Test sistemi edebiyata düşman / Ülkü Tamer
Test' edebiyata düşman
Geçenlerde bu köşede genç yazarlara önerilerimi iletmiştim. Bu tür önerilerde bulunmaktan, hele öğüt vermekten hep kaçındığım için belki, en önemlisini unutmuşum. Dil…
İlk önerim bu konuda olmalıydı.
*
Sık sık hatırladığım bir fıkra var. Önce onu anlatayım.
Bakırcı ustası yanına on yaşlarında bir çırak almış. Gün boyu çalışmışlar. Ertesi sabah çırak ortalarda yok. Bakırcı merak edip evine gitmiş çocuğun. Kapıyı çalmış. Pencereden annesi görünmüş çırağın.
“Bizimki nerede?” demiş bakırcı. “Hasta mı yoksa?”
“Bir şeyi yok. Artık işe gelmeyecek.”
“Niye?”
“Mesleği öğrendi. Kendi dükkânını açacak.”
“Anlamadım?”
“Anlamayacak bir şey yok. Bakır parçasını alıyorsun. Döve döve şekil veriyorsun, tamam!”
“Vay kerata!” demiş bakırcı. “Kendisi öğrenmekle kalmamış, annesine bile öğretmiş.”
***
Benim okula gittiğim dönemlerde Türkçe dersine çok önem verilirdi. Gramer öğrenilir, “tahrir” yazılırdı. Tahrir… Ödev olarak verilen bir konuda yazardınız. İki önemli işlevi vardı bunun. Düşünmeyi, sonra da düşündüğünüzü doğru ve düzgün biçimde iletmeyi öğrenirdiniz.
Sonra “test” diye bir bela çıktı başımıza. Bir soru, altında dört seçenek: a, b, c, d… Birini işaretlediniz mi, tamam. Uzun uzun düşünmeye, hele düşündüğünüzü anlatmaya kalkışmanıza hiç gerek yok.
Dilbilgisi denilen şey gittikçe zayıfladı. Kelime dağarcığımız bile cılızlaştı.
***
Bugün sokaktaki adamın dağarcığında kaç kelime var acaba? 500 mü, 300 mü? Bana sorarsanız, 100 bile abartılı bir sayı. Bu kadar kelimeyle (üstelik onları doğru ve düzgün kullanmayarak) ne düşüneceğiz, ne yaratacağız, ne anlatacağız?
Yakında bu durumu bile arayacağız diye korkuyorum. Dil açısından tarih öncesine öylesine hızla yolculuk ediyoruz ki, beş-on yıla kalmaz çarşıda pazarda “Hogurk mırk gurk!” “Hooop! Tagır mugark!” gibisinden konuşmalara tanık olabiliriz.
***
Bu kadar az kelime doğru kullanılsa yine iyi…
Kimi yazarlara bakıyorum, neredeyse hepsinin bahanesi aynı:
“Kendine özgü bir dil yaratmak.”
“Önce dili öğren, sonra ‘kendine özgü’sünü yarat” demek geçiyor içimden.
Bir marangoz düşünün. Testere, keser, çekiç, keski kullanmayı öğrenecek önce. Araçlarına, gereçlerine egemen olacak. Sonra yaptıklarına ne biçim verirse versin, “kendine özgü”sünü yaratsın. Ama araçlarını, gereçlerini tanımadan, onları kullanmayı bilmeden ürettikleri çöpe gider.
Picasso, “Guernica”sını yaratmadan önce “sanat” değil, “zanaat” alanında kim bilir ne çileler çekmişti.
***
Onun için genç yazarlara diyorum ki, önce dilinizi öğrenin, sonra dilerseniz onunla oynayın.
Ama günümüzde bakırcı çırakları öylesine çok ki…
Ülkü Tamer
15 Eylül 2012 - Cumhuriyet
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR