanet” suçundan kurşuna diziliyor. Fakat Anadolu’nun işgalini engeleyemiyorlar bildiğiniz gibi. Pire Limanı’ndan kalkan savaş gemileri İzmir’e doğru yol alırken, aynı isyan gemilerde de sürüyor. Kemal Anadol’un “Büyük Ayrılık” adlı romanından yenicek öğrendim ki, bu eymlerde de 30 civarında komünist yazık ki öldürülüyor. İzmir’de işgal kuvvetleri komutanlığının olduğu yer Balçova (Balçıklıova)’daki İnciraltı Sahili. İşte bu sahilde, “Anadolu’nun işgali İngiliz Emperyalizmi’nin bir oyunudur ve biz bu kirli savaşa alet olmayız” diyor 200 komünist yayınladıkları “Zito i Epanastasis” adıl manifestolarında. Görüşlerinden vazgeçmeleri noktasında çok baskılar gören bu yiğit insanlar, görüşlerinde direniyor ve 1921 senesinin Ocak Ayı’nın ilk günü aynı yerde kurşuna diziliyorlar. İşte kısaca acılı hikaye budur...
Kemal Okuyan: Demek, 1921 Ocak’ında Anadolu coğrafyasının iki ucunda iki katliam yapılıyor. Coğrafya aynı, mücadele aynı. 28/29 Ocak’ta, Mustafa Suphi ve yoldaşları emperyalist işgale karşı mücadeleye katılmak için Anadolu’ya geldiler ve 29 Ocak gecesi, Türk gericileri tarafından Karadeniz’in azgın sularında boğduruldular. Henüz kurulan TKP’nin gepegenç 15 cesur yüreği olarak, komünizm davasının birer militanı olarak... Bu ölümlerden 28 gün önce de Yunan gericileri savaşa direnen 200 cesur yüreği Ege Denizi’nin kıyısında kurşuna dizdiler... Ne kadar da öğretici…
Buradan şuna geleceğim, kitabın ciddi yankı uyandırdı. Ancak merak ediyorum, bizde genellikle “yabancı”nın bizi kayırması, bizden yana olmasına dönük tuhaf bir ilgi vardır. İşin özüyle ilgilenilmez. Burada da öyle olmuş olabilir mi? Yani işte “milli davamız”a yardım eden Yunanlılar…
Tuğrul Keskin: Yunanlı komünistlerin bizim “milli davamız”a yardım etmek için isyana kalkışmadığı açık. Onlar insanlığın, ezilenlerin davasına inanmışlar. Zaten Zito İ Epanastasis, Kurtuluş Savaşı cephesinden yazılmadı, hareket noktam Yunanlı komünistlerin yaşadıkları, hissettikleriydi. Bir yanlışlık, bir suç vardı ve komünistler o suça ortak olmak istemiyordu. Haksız bir konumdayken başkasını öldürmemek için ölmeyi seçmek, bunu komünistler yapabilir ancak.
K.O.: Zaten kitap, şiirde pek rastlanmayacak ölçüde komünizan bir karakter taşıyor. Okur bunu nasıl karşıladı, merak ettiğim bu.
T.K.: Yadırgayana pek rastlamadım. Tabi, öykü çok ilginç, yaşananın ne anlama geldiğini herkes tam olarak kavrıyor mu bilemiyorum. Ancak en aykırı örneklere bile hitap ediyor Yaşaşın İsyan. Bir okur, “Yunanlılar arasında bile iyi insanlar varmış” diyebildi örneğin. Bir yandan çok hüzün verici, umut kırıcı, diğer yandan küçük de olsa bir adım.
K.O.: Yani, komünizm nereden çıktı Tuğrul tepkisi gelmedi?
T.K.: Gelmedi. Sonuçta insanlar bugün için komünistlere uzak duruyor belki ama bazı şeyleri de anlıyorlar, buna inanıyorum. Her şeyden önce komünistler, son 200 yılın vicdandır. Eğer dün ve bugün de elbette, vahşiler, vandallar, yani kapitalizm böylesine “insani” bir görünümdeyse, bunda komünist mücadelenin rolü büyktür. Kanımca bunun bir karşılığı var toplumda. Şu an değilse bile gelecek günlerde insanlığın bu derin vicdanının daha da güçleneceğine inanıyorum. Toplumda komünizme inananlar çoğaldıkça, vicdanın da yeniden yeryüzünde egemen olacağına inanıyorum ve kurtuluşu da burada görüyorum.
K.O.: Yunanlılar cephesinden bakmak dedin, çok zor olmalı onlar için çünkü “vatan haini” damgası yiyorlar. Milliyetçilik bir bakıma, kendi ulusunun alçaklıklarını yok saymak çünkü. Buna direnebilmek gerekiyor. Aynı Yunan komünistleri, İkinci Dünya Savaşı sırasında hem İtalyan, hem Alman, hem İngiliz işgaline direndi, onlara zamanında “vatan haini” diyenler ise ya işbirlikçi ya teslim oldu. İzmir’de “işgalci olmam ben” diyenlerin çocuğu, kardeşiydi faşizme karşı dövüşenler. Yunan ulusunun onurunu kurtardılar. O yüzden hep derim; yurtseverlik kendi ülkeni sömürücülerden, zalimlerden, haksızlıklardan temizleme iradesidir.
T.K.: Doğru, şüphe yok ki öyle… Komünizm bu. Nerede olursan ol, eşitsizliği, adaletsizliği kabul etmemek… 1921’de İnciraltı’nda can veren komünistlerin taşıdığı ahlak o kadar yalın ve güçlüydü ki, tek bir şiir yetmedi. Kafamda bir kitap yoktu ama başladım ve şiir çoğaldı, çoğalmak zorunda kaldı. “Sizin vatanınızın askeri değiliz biz” diyorlardı. İnsanlığın askeri olmak. Ne mutlu onlara. Bundan daha gelişkin bir davranış olabilir mi? Vatansızlığı asla savunmuyoruz ama başka halkların acıları ya da uğradığı haksızlıklara “vatan” adına boyun eğmek, işte bu kabul edilemez.
K.O.: “Vatanınızın değil, insanlığın askerleriyiz…” sözü, İzmir’de dağıttıkları bildiride, manifestoda geçiyor, sen de kitabına almışsın. Ben hayatımda bu kadar etkileyici bir siyasi açıklama okumadım. Şiire vesile olmuş yıllar sonra ama kendi şiir gibi…
T.K.: Manifestolarının dili olağanüstü şiirsel, gerçek bir şiir dili. Bende bu şiirleri yazma halini yaratan da bu dil zaten. Düşündüm ki içlerinde şair olmalı bu insanların mutlaka ve tuttum “Şair Hirstos” adlı bir kişi yarattım. “Öfkenin Şiiri”ni söylüyor Şair Hirstos, Balçıklıova’da... Bütün sevgileri ve inançlarıyla haykırıyor zalimin yüzüne kardeşliği. Bu şiiri ve bütün şiirleri yaratan elbette manifestonun dili. Yazık ki adlarını tam olarak bilemiyoruz bu güzel insanların. Nikos, Kostas, Dimitris ya da diğerleri… Yazdıkları kuzeydeki yeni yıldızdan, Sovyetler Birliği’nden ne kadar heyecanlandıklarını gösteriyor. Yeni bir yaşam, ezilenlerin geleceklerini ellerine alması… Bugün de geçerli ve bu nedenle 1921’deki bu isimsiz kahramanların öyküsü, şimdiki zamana kadar taşınabiliyor, taşınmalı.
K.O.: Şiirinde insana yönelmiş umut da var, kızgınlık da… Ama sonuçta her durumda ayağa kalkan, boyun eğmeyen insanı yazmışsın. Bu adla bir şiirin de var kitapta, ancak ele aldığın öyküde trajik bir yan var.
T.K.: Elbette, belki de direnen insanlığın binlerce yıldır biriktirdiği bütün trajedi var bu bu ölümlürde ve şiirde. Boyun eğmemek, insana en yakışan ruh hali kuşkusuz, fakat zaman zaman düşülen umutsuzluk da insana ilişkindir. Sözgelimi; “İstemem” adlı şiir, son dizesi “nefes de kalsın artık istemem” diyor ya, aslynda bir tersinleme elbette. İsterim diyor aslında, daha çok nefes isterim diyor... Tıpkı Orhan Veli’nin “garipliğim mahsunluğum duyurmayın anama” dizesinde söylediği aslında “garipliğimi mahsunluğumu duyurun anama”da olduğu gibi. Ne olursa olsun bu ülkede umutsuz olamayız.
Üzüntümüz, hayal kırıklığımız, kızgınlığımız, umutlu olduğumuzdandır. Tedirginiz, kaygılıyız ama Haziran’ı da yaşadık kocaman bir ülke olarak. “İnsan boyun eğmez” şiir var tamam ama siyaset de var. Gerçek. 1921 yılında yüzlerce komünist ölümü göze alıp baş kaldırıyor. Dönemin koşullarında çok azlar ama, ölümler bağlamında çok fazlalar... İnanıyorum ki her davranış bir başka davranışı tetikliyor. Sözgelimi 1921’deki bu vahşi öldürümün ardından Yunan Ordusu’ndan 90.000 civarında asker firar ediyor. Bu firar edenlerin, Türk Milli savaşına katkısı yok mudur? Yani Emperyalizm 1923’de Anadolu’da yenilirken bu kahramanların katkısı olmamış mıdır? Bütün kalbimle inanıyorum ki; bu güzelim insanların, bu “bozguncu” komünislerin, Anadolu’da emperyalistlerin büyük yenilgi almasında payları büyüktür. Bundan ötürü söylüyorum ki o 200 güzel adam, Ege Denizi’nin kıyısında öldükten sonra, bütün Türkiyelilerin, bütün İzmirlilerin kalplerine gömülmüştürler. Ve onların bu büyük öyküsü, bu topraklarda ve evrende, umutlu olmak için yeter de artar bile… Yeter ki bilincimize ve tarihimize doğru yerden ve ateşli bir kalple sahip çıkalım.
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR