Son Dakika



Genetik araştırmalar Güney Sibirya'nın Tunç ve Demir Çağı nüfusunun yarıdan fazlasının renkli gözlü olduğunu ortaya koymuştur.1 Bundan ne anlamalıyız ve sonraya nasıl bağlamalıyız?

Türklüğün Altay ailesine eklemlenmesini ilham eden sebeplerden birinin de Doğu Türklüğünde hâkim olan çekik gözlülüğü Moğolsu (Mongoloid) bir biyolojik ırkla telif etme ihtiyacının olduğu açıktır. Batı Türklüğü de -dolayısıyla bu görüşe göre- başka toplumlarla karışarak asli niteliklerini kaybetmiş ve “beyazlaşmıştır". Ancak gözle görünen tarih bunun tersini söylemeyi daha çok mümkün kılıyor. Yani aslen 'beyaz” olan Moğol ve Çin komşuluğundaki Doğu Türklüğü onlarla binlerce yıl süren komşuluk neticesinde görünüm değiştirmiş ve baskın olan Moğolsu özellikleri edinmiş, 13. yy. ve devamındaki Moğol istilaları da bunu iyice takviye etmiştir. Bu etkiye fazla uğramayan Batı Türklüğü ise asli görünümünü büyük ölçüde korumuştur. Nitekim Hodoğlugil ve Mahley'nin araştırma sonuçlarına göre, Türkiye'de az bulunan Doğu Asya ögeleri Kırgız, Uygur ve Hazaralar'dan, onlarda az bulunan Orta Doğu ögeleri de Türkiye Türklerinden çıkartıldığında geriye aynı genlerin kaldığı görülmektedir.2 Bu genler Altaylar'ın batısındaki dünyaya aittir ve baştan beri önerdiğimiz şekilde Türklerin Batı Avrasya kökenleriyle ilgilidir.

Bu bağlamda ulaşabildiğimiz en eski kaynaklardaki Türk tipini incelemekte fayda ve gereklilik vardır. 951 yılında Kirâb 'ül-Mesâlik ve I-Memaâlik (Ülkeler ve Yollar Kitabı) adlı bir kitap yazan Acem yazarı İstahri, 977 yılında yazdığı Suret 'ül-Arz isimli coğrafya kitabında bu eseri yaklaşık aynen alıntılayan Nizipli Arap âlimi İbn Havkal ve çok sonradan, 1228 yılında bitirdiği Mücel 'ül-Buldân adlı eseriyle İstahri’yi izleyen Suriye Hama'dan Yakut, “Hazarlar Türklere benzemezler. Zira Hazarlar kara saçlıdır.” derler.3 Bu hükmün kaynağını muhtemelen hocaları Belhi’den (922) almaktadırlar ama bizim üzerinde durmamız gereken nokta muhalif anlamdır: “Türkler kara saçlı değildir.”  

Başka yerlerde Türklerin güzelliğini öve öve bitiremeyen bu yazarlar, kendi zamanlarındaki Türk kavimleri olarak Uygur, Oğuz, Kıpçak, Kırgız, Karluk ve Peçenekleri verirler ve Türklere benzediklerini söyleyerek Halaçları katarlar. İbn Havkal'ın Hazarları hiç görmediğini iyi biliyoruz. Çok gezen İstahri de Hazar'a gittiğine dair bir bilgi vermiyor. Buradaki kara ifadesi, takip eden cümledeki Kara Hazar adlandırmasının yaptığı bir parazit olabilir. Birbirleriyle tanışıp görüş alışverişinde bulunan bu Müslüman yazarlar eski Türklerde ikili siyasi ve toplumsal örgütlenmenin adlandırması olan Kara ve Ak sıfatlarından insanların rengini anlamışlar, üstelik bir adım ileri giderek izah bile etmişlerdir: “Bu Kara Hazarlar Hintlilere benzerler”.4

Dolayısıyla bu ifade hükümsüz kalıyor ve şöyle bir cümle ila tashih yapmamız gerekiyor: “Hazarlar da diğer Türkler gibi kara saçlı değildir.”

Nitekim bütün kaynakların Türkler arasında saydığı ve bugün dünyada kimsenin bundan kuşku duymadığı Hazarları da başka kaynaklar, sarışın veya en azından renkli gözlü olarak nitelerler: İbn Rabbihi Hazarların açık tenli, siyah saçlı ve mavi gözlü olduklarını söyler.5 İbn Sa'd el Mağrıbi de ona katılır “Onlar beyaz tenli, mavi gözlü, kızıl saçlı, iri vücutludurlar.”6  Bunlar Dunlop'ın dediği gibi tamamen kuzeyli insan tipinin tanımlarıdır: Küçük ve renkli gözler, siyah, sarı veya kızıl saç.

Bu tanıma iki yazar daha katılır. Ömrü boyunca, Halifelik kapıkulu ordusunu oluşturan on binlerce Türk askerinin Bağdat sokaklarında dolaştığını gören sahaf Nedim, Türkler küçük gözlü ve hayli sarışın olarak niteler.7  

Bu ifadeden esas anlamamız gereken şey, Orta Doğu'nun Müslüman yazarlarının gözünde Türklerin genel olarak renkli saçlarıyla bilindiğidir. Türk deyince sarı saçlı adam anlaşılıyordu ve bunun açıklamasına gerek yoktu. Türklerle çok iç içe okuduklarına ve özellikle Bağdat'ta çok fazla Türk gördüklerine göre böyle genel bir bilgide yanılma payı az olsa gerek.

İslam coğrafyacılığının altın çağının en önemli isimlerinden olan Gerdizi, çeşitli Türk kavimleri ve yurtları hakkında ayrıntılı bilgiler verir. Bunlardan biri de o zamanlar en uzaktaki Türk topluluğu olan Kırgızlara aittir ve son derece değerlidir. Zira Çin kaynakları ve Orhon Yazıtları dışında ilk kez başka bir kaynak tarafından bu ayrıntıyla anılırlar. Buna göre, üstte değindiğimiz gibi, 'kırmızı saçlı’ ve ‘beyaz yüzlü’ Kırgızlar Slavlara o kadar çok benzer ki Gerdizi nereden duyduğunu bilmediğimiz bir hikâye anlatır ve Bizans'tan kaçan bir Slav'ın Kırgızların atababası oluşunun hikâyesini uzun uzun nakleder.8 O sırada Kırgızlar, Altaylar'ın kuzeyindeki düzlüklerde yaşıyorlardı ki bugünkü Hakaslar onların Sibirya'daki kalıntısıdır.

O dönemde Kırgız ülkesiyle Müslüman Orta Asya arasında ticaret kervanları işlerdi ve insanlar Güney Sibirya'dan bihaber değildi. Burada şaşırtıcı olan şey, Gerdizi ile aynı bilgiyi ondan zaman ve mekânca çok uzaklardaki Çin kaynaklarının da vermesidir. Buna göre onlar kızıl saçlı, beyaz yüzlü ve yeşil gözlüdürler. Aralarından siyah saçlı olanları talihsiz nitelerlermiş.9 Kırgızların kuzeyinde de adları Po-ma (Alaca Atlı) olarak verilen bir Türk boyu vardı ki dilleri tastamam aynı olmasa da (anlaşılan lehçe farkı vardı) görünüşleri aynen Kırgızlar gibiydi.10 Böyle tasvir içeren bir ismin fazla bağlayıcılığı olmasa da onları sonraki dönemde karşımıza Oğuz birliği içinde çıkan Alayuntlu (Alaca Atlı) boyu olarak teşhis edebiliriz.

Çin kaynaklarının görünüşlerini “çirkin” bularak tarif ettikleri Türk boyları arasında Vusunlar da vardır ki aynen Kırgızlar gibi yeşil gözlü ve kızıl saçlıdırlar.11 Yukarıda bunlara ayrıntılı değinmiştik. Bu boyun kalıntıları şimdi aynı adla çeşitli Türk halkları arasında yaşamaktadır. Hun çağında Cungar boğazının batısında, şimdiki Doğu Kazakistan arazisi civarında yaşamaktaydılar ve sonradan önemlerini kaybetmişlerdir.

Çin kaynaklarının sadece bu boyları 'renkli’ tarif ettiklerini düşünmemeliyiz. Bu eserlerde İslam kaynaklarındaki gibi insanların fiziki görünüşü pek anlatılmaz ve anlatıldıkları yerde işte bu şekilde tarifler vardır. Aynı şekilde başka milletlerin kaynaklarında da saç veya göz rengi gibi hususlardan ziyade, Orta Doğu veya Avrupa halklarına tuhaf gelen geniş yüz, basık burun ve küçük gözler öne çıkartılır. Çin kaynakları münferit kimselerin görünümlerini de vermezler. Bildiğim kadarıyla yalnız “donuk cam gibi gözlerle” büyük öfke saçtığı için elçilerin göz göze gelmeye korktukları büyük Göktürk hükümdarı Mukan'ı (553-572) anlatırlar.12

Bu bapta Prof. Dr. Alimcan İnayet kayda değer bir bilgi nakletti. Göktürk Yazıtları'nda Türk ordularının Kuzey Çin'deki Shang-tung'a kadar vardığı bildiriliyor. Bugün ise şimdiki adıyla Shandong eyaletinde olağanüstü bir durum olarak mavi gözlü Çinlilere rastlanıyor. 1500 yıllık bir kalıtımdan bahsetmek için elimizdeki bilgi yeterli olmayabilir ama bu tür örneklerin akılda tutulmasında fayda var.

Bu bilgilerin hem Kültigin heykelinde gördüğümüz kafa şekliyle hem de Uygur bitiklerindeki resimlerde görülen çekik gözlü insan tipiyle çeliştiği söylenecektir. Öncelikle, Kültigin heykeli bir Çin tipini değil, çekik gözlü yuvarlak kafalı bir Türk tipini temsil eder. Mukan'dan 250 yıl sonra yaşayan Kültigin'in bu kadarcık çekik gözlüleşmesini yadırgamamak lazım.

Ancak henüz doğulu halklarla fazla karışmamış ilk kuşağın mümtaz temsilcisi Mukan Kağan'da böyle bir şey yok. Çünkü Türk budun MS 100 civarında Batı Sibirya bölgesinden Altayar’a gelmiş, dört asır kadar etraftan soyut şekilde (Ergenekon'da) yaşamış ve daha Mukan'ın dedeleri zamanında ortaya çıkmışlardı. Altaylar'dan Ötüken'e taşındıklarında ise daha yoğun bir Moğolsu kitle içinde kendilerini buldular. İslam kaynaklarında Dokuz Oğuzlar olarak bilinen Uygurlar da onlar gibi aynı bölgenin, yani doğu bozkırlarının Türkleri olup, esasında Göktürklerden etnik bir farkları yoktu. Bilge Kağan onlar için “Dokuz Oğuz benim milletim idi. Yer gök karıştığı için, ödüne kıskançlık değdiği için düşman oldu.” der.13  

Buna karşılık Altay-Cungarya çizgisinin doğusuna geçmeyen, dolayısıyla yerli halkla ve Çinlilerle fazla karışmayan Türk boyları olan Kırgızlar, Alayuntlular (?) ve Uysunlar renkli olarak tarif edilirler. Bu arada, günümüzdeki muhtelif Sibirya halkları gibi bu renkli Türklerin de gözlerinin zaten küçük olduğunu, bunu Çinli veya Moğollara bağlamaya gerek olmadığını söylemeliyiz. Siyah saç ve göz geni renkliye baskın olduğundan, doğudan gelen etkinin Türklerin görünümünden ziyade renklerini değiştirdiğini düşünmeliyiz. İlk çağlarda yalnız doğudaki Türkler bu etkiye maruzken 10. yy.dan başlayarak Kitay, 13. yy.da Moğol ve 17. yy.da Oyratların batıya hareketlenmesiyle bu etki Orta Asya'ya yayıldı.

Orta Asya Türklüğü etnik manada Moğollaştı diyemeyiz, aksine gelen sayıca az Moğollar Türkleşip ortadan kalktılar. Ama taşıdıkları genlerin baskınlığı sayısal değerlerinin ötesine geçti. Daha açık ifadeyle, siyah göz ve saç genleri renkli olanları büyük ölçüde ortadan kaldırdı.

Erken dönemde Çin ve Moğol cenahıyla ilişkileri olmayan Batı Türkleri ise zaten her fırsatta renkli olarak anlatılırlar. Türkçede her vesileyle vurgulandığı ve haklarında çok şey yazıldığı için Kuman-Kıpçakların ve onlardan ayrı düşünemeyeceğimiz Oğur-Bulgarların (her ikisi de ‘renkli’ eski Ting-ling boylar birliğinin varisleri olarak) sarışınlığını burada tekrarlamaya gerek yok. Bu bahiste sadece Kuman kelimesinin diğer dillere ‘sarışın’ olarak çevrildiğini vurgulamamız yeter. Etnik isimler çevrilmez ve aynen alınırlar. Türkçemizde çeviri olarak sadece “Kızılderili” kelimesine sahibiz, onu da etnik bir isim olarak görmek mümkün değildir, sadece ırki bir tasnif ve tariftir. Hâlbuki Kuman kelimesi onlara Polovets “sarışın” diyen Ruslardan başlayarak Leh (PMawuci), Çek (Pliawci) Latin (Pallidiy, Alman (Falon, Valwen, vb.) dillerine çevrilmiştir. Batıdaki gelenekten habersiz olan Ermenilerin de onların ismini Kharteaş “sarışın” olarak çevirmesi ilginçtir. Bunda haksız değiller, zira pek çok kaynak onlardan bir topluluğun ismini Türkçe sarı kelimesiyle verir. Rusların onları sarı olarak nitelemesi ve görünümlerini tuhaf ve kendilerinden tamamen farklı bulmaları, Gumilev'un dediği gibi Ruslarla aralarındaki büyük ırk farkına işaret eder.14  

Yine Kumanlar gibi batı, hatta kuzeybatı Türklüğüne sokmamız gereken Oğuzlar da farklı değildir. Zaten Orta Doğu'da Ora Çağ'daki yukarıda bahsettiğimiz Türk imgesi büyük ölçüde Oğuzlara bakılarak oluşuyordu, zira onlar Harezm'de ve Seyhun'un hemen ötesinde Müslümanların doğrudan komşusuydu ve bir rivayete göre Müslümanlaştıkça ‘Türkmen’ adını alıyorlardı. Kıpçakların İslam ülkelerine gelişi yukarıda anılan eserlerin yazımından çok sonradır.

Oğuzlardaki renklilik bizzat atababa ile başlar. Oğuz Destan'nın Uygurca nüshasında onun doğumu anlatılırken “yüzü gök, gözleri al” ifadesi geçer.15 Şimdiye kadarki çalışmalarda bu sözler için hiç tahlilci bir metin tenkidi yapılmış gözükmüyor ve Pelliot”nun da anlam çözümlemesinde ayrıntıya girmediğini görüyoruz. Kelimelerin peşinden gidilerek Oğuz'un yüzünde semavilik bulunduğuna, gözlerinin ise ela olduğuna hükmedildi. Hâlbuki cümle açık ve mecazsızdır, sıfatların içeriği de iyi biliniyor. Mavi yüzlü ve kırmızı gözlü bir insan herhâlde dünyalar güzeli olarak anlatılmaz ancak bir ucube olurdu.

Elimizde tek nüshası bulunan eserde, hatalı bir kulun yanlış bir yazımını düşünmek sorunu çözmektedir. Güzellik al yanakla ifade edilir. Mavilik, bugüne kalan ifadeyle göğermişlik ancak ölünün çürümesini anlatır ve olsa olsa yakışıklı bir Zombiyi tarif eder. Veya ifadeleri alırsak Oğuz Han Avatar kahramanlarından birine benzeyecektir. Mavi rengin insanı Şirinler'deki gibi şirin göstereceğini düşünemeyiz. Kısaca burada kendisi küçük ama sonucu büyük bir tensih hatası var. İki sıfatın yerlerini değiştirdiğimizde sorun çözülür ve “al yanaklı, mavi gözlü, dünyalar gözlü bir çocuk” karşımıza çıkar.

Kayıtlarda, Oğuz kimliğine sahip olduğundan emin olduğumuz kimselerle ilk görüşen kimse olan İbn Fazlan, önde gelenlerden birinin ismini “Alptogan oğlu Etrek” olarak verir ki 13509 bu kelime sarışın demektir ve aynı anlamıyla Kıpçaklar arasında da “geçer”16 Sarı Saltukları, Saru Hanları bir kenara koyalım. Annesi bir Türk olan ve soyunda Batılı herhangi unsurdan haberimız olmayan Orhan Gazi'nin sarışın olduğunu biliyoruz. Bugün İran'daki az sayıdaki sarışın kimselerin tamamına yakınının Türk olması bu bapta düşündürücüdür. Türkmenistan'da Ersarılar büyük ve esaslı topluluklardan biridir. Anadolu'da da diğer unsurlarla fazla karışmayan Ege ve Torosların Yörükleri ile İç Anadolu'nun Alevilerinde çoklukla görülen küçük çakır gözler bu eski Türk tipinin kalıntısıdır. Dede Korkut Hikâyeleri'ne serpilmiş hâlde çok yerde gördüğümüz “ela göz” de bu bağlamda dikkate alınmalıdır.

Elbette dünyada sarışın bir ırk yoktur. Baltık denizinin doğu sahillerinde sarışınlık zirveye çıkar, doğuya ve batıya doğru gittikçe kademeli, güneye indikçe keskin şekilde azalır. Sarışınlık milletleri veya dilleri takip etmez. Güya Avrupa'daki milletlerin çoğundan ırk olarak farklı olan Fin ve Estonlar çok yoğun şekilde sarı iken, Hint-Avrupalı dediğimiz İtalyanlar esmer veya kumraldır. İspanyollar ise genelde daha da esmer olup, Araplara benzerler. Bunu sadece Endülüs kalıntısı olarak göremeyiz. Öte yandan Arapların arasında da renkli gözün nadirattan olmadığını biliyoruz.

Dolayısıyla falanca halk aslen şöyledir, bugün şöyledir gibi saptamalar mümkün değildir. Bizim nesnemiz olan kuzey dünyasında sarışınlık veya kumrallıkla niteleyebileceğimiz bir ırk bulunmadığı gibi, elbette eski Türklerin tamamı da sarı değildi. Belki de toplam nüfusta kumralların oranı daha fazlaydı.

Güneye inince esmerleşme arttı. En eski Türk tipini anlamak için bugünkü Başkırt-Tatar bölgesine bakmak yeterlidir.

Türk ana yurdu olan Güney ve Güneybatı Sibirya boyunca yayılan, eski Ting-ling’lerin torunu olan nüfus, bizce bugünkü Türklüğün mayasını teşkil etmektedir. Türklüğün ırk olmadığı, biyolojik gerçeklik taşımadığı iddiaları da gerçekle bağdaşmaz. Bir Türk ırkı vardır ve anlamak için geçirdiği evreleri iyi bilmek gerekir. Bu ırktan gelenler bugün Anadolu nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturmaktadırlar.

DİPNOTLAR

1Keyser vd., “Ancient DNA Provides New Insights into the History of South Siberian Kurgan People”, s. 404, 408.

2 Hodoglugil ve Mahley, “Turkish Population Structure and Genetic Ancestry”, 8. 20. -

3 Yörükân, Müslüman Coğrafyacılar, s.122; Şeşen, islam Coğrafyacıları, s.139, 158, 167.

4 Sesen, İslam Coğrafyacıları, 8.158, 167.

5 Dunlop, Hazar Yahudi Tarihi, 8.27-8.

6 Dunlop, Hazar Yahudi Tarihi, 8.28.

7 İbn'ül-Nedim, El-Fihrist, 8.29. Bu eser yenilerde Türkçeye çevrilmiştir, ancak çeviride bu metinde geçen Arapça beyaz kelimesi 'aşırı beyaz' olarak alınmıştır ki (Muhammed b. İshak en-Nedim, El-Fihrist, 8.97), bunun Sarışın olarak çevrilmesi gerekirdi.

8 Şeşen, İslam Coğrafyacıları, 6.71-72.

9 Eberhard, Çin'in Şimal Komşuları, 8.67.

10 Kıldıroğlu, Kırgızlar ve Kıpçaklar, 8.93.

11 Eberhard, Çin'in Şimal Komşuları, 8.108.

12  Chou-shu ise onu “gözleri bilye gibi parlıyordu” diye betimler: Mau-Tsaı, Çin Kaynaklarına Göre Doğu Türkleri, s. 19.

13  Ergin, Orhun Abideleri, 8.41.

145 Artamonov, Hazar Tarifi, 8.541. Bu kaydı Hocası Artamonov'un kitabı

15  Gumilev düşmüştür. Pelliot, Uygur Yazısıyla Yazılmış Uğuz Han Destanı Üzerine, 8.11-12.

16  İbn Fazlan, İbn Fazlan Seyahatnamesi, 6.37.

Prof. Dr. Osman Karatay

(Türklerin Kökeni, Kripto yayınları, s. 289-297)
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)