Rüyamda yeni bir düşman / M. Hakkı Yazıcı
Dünyanın bir ucunda insanlar can derdindeyken, öbür ucunda diğerleri sefalar içinde yaşıyor.
Çok çelişik bir dünyada yaşıyoruz.
İtiraz edenler olabilir, ama bana göre öyle…
Yok, hayır!
Dünya, evren, her şey kendi olağan seyrinde; aslında çelişki içinde olan benim.
Buna alışamayan ben ve benim gibileri…
Evet, küresel ısınma, çevre sorunları var, ama öte yanda insanlar, çevreyi kirletmeye; savaşın, ne kadar kötü bir şey olduğunu söyleye söyleye birbirlerini boğazlamaya devam ediyorlar.
Pek hoşlanmadığım, kurtulmak istediğim, ama kurtulamadığım bir ruh hali içindeyim.
Bazen hayat, “Evet’ ile “Hayır” arasına sıkışıyor.
Buna iyice ifrit oluyorum.
Bu ikisinden birinin galebe çalmasıyla ya tümden yok olacağımız, ya da feraha çıkacağımızın söylendiği bir ikileme hapsedilmek isteniyoruz.
Bu tercihte siyah ve beyaz var; grilere yer yok. Gökkuşağının diğer renklerine hiç mi hiç yer yok.
Birileri çıkıyor, demokrasiye ne gerek var; ben her şeyin icabına bakarım, diyor.
Dayatılan bu. Yersen diyorlar.
Alışmak bazılarını rahatlıyor genellikle. Tam tembel işi yani… Kötü bir hal, asıl olması gereken anlayıp da, teslim olmak yerine direnmek.
Bunları zihnimde dolandırmak bazen uykumun kaçmasına, bazen de düşünmekten yorgun düşüp uyuyup kalmama neden oluyor.
Dert çok.
Dünyanın bir ucunda insanlar can derdindeyken, öbür ucunda diğerleri sefalar içinde yaşıyor.
İnsanların çoğunluğu bir ağaç gölgesi, yağmurdan kardan buzdan korunacak bir dam altı ararken; bazıları havuzlu, saunalı, bilmem kaç odalı, denize nazır villalarında caka satıyorlar.
Milyonlarca insanın basit bir özlemi var: Tepesine bomba yağmayan bir vatan.
Bildiğimiz ademoğlunun yani Homo Sapiens’in Homo Deus’a dönüşeceğinin; insanın ve makinenin birleşerek bir tür sayborgun ortaya çıkacağının ileri sürüldüğü bu teknoloji çağında hala Ortaçağı yaşatmak niye?
***
Düşünmekten bitap düşüp, yine uyumuşum.
Ne kadar uyumuştum bilemiyorum, tadilat yapılan yukarıdaki komşunun dairesinden gelen matkap darbesi gürültüsüyle uyandım.
Yine kötü rüyalar görmüştüm.
Meğer uykumda bağırıp çağırmışım.
Hala en son gördüğüm rüyanın etkisi altındaydım. Bu rüya çok fena hırpalamıştı beni.
***
Hatırlamaya çalışıyorum.
Nedeni bir kere, kesin olarak hatırladığım kadarıyla yukarıdaki matkap seslerinin yaratıcısı inşaat ustaları değildi. Onlar rüyama girmemişlerdi.
Kimdi ya da neydi bu rüyama giren yeni düşmanım?
Rüyalarıma sık sık giren bana sınavlarda ne kadar yırtınırsam yırtınayım kırık not veren, bunu da keyifle yapan “sıfırcı hoca”m mı diye düşünüyorum, değildi.
Maaşıma zam yaptırmayıp, sürekli beni işten attırmakla tehdit eden eski müdürüm değildi.
Kaşla göz arasında eksik tartarak hep beni kazıklayan köşedeki manav da...
Her gün televizyonlarda burnumuza dayatılan siyasilerden biri de...
Arkalara yürümediğim için dikiz aynasından bana kötü kötü bakan halk otobüsü şoförü, ya da bozuk param olmadığı için kızan taksi şoförü de…
İlginç, kabusumun kahramanı bir insan değildi.
Kuşkusuz belki yine bir insan ürünüydü, ama etten kemikten bir insan değildi.
İnsan değildi de neydi?
Kaçırdığım, arkasından yetişmek için kan ter içinde koştuğum belediye otobüsü değil rüyama giren.
Geç kaldığım zamanlar kestirmeden gitmek için bahçesine daldığım komşumun paçama yapışan azgın köpeği de...
Veya reklamlarda tanıtılan nefret ettiğim bir ürün de...
Rüyama giren ruhumu didikleyen, beni hırpalayan yeni bir düşmandı.
***
Yavaş yavaş hatırladım. Rüyama giren şey bir bilgisayar programıydı.
İnternette gezinirken görüp, merak edip indirdiğim, sonra silemediğim, kurtulamadığım bir bilgisayar programı.
Bilgisayarıma musallat olan davetsiz, hain bir virüs gibi…
Bu, yazma meraklıları için uydurulmuş bir programdı. Bu bilgisayar programına sahip olan bir heveslinin Tolstoy’un, Dostoyevski’nin romanları kalınlığında ve o kalitede bir roman yazabilmesi işten bile değildi.
Tanıtımı böyleydi.
Saçmalık.
“Öykü atölyeleri”ne, “yaratıcı yazarlık kursları”na bile dudak büken benim gibi birisi için böyle bir saçmalığa itibar etmek kesinlikle olamazdı. Ben, bir yazarın okulunun kendi okuma serüveni olduğuna imanla inananlardanım.
Ama gaflete düştüm işte, merak ettim.
Efendim, güya öykü fikrini giriyorsun, kahramanları, ortamı tasvir ediyorsun program o güne kadar yazılmış bütün edebi ürünlerin içinden bir tarama yapıp, imgeler yaratarak, kurgulayarak sana kendiliğinden romanı yazıp, sunuyor.
Yazarın yeteneği, üslubu? Hiçbir şeye ihtiyaç yokmuş. Program bunu kendisi yapıyormuş. Hem de çok yetenekli bile olsan, senin yapabileceğinden daha iyisini…
Hay merak edip, indirmez olaydım.
Şöyle bir bakıp, sonra günlük işime devam edeyim dedim, ama mümkün değil.
Bilgisayarımın içindeki bu programı unutup, bir şeyler yazmak istiyorum. Program hemen devreye girip kendi kafasına göre benim yazdıklarımı düzeltip, bir şeyler yazıyor.
Yazılanı beğensem bile beni geriyor. İstemiyorum. İyi olmasa da, kimse beğenmeyecek olsa bile kendim yazmak istiyorum.
Ancak olmuyor, programı devreden çıkarmaya çalışıyorum. Olmuyor, beceremiyorum.
Denetim masasından programı iptal edip, tarihe gömmek istiyorum.
Sildim, programdan kurtuldum sanıyorum, olmuyor; yine ortaya çıkıp yazdıklarıma müdahale ediyor.
Tam becerdim zannederken yine ortaya çıkıyor.
Her şeyi bilirim, ben her şeyi yaparım iddiasındaki; her şeye müdahale eden, başkalarının yaşam hakkını elinden almaya hevesli insanlardan illallah demişken bir de bu program çıkmıştı başıma.
Deliye dönüyorum.
Gece yarısı, geç oldu demeden bu işlerden anlayan bir arkadaşımı arıyorum. Uykulu sesiyle bana anlatıyor. Denetim masasını aç, program ayarlarına gir, şunu yap, bunu yap, falan diye.
Oldu zannediyorum. Bakıyorum olmamış.
Sonunda dayanamayıp eski usule dönmeye karar veriyorum.
Boş bir defter, kurşun kalem ve silgimi alıp masaya oturuyorum.
Öyle ya Tolstoy, “Anna Karenina”yı, “Savaş ve Barış”ı bilgisayarla mı yazmıştı?
Tam böyle düşünüp, işe girişirken gaipten bir ses “Sen, Tolstoy’un aynı zamanda eski sekreteri olan karısı Sofia olmasaydı bu tuğla kalınlığındaki romanları yazabilir miydi sanıyorsun?” deyip keyfimi kaçırıyor.
Defteri, kalemi bir tarafa fırlatıp atıyorum.
***
Tam o anda yukarıdan matkap sesleri geliyor. Uyanıyorum.
Üzerimdeki yorganı çekiştirerek, gözümü açıyorum.
Şükürler olsun gözümü açmış, o kötü kabustan kurtulmuştum.
M. Hakkı Yazıcı
mhyazici@gmail.com
Moskova, 30 Ocak 2017
YORUMLAR