Taşra notları / Ramazan Teknikel
İlçeye her indiğimde yanına uğradığım, üniversiteden terk bir bakkal vardı. Edebiyata, sanata yakın biriydi, Yaşar Kemal’in bütün yapıtlarını okuduğunu söyler, Karacaoğlan’dan ve Dadaloğlu’ndan birçok deyişi o kendine özgü yorumuyla çalıp söylerdi. Tahir Kutsi Makal’ın Tarla, Metin Kökten’in Kuz...
İlçenin tek bir lokantası ve tek bir oteli vardı. Başka günlerde sadece üç çeşit yemek çıkan lokantada, köy öğretmenlerinin ilçeye geliş günü olan her ayın ilk cuma, cumartesi, pazar günlerinde yedi sekiz çeşit yemek çıkardı. Neredeyse hepsi bekâr olan, ilçenin uzak dağ köylerinde görev yapan öğretmenler lokantaya girdiğinde yemek listesini sormaz, masayı lokantada ne kadar yemek varsa donatmalarını isterdi. Zaten lokantacı da masaya gelip yemek çeşitlerini saymaya gerek görmez ve masanın üzerinde boş yer bırakmadan donatırdı. Bu durum artık gelenek haline gelmişti. Lokantacı bu işi çok para kazanmak için değil, öğretmenlere jest olsun diye yapardı, zira aldığı para üç tabak yemek parasını pek geçmezdi. Lokantanın hemen yanındaki otelin sahibi ise gece on ikiye kadar ücretsiz çay- kahve servisi yapar, aldığı konaklama ücreti ise çoğu kez iki paket sigara parasını bile geçmezdi. Kentin en merkezi yerinde, içinde çay ocağı da bulunan küçük bir park vardı. Kente her indiğimde iklimin dışarıda oturmaya uygun olduğu zamanlarda o parka oturup çay içip dinlenmeden dönmezdim. Parka her girişimde ise Âşık Mahzuni’nin sesinden, sözleri Pir Sultan’a ait olan iki deyişi duyardım hep. Bu parkta her uğrayışımda hep bu plak… Kim bilir bu küçük parka belki de sırf bu plağı dinlemek için gelirdim. Sanırım parkta bulunan çay ocağını kiralayan adam da benim gibi bir Mahzuni dostuydu. Bir gün neden sadece bu plağın çalındığını sordum. Kaçak tütün içmekten iyice sararmış dişlerinin arasından gülerek açıkladı: “Bu bizim pikap yalnızca bu plağı çalmayı biliy…” Kitabevi sahibinin iki elinin de parmakları takmaydı. İlçeye indiğimde ilk uğradığım yer orası olurdu hep. Somut, Felsefe Yazıları, Doğrultu dergilerini oradan alırdım. Kitapçının şu sözü hep belleğimde: “Müşterilerimin içerisinde beni en çok dergi almak için gelenleri sevindirir…” İlçe otogarının bilet bölümünde çalışan, siyasi nedenlerle öğretmenlikten uzaklaştırılmış, edebiyata- sanata yakın Anamurlu bir arkadaşla tanışmıştım. Abdülkadir Bulut’un Anamur‘da öğrencisiymiş. Otogara her inişimde onunla oturup söyleşirdim. Yine bir Ağustos günü uğramıştım. Cumhuriyet gazetesindeki bir haberle donup kalmıştık birlikte. “Anamurlu şair Abdülkadir Bulut, Anamur’dan Silifke’ye giderken…” Tarih 9 veya 10 Ağustos olmalıydı. İlçeye her indiğimde yanına uğradığım, üniversiteden terk bir bakkal vardı. Edebiyata, sanata yakın biriydi, Yaşar Kemal’in bütün yapıtlarını okuduğunu söyler, Karacaoğlan’dan ve Dadaloğlu’ndan birçok deyişi o kendine özgü yorumuyla çalıp söylerdi. Tahir Kutsi Makal’ın Tarla, Metin Kökten’in Kuzeysu dergisini ilk onun elinde görmüştüm. İlginç anlatılar dinlerdim ondan. Daha sonra yayımlatabildi mi bilemiyorum ama yine yanına uğradığım bir gün, yıllardır üzerinde çalıştığını söylediği bir roman dosyasını şöyle bir gözden geçirmem için koltuğumun altına sıkıştırıvermişti. Mersin, otuz yılı aşkın bir süredir yılda bir kez uğradığım bir kent, birçok dostum var orada. Öğretmenevinde ilginç bir yapı kooperatifi olayı yaşayan, kırk bir yıl öğretmenlik yaptıktan sonra emekliye ayrılan, altmış dört yaşındaki Hüsrev öğretmenle tanışıyoruz. Halk bilimi araştırmaları yapıyormuş. Anlattıklarını dinleyince şaşkınlık içerisinde kalıyorum. Otuz sekiz yıl önce üyesi olduğu yapı kooperatifi, henüz evleri bitirememiş. Geçen süre içerisinde ödentileri hiç aksatmadan yatırmış, bütün genel kurul toplantılarına da katılmış. Acı bir gülümsemeyle “Evlerin yüzde sekseni tamamlandı (!) şunun şurasında ne kaldı,” diyor. Tam bir film gibi, gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Söz dönüp dolaşıp Arslanköy beldesine, Behzat Ay’a geliyor. Behzat Ay’la tanışırlarmış, onunla olan anılarını anlatıyor. Behzat Ay’ın yapıtlarından, günlüklerinden, doğum yeri olan Arslanköy’den, oradaki toplumsal etkinliklerden söz ediyor. Yine Arslanköylü bir diğer yazar Süleyman Şimşek’ten… Yerel gazetelerde köşe yazıları yazan bir arkadaşımı arıyorum. İki saat sonra geleceğini söylüyor. Akşama doğru öğretmenevinde buluşup Mezitli’de bulunan evine gidiyoruz. Ne kadar da çok apartman yapılmış yol boyu. Otuz yedi yıl önce Mersin’e ilk geldiğimde Mersin- Mezitli arasında tek bir konut yoktu. Yolun güneye bakan yönü sazlıktı, göçerler çadır kurarlardı. Kuzeye bakan yönü ise portakal, limon bahçeleriydi. Şimdi her yer beton yığını. Gaziantep’in en kalabalık sokağıdır Elmacı Pazarı. Tıpkı Konur Sokak gibi yürürken omuzlarınız birilerine değecek kadar kalabalıktır hep. Yaz aylarında Gaziantep’te Elmacı Pazarı’nda küçük bir işyeri olan bir arkadaşımın yanına uğruyorum. Daha önce Sincan İstasyonu’nun bir iki sayısını vermiştim, okumuş. “Yahu ne zaman döneceksin Antep’e? İki üç yıl diye gittin ama yıllar oldu, bakıyorum daha döndüğün filan yok gibi…” diyor ve ardından ekliyor: “İlla Konur Sokak mı olacak, burada da Elmacı Pazarı notlarını yazarsın!..” Yerel ürünlerin doğal haliyle satıldığı bir yer Elmacı Pazarı, tezgâhlarda, fabrikalarda işlenmiş hiçbir ürün bulunmaz orada, her şey doğal ve yalındır; gelip geçen insanlar, işyeri sahipleri de… “Evet, günlüğün hası burada yazılır, sen bir an önce bana buradan bir yer ayarla…” diyorum. Ramazan TeknikelPütürge / Malatya - 1975
Malatya - 1976
Anamur / Mersin - 1977
Mut / Mersin - 1985
Mut / Mersin - 1989
Mersin - 2001
Gaziantep - 2012
(Sincan İstasyonu, Temmuz -Ağustos 2013, Sayı: 66)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR