‘Benliğe Dönüş’ün düşündürdükleri / Tacim Çiçek
Roman, gerçek yazarlar için sancısını, derdini anlatmanın en verimli ve doğru aracıdır.
YAZAR YAVUZ KARDAŞLAR 1966 Diyarbakır doğumlu Yavuz Kardaşlar, çalışma hayatına Siverek Kadastro Müdürlüğünde işçi olarak başlamış. 1988’de aynı ilçedeki Vergi Dairesi Müdürlüğüne memur atanmış. Sonrasında siyasi faaliyetlerde bulunmuş. Çeşitli dergi ve gazetelerde öyküleri, şiirleri yayımlanmış. 1. baskısı Ağustos 2025’te yapılan Benliğe Dönüş (Evincan Yayınları, Ankara) bir ilk roman. Metin Turan, Haydar Demir ve Tolga Arı gibi yıllarca içeride kalmış. Artık özgür. BENLİĞE DÖNÜŞ Kardaşlar’ın içeride olma hâliyle Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonraki iç olaylar çeperindeki üç kardeşin (Turan, Türkan ve Oğuz) hem kişisel, hem de ortak hayat hikâyelerini 12 Eylül Darbesi’nin hemen sonrasına kadar anlattığı romanın adıdır Benliğe Dönüş. Roman, oldukça küçük puntolu 306 sayfa ve 21 bölümdür. Anlatıcı, Oğuz’un torunudur. Bu torun kız mıdır, erkek midir belli değil, sık sık ‘Oğuz dedemin dediğine göre…’ diyerek hikâyeyi, daha doğrusu dedesinin ve kişisel hayat hikâyesinde rastladığı kişilerin hem kişisel hem de ortak hayat hikâyelerini anlatır. Dili sade, cümleleri özenli, anlatımı güzel; devede kulak misali kimi dilsel yanlışlarına rağmen… 2., 9., 13., 17. Ve 19. bölümler Oğuz’un benliğine, kimliğine dönüş hikâyesinde bir eski zaman anlatısı gibidir. Ki rüya altında anlatılanlar 70 sayfadır. 13. Yüzyıl dervişlerinin, tarikat müritlerinin, insanlarının bir dergâhta, tekkede yaşadıkları atmosfer içinde Oğuz’un, Pir’den, onun müritlerden hayata, hakikate ve insan olmaya dair bilgiler edinmesini aktarmakla kalmaz, onların yaşamlarını da deneyimler bu uzun rüyalarda Oğuz. Bunlar olmadan da roman bütünlüğünden bir şey kaybetmiyor aslında ama yazarın anlatıcı torun aracılığıyla hayata dair, benliğe dönüşe dair derdi olduğundan ayrıksı gibi duran bu beş bölümü ekleme gereği duymuş. Bir romanı yazmaya başlamadan evvel, anlatacak dertleri ve sancıları olur yazarların. Okuyucularına bu sancılarını, dertlerini en iyi biçimde nasıl aktaracağı onların adeta aşmaları gereken büyük bir engelleri, hatta kâbuslarıdır bana göre. Esas meseleyi ve yöntemi belirlediklerinde, bir bakıma ayrıntılar toplamı olan romanda istedikleri gibi at koşturabilirler. Buradaki ustalıkları okur nezdinde karşılık bulur. Bunu derken, iyi bir yazar olmakla tanınmış bir yazar olmak arasındaki farkı unutmuş değilim. Ne yazık ki ülkemizde iyi yazar olmakla, üstüne yıldız tozu düşmüş olmak arasında en yüce dağlarımız kadar fark var ve bizde okur diye tabir ettiğimiz kişileri iki gruba ayırıyorum. İlk grup gerçekten okumak için, diğeri de kitapları evinde bulundurup onlarla yaşamak için alıyor. Roman, gerçek yazarlar için sancısını, derdini anlatmanın en verimli ve doğru aracıdır. Bir okur olarak benim için 70 sayfalık bu 5 bölüm ayrı bir kitap olabilirdi. Diğer bölümlerde anlatılan Oğuz’un ve öteki kişilerin ayrı ayrı ya da ortak hayat hikâyelerine doğrudan bir katkısı yok çünkü. Belki de nasıl ki benliğe yabancılaşma bireyin kendini ifade edebilmesini, tüm potansiyelini gösterebilmesini, diğerleriyle olumlu ilişkiler kurup birlikte çalışabilmesini, iyi insani ilişkiler kurmasını bozuyorsa; benliğe dönüş de bu benliğe yabancılaşmanın tam tersidir… Oğuz’un büyük ve ebedi benlikte kendini bulmaya çalışması için rüyaları doğru görmüş olabilir yazar. Çünkü şahsiyet dediğimiz şey, benliğe dönüşle oluşur. BENLİĞE DÖNÜŞ MÜ YOKSA KÖKLERİNİ ARAMAK MI? Özellikle geçmişinde travma bulunan bireyler ya da travmatik toplumlarda yaşayan kişiler ruhsal gelişim dönemlerinde bazı anlarda takılı kalabilirler. Bu takılma hayat boyu da sürebilir. Unutmayalım ki ruhsal süreçlerde ya da insan zihninde zaman mevhumu diye bir şey yok. Kolumuza taktığımız saatlerin gösterdiği zaman ve takvim kavramı insan yaratısıdır. Doğada ve varoluşta andan başka zaman yok gerçekte. Psikolojik dinamiklerimizdeyse bilinçaltımızın karanlık odalarındaki zamansızlık ve sonsuz kayıt etme kapasitesi sebebiyle yaşadığımız her şey o alanda varlık sürer, diye belirtir Freud, Gustav Jung gibi işinin uzmanları. Birey hâliyle bu travmatik durumlardan kurtulmak isteyecek. O sebeple ruhun her hâliyle yüzleşip onları çözmek ve dengeye gelmek için de çaba gerekir. İşte Oğuz, bu rüyalarla çabasını gerçekleştirmeye çalışıyor bence... Bu yüzden de benliğe dönüşü de kapsayan bir köklerini arama hikâyesi olarak da okuyabiliriz Oğuz’un hikâyesini… 1.bölümün başında, Amerikalı Filozof Sidney Hook’tan (20 Aralık 1902 - 12 Temmuz 1989), 2., 7., 13. bölümlerin başında, Endülüslü Filozof Muhyiddîn İbnü'l-Arabî’den (28 Temmuz 1165 - 10 Kasım 1240), 19. Bölümün başında da mistik Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den (30 Eylül 1207 - 17 Aralık 1273) yaptığı alıntılar hem romanın genel temasıyla hem de ilgili bölümlerle oldukça uyumlu. İlk gençliğinin başlarında evde bir tartışma olur. Bu tartışmada babasının dediklerinden evlatlık olduğunu öğrenir Oğuz. Zaten farkındalık duygusu gelişmeye başladığında aynı çatı altında yaşadıklarından farklı biri olduğunu düşünen ve bunu sorgulayan Oğuz için sonradan yaşayacaklarının başlangıcı olur. Bu gerçek ağabeyi Turan ve ablası Türkan için de sürpriz olur. Benliğe Dönüş’te anlatıcı torun, belki de eve dönen dedesi Oğuz’dan, (çünkü finalde, evli ve çocukları olan Oğuz; ailesini bırakıp dağa gider. Böylece geride kalanları içli bir veda ile baş başa bırakır. Dönüp dönmediğine dair de bir emare yoktur romanda.) birlikte yaşadığı kişilerden, belki de hayatının bir dönemine tanıklık eden ninesi Gülistan’dan öğrendiklerini aktarır. Bağlaç olan Oğuz’un kişisel hikâyesi merkezdedir ama sorunlu Turan’ın, uçarı Türkan’ın, bir gölge gibi olan üvey anne Suna Hanım’ın, despot üvey baba Binbaşı Lüftü Bey’in ve diğerlerinin hem kişisel hem de ortak hayat hikâyeleri Oğuz’la ilişkili biçimde aktarılır. TURAN, TÜRKAN İLE OĞUZ’UN HİKÂYELERİ BİR DEĞNEKTE ÜÇ BOĞUM GİBİDİR Türkan’ın ve Turan’ın kişisel hikâyeleri de Oğuz’a bağlanır hep. Roman ilerledikçe Oğuz’un örtülü ve acılı hikâyesi netleşmeye başlar. Nasıl ve neden evlat edinildiğini öğrenen Oğuz, hakikatin ardına düşer. Kütüphanelere, ilgili kişilere başvurur. Bölük pörçük öğrendiklerini, onca yıl yanlarında yaşadıklarının dedikleriyle eşleştirir bir yapbozun parçaları gibi… Ortaya çıkanlar net değildir yine de… Böylece, kendi köklerine, benliğine yolculuk yaparken Cumhuriyet’in kuruluşundan kendisinin içinde yaşadığı 1960’ları, 1970’leri, 1980’leri resmi ve gayri resmi tarihlerine okuyarak, araştırarak yolculuk yapar. Her yeni bilgi onda kişiliği ve benliği ile ilgili değişiklikler yaratır, cevaplanması gereken soruları arttırır. Diyarbakır’da okumayı seçer. Doğu’nun pek çok ilinden kendi yaşıtı üniversiteli gençlerle tanışır. Ülkesinin görmezden gelinen, yok sayılan kanlı baskınlarını okuyarak, dinleyerek öğrenir. Öğrenciliğinin son yılında üvey babasının öldüğünü öğrenir Turan’ın intihar etmeden önce gönderdiği mektuptan. Binbaşı Lütfü Bey’in özel belgeleri arasında Genel Kurmay Harekât ve İstihbarat Daire Başkanlıklarına dair gizli belgeleri de gönderir ağabeyi. 1937-38 yıllarındaki “Tunceli Harekâtı / Dersim Tertelesi” sonrasında öksüz ve yetim kalan çocukların isimleri, aşiretleri, bulundukları bölgeler, kardeş olanlar ve bu çocukların nerelere yerleştirildiklerini, kimlere verildiklerini açıklayan bilgiler işine yarar Oğuz’un. Heyecanla belgeleri gözden geçirir, okur. Sonunda valilik ve çocuk esirgeme kurumu tarafından ayrı ayrı düzenlenmiş ‘teslim-tesellüm’ kâğıdının birinde Kuzey adlı bir çocuğun Balkan göçmeni bir aileden olan Binbaşı Lütfü Bey’e verildiğini öğrenir. İlgili belgeden de, yaşça kendisinden büyük ikisi kız, biri erkek kardeşi olduğunu da okur… Onların verildikleri aileler ve yaşadıkları yerlerin de adları yazılıdır Turan’ın gönderdiği beldelerde… SONRASI MI? Özge bir yolculuğa çıkıp kendi hakikatini arayan Oğuz’un ve de kişisel hayat hikâyesi yolunda rastladığı diğer kişilerin farklı ve özgün hikâyelerini merak ediyorsanız, okumanızı öneririm Benliğe Dönüş’ü… Tacim Çiçek
Gercekedebiyat.com
















YORUMLAR