“Rahatı Kaçan Ağaç”! Gezi Parkı direnişi / Ali Mustafa
28 Mayıs 2013 sabahı, Gezi Parkı hüzünlü bir güne uyandı, iş makineleriyle polis nezaretinde ağaç sökümüne saat 08.00’de tekrar başlandı. Sökümü engellemeye çalışan, çoğunluğu gençlerden oluşan çevrecilere polis biber gazı sıktı.
l. “Bir ağaç ölür bir halk dirilir”
İkircikliği gece kuşlarının
Camları tırmalayan ayışığı
Tan ağardığında görülen aydınlık
Ve kuşların alaca sarmaşığı
(İlhan Demiraslan, Devrim İçin Şiir, Sanat Emeği, Şubat 1980, Sayı: 24)
Şair sezgisi...
Yıllardan 2013, aylardan mayıstı...
İstanbul... Taksim... Gezi Parkı...
Tan ağardığında görülen; kuşların yıllardır yuva yaptıkları, yavrularını uçurdukları ağaçlardan kaçarken canhıraş seslerle kanat çırpmaları, havalanamayıp Gezi Parkı’nın zeminine can havliyle düşmeleriydi. Kedilerin, köpeklerin, bilcümle canlı cansız varlıkların feryadıydı kulaklarda. Çevreci gençlere atılan gaz bombaları, sıkılan kimyasal suydu. Darmadağın edilen bir parktı... kurulan barikatlar... direniş... direniş... direnişti...
Ülkeyi boydan boya saran “direniş”in ilk günlerine dönersek...
“Taksim Meydanı’nı Yayalaştırma Projesi”, 2011’den beri gündemdeydi. Proje, İstanbul halkından gizlenerek, ne olacağı köşe bucak saklanarak yavaş yavaş uygulamaya konuldu. Bu proje kapsamında Gezi Parkı’na da “Topçu Kışlası” adı altında AVM, rezidans vb. hilkat garibesi gibi yapılar düşünülüyordu. Yönetim bu projesini adım adım gerçekleştirmeye başladı. Taksim Meydanı şantiyeye dönmüştü. Sıra Gezi Parkı’na gelmişti. Orası da göz açıp kapayıncaya kadar halledilmek isteniyordu.
27 Mayıs 2013 saat 22.30’da iş makineleriyle “yaya yolu genişletme” bahanesiyle Gezi’nin ağaçları sökülmeye başlandı. Durumu öğrenen Taksim Dayanışması bileşenlerinden oluşan çevreciler Gezi Parkı’nda iş makinelerinin önüne kendilerini siper etti. Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökümünü üstlenen firma yetkilileri hemen güvenlik güçlerini yardıma çağırdılar. Söküme ara verilmişti.
Gezi Parkı’nda polisin ve çevrecilerin gergin bekleyişi ertesi günün sabahına değin sürdü.
28 Mayıs 2013 sabahı, Gezi Parkı hüzünlü bir güne uyandı, iş makineleriyle polis nezaretinde ağaç sökümüne saat 08.00’de tekrar başlandı. Sökümü engellemeye çalışan, çoğunluğu gençlerden oluşan çevrecilere polis biber gazı sıktı. Çok çarpıcı sahneler yaşandı. (Özellikle kırmızılar giyinmiş bir kadına sıkılan göz yaşartıcı gazın yarattığı görüntü, gazete ve televizyonlarda yayımlanınca, fotoğraf direnişin simgelerinden birine dönüştü.) İstanbul 2. bölge milletvekili Sırrı Süreyya Önder kendini iş makinelerine siper etti:“Ben bölge milletvekiliyim, ama aynı zamanda kuşların, ağaçların da vekiliyim.” direnciyle ağaç sökümünü durdurdu. Halkın parkına ve ağaçlarına sahip çıkma direnişi “sosyal medya”ya taşındı. O güne kadar pek farkına varılmayan bu vahşi girişim, çevreye duyarlı gençlerin Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçları koruma direnişine yol açtı. Artık çadırını, battaniyesini alan parka geliyor orda sabahlıyordu. İş makineleri ve güvenlik güçleri parkı terk etmek zorunda kaldı.
İki gün boyunca onlarca çadır kuruldu Gezi Parkı’na. Artık ağaçlar gençlere emanetti. Onların yaprağına, dalına, filizine zarar verilemeyecekti.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin
(Melih Cevdet Anday, Rahatı Kaçan Ağaç, Varlık Yayınları,1946)
Ağaçlar ve gençler aşkı öğrenmişti. Taksim gezi parkı direniyordu. Gençler çadırlarında sabaha kadar nöbet tutuyor, gündüz nöbet değişimi yapılıyor, okullara, işyerlerine gidiliyor, akşam tekrar gezi parkına dönülüyordu.
Ortak yaşam alanlarının savunulması, yönetimin “dediğim dedik” tavrını sertleştirdi. 1 Haziran 2013 sabah 05.00’te polis TOMA’larıyla, gaz bombalarıyla Gezi Parkı’na girdi. Çadırlar yakıldı, gençler parktan atıldı. İstanbul’un orta yeri, (şairin deyişine ekleme yaparsak) “cehennem sineması”ydı artık. Gezi Parkı’na yapılan saldırı çeşitli toplum kesimlerinin Taksim’e akmasına yol açtı. Sivil toplum kuruluşları, siyasi partiler, halkın önemli bir kesimi protesto yürüyüşüne geçti. Polis gün boyu Taksim’i, İstiklal Caddesi’ni ablukaya aldı. Durmaksızın gaz bombaları atılıyor, Taksim’e ulaşmak isteyen halkın üstüne tazyikli su sıkılıyordu. Bu kargaşa ortamı gün boyu sürerken ülkenin ana akım medyası olayları görmezden geliyor, haberlerde yer vermiyordu olan bitene. Taksim’de sergilenen dehşet tablosu sosyal medyada dalga dalga yayıldı. Saat 16.00’ya gelindiğinde Taksim ve çevresi, İstiklal Caddesi, Beyoğlu’nun ara sokakları bir savaş alanına dönmüştü. Halkın kararlı direnişi karşısında güvenlik güçleri ani bir kararla Taksim’den ve Gezi Parkı’ndan çekildi. Taksim’e insan seli aktı. Gezi Parkı’na tekrar girildi. Şarkılar, halaylar eşliğinde bir şenlik başladı. Direnen halk, parkını ve Taksim’i geri aldı:
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine,
Bu hasret bizim
Nâzım Hikmet’in dizelerindeki coşku ülkenin dört bir yanına yayıldı. Taksim’de uygulanan şiddet birçok kentte protesto edilmeye başlandı. Artık dillerde yaygın bir haykırış vardı: “Her yer Taksim her yer direniş”. Gösteriler başta İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antakya olmak üzere dört bir yanda yaygınlaştı. 1 Haziran gecesi boyunca direniş barikatları kuruldu.
ll. “Her yer Taksim, her yer direniş”
2 Haziran 2013 itibariyle ülkenin dört bir yanında protesto yürüyüşleri düzenlenirken Taksim Gezi Parkı’nda yepyeni bir dünya kuruluyordu. Yakılan bir düzine çadırın yerine kurulan yüzlerce çadırla gençler parkı yaşamevi haline getirdiler. “Taksim Gezi Parkı Komünü” oluşmuştu. Bu ortak yaşam alanında para geçmiyordu. Evlerden getirilen yiyeceklerle ortak bir mutfak oluşturulmuştu. Sosyal ve kültürel bir yaşam alanına dönüştürülen parkta her görüşten siyasi partinin, derneklerin stantları açıldı, Gezi Parkı Kütüphanesi kuruldu. Çocuklar için resim ve öykü atölyeleri oluşturuldu. Park soluk alıp vermeye başlamıştı, yepyeni bir dünyanın, ütopyanın da kapılarını aralayarak.
Bu yenidünyayı ilk selamlayan sanatçılar oldu. Zülfü Livaneli, Edip Akbayram, Volkan Konak, Yavuz Bingöl ve daha birçok sanatçı, sinemacı, yazar, şair 2 Haziran 2013 akşamı Gezi Parkı Direnişi’ni desteklemek için orada, halkın arasındaydılar. Livaneli kısa konuşmasının sonunda: “Bir ağaç ölür, bir millet dirilir.” deyince Edip Akbayram gözyaşlarına hâkim olamadı. Bu aynı zamanda bir halkın gözyaşlarıydı. Ülke boydan boya hüzün içindeydi.
Ülkeyi yönetenler, siyasetçiler bu yaşananların boyutunu, gençlerin, halkın istemlerini kavrayamamışlardı. Başbakan: “Çapulcular”, “Ayyaşlar” “Marjinaller” gibi ağır sözler söyledi parkını savunan insanlara.“Yüzde elliyi evlerinde zorla tutuyorum” deyip Kuzey Afrika gezisine gitti. Cumhurbaşkanı: “Mesaj alındı.” “Sandık her şey değildir.” dedi. Ne var ki her gece sokaklara taşan halkın üzerine yine gaz bombaları atıldı, tazyikli su sıkıldı, “orantısız güç” kullanıldı.
Ülke boydan boya direniş iklimine girmişti. Rüzgâr bir halkın ayağa kalkışından yana esiyordu. Özgürlük istemleri arttıkça, güvenlik güçlerinin şiddeti de büyüdü. Ölüm haberleri gelmeye başladı. Antakya’da Abdullah Cömert adlı 22 yaşındaki bir genç başına aldığı darbeyle yaşamını yitirdi.
Ana akım medya baştan beri halkın isyanını yansıtmayıp olanları “penguen” belgeselleriyle, magazin programlarıyla perdeleyince “sosyal medya” halkın ortak sesi oldu. Direnişe ilişkin fotoğraflar, haberler Twitter, Facebook ve internet siteleri üzerinden akmaya başladı. Böylece geniş halk kesimleri olan biteni anlamaya, değerlendirmeye başladı. Güvenlik güçlerinin uyguladığı “orantısız şiddet” beraberinde pasif direniş yöntemlerini de doğurdu. Direnişçiler kendi televizyonlarını kurdu: çapul.tv... Gezi Parkı’nın haklı direnişini anlatmak için günlük gezi postası bülteni yayımlandı. Gençler kentin duvarlarını, panolarını, dükkân kepenklerini “grafitti direnişi”yle donattı. Ortaya “orantısız mizah” diye tanımlanan bir karşı duruş çıktı. Bu, kısa sürede o kadar yaygınlaştı ki benzer sloganlar, duvar yazıları, pankartlara da yansıdı yürüyüşlerde; halkın mizah gücü kendini gösterdi. Belli başlı mizah dergilerinin kapaklarında boy boy direniş karikatürleri yer aldı. “Çapulcular” sözcüğünden İngilizceye bir terim kazandırdı direnişçiler: “Çappuling”... Ülke tarihinde görülmemiş bir “mizah direnişi” başladı. “Penguen”, direnişin sembolü oldu.
Gençlerin direnişi topluma özgüven kazandırdı. Sosyal medya sıcağı sıcağına direnişi yansıttı. Böylece yüz binlerce insan kentlerin meydanlarına aktı. İzmir’de Twitter paylaşımı nedeniyle 33 yurttaş gözaltına alındı. KESK, DİSK, TMMOB, TTB 4-5 Haziran 2013’te iş bırakma eylemi yaptı. Antikapitalist Müslümanlar, Miraç Kandili’nde Gezi Parkı’nda kandil simidi dağıttı, namaz kıldı, dua etti. Halk bütünleşmişti.
1 Mayıs’ta emekçilere açılmayan Taksim Meydanı, halkın meydanı olmuştu artık. Sivil toplum kuruluşlarının, sosyalist partilerin bayrakları, flamaları AKM’yi boydan boya kapladı, Deniz Gezmiş ve Atatürk posterleriyle birlikte. Hem Gezi Parkı hem de Taksim Meydan’ı her görüşten siyasi parti ve STK’ların flamaları ve stantlarıyla donandı. Gezi Parkı’nın çadırları Taksim Meydanı’nın şantiye görünümündeki alanına kadar yayıldı.
Dünya basını ve televizyonları böyle bir halk direnişini görüntülemek ve yansıtmak için İstanbul’a Taksim’e aktı.
9 Haziran 2013’te Taksim Meydanı’nda bir görkemli mitingde buluşma çağrısı yapıldı. Binlerce insan öğle saatlerinden sonra Taksim Meydanı’nı ve Gezi Parkı’nı doldurdu.
“Her yer Taksim her yer direniş” “Faşizme karşı omuz omuza” “Hükümet istifa” sloganları ülkenin dört bir yanına yayıldı Taksim Meydanı’ndan.
Başbakan yurda dönünce sert üslubunu sürdürdü:“O bez parçaları AKM’den indirilecek, park boşaltılacak.” Bu beyanatlar direnişi daha da yaygınlaştırdı. Özellikle Ankara’da Kennedy ve Tunalı Hilmi Caddesi’nde, Kuğulu Park’ta Gezi’yi destekleyen eylemler geceler boyu sürdü.
“Gezi Parkı Direnişi” dünya medyasına bütün yoğunluğuyla yansıdı, öyle ki Tayvan NMATV televizyonu Gezi Parkı olaylarını komedi-animasyon olarak yayımladı ve bu videoyu ilk gün internette 950. 000 kişi tıkladı. CNN International televizyonu Gezi Parkı’ndan canlı yayına başladı. Dünya medyası “direniş”i, ilk haber olarak verdi. Brezilya’da grev yapan işçilerin üzerine polis gaz bombası atınca Brezilyalı emekçiler hep bir ağızdan haykırdı: “Burası Türkiye!”
İstanbul’u yöneten devlet erkânı, gençleri ve halkı anlamada yetersiz kaldı. Vali gençlerin park direnişine ilk günlerde sert bir tavır koydu. Sonraki günlerde ise Twitter’de: “Orda sabahları kuş sesleriyle uyanıyor musunuz? Arılar vızıldıyor mu?” sözleriyle yumuşak bir üslup kullanmaya başlamıştı ama Gezi Parkı’nın kuşları, martıları, arıları çoktan o bölgeyi terk etmişti.
11 Haziran 2013 sabahı yoğun bir gaz bombardımanı ve kimyasal maddeler içeren tazyikli sular fışkırtan TOMA’larla güvenlik güçleri Taksim’e girdi. Meydan tamamen boşaltıldı, AKM’ye asılan bütün flamalar, posterler söküldü. Yerlerine iki Türk bayrağı ve Atatürk posteri asıldı. (Atatürk posteri direnişin başından beri Taksim’deydi) Meydandaki direnişçiler Gezi Parkı’na çekildi, parkın girişine barikatlar kuruldu.
Gerginlik ülke genelinde yaygınlaşarak sürdü. Kentler ayağa kalmıştı. Ülkenin dört bir yanı “Faşizme karşı omuz omuza” sloganlarıyla çınlıyordu.
Gazeteler, bu son operasyonu “vahşete döndü” manşetiyle yansıttı 12 Haziran günü. Taksim Dayanışması açıklama yaptı: “Gezi’yi bırakmayacağız”...
Hükümetten açıklama geldi: “Gezi Parkı için referanduma gideriz.”
Taksim Meydanı bütün “marjinal gruplar”dan temizlenmişti. Halk temizlenememişti, akın akın meydanı dolduruyordu gün boyu.
İtalyan asıllı Alman piyanist Davide Martello, piyanosunu getirip Atatürk Anıtı’nın önüne koydu, akşam Taksim Meydanı’ndaki halka, “direniş konseri” verdi. Şiddete karşı sanatın zarafetiydi bu.
Hükümetten açıklamalar yapıldı: “Gezi Parkı temsilcileriyle görüşebiliriz”... Görüşmeye Necati Şaşmaz, Hasan Kaçan, Hülya Avşar çağrıldı. Gezi Parkı’na bir kez bile gitmeyen, olan biteni anlamayan bu sanatçılar(!) görüşme çıkışında hükümetin görüşlerini tekrarlamaktan başka bir şey yapmadılar. Üstelik ne dediklerini anlamak için tercümana ihtiyaç duyuldu. Mizahın dozu iyice yükseldi.
14 Haziran’a gelindiğinde hem İstanbul Valisi hem de Başbakan kimi ekiplerle görüşmelerde bulundu. Halit Ergenç ve Sunay Akın’ın başını çektiği adlar ile Gezi Parkı direnişçileri gençlerden oluşan heyetin başbakanla görüşmelerinden yine bildik görüşler çıktı: Hükümetin Gezi Parkı’nın 24 saatte boşaltılması ısrarı.
Vali açıklama yaptı: “Anneler çocuklarınızı Gezi Parkı’ndan alın.” Hükümet açıklama yaptı: “24 saat içinde Gezi Parkı boşaltılacak.” Tepkiler dinmek bilmiyordu. Bu sert tutuma karşı yurdun dört bir yanında direnişler daha da yoğunlaştı.
Ankara’daki gösterilerde Ethem Sarısülük polis kurşunuyla öldürüldü. “Direniş”e kan bulaşmıştı artık. Ülke, Enver Gökçe’nin “Kardeşlik Acıları” şiirindeki gibi ağır bir hüzne bürünmüştü:
Beni şehir şehir beni,
Beni köy kent beni
Beni usul beni yolca götür
Kardeşlik treni!
Ağır yaralılar taşıyorum
Takvimler 15 Haziran 2013’ü gösterdiğinde “direniş” ülkenin dört bir yanında sürüyordu. Yalnızca Gezi Parkı sakinliğini koruyordu. Güzel bir İstanbul gününde halk Taksim Meydanı’nı ve Gezi Parkı’nı doldurmuştu. 14 Haziran günü başlayan forumlar devam ediyordu. Oğullarını Gezi Parkı’ndan alması istenen anneler, insan zinciri oluşturarak parkın dört bir yanını dolaşıyor, gençlere yanlarında olduklarını gösteriyorlardı. DİSK 1970’lerin 15-16 Haziran Direnişi’ni kurulan platformda küçük bir mitinge dönüşen etkinlikle anıyordu. Park 15 gündür devam eden olağan yaşantısına devam ediyordu. Gezi Parkı Açık Hava Kütüphanesi’ne ilgi yoğundu. Buradan parasız kitap alınabildiğine inanamıyordu kitapseverler. Çocukların da yoğun bir ilgisi vardı kütüphanenin açık hava kitap sergisine. Gezi Parkı’nda böyle bir kütüphane açıldığını duyan, evden koli koli kitap getiriyordu sergiye. Hatta bir dağıtımcı baskıdan daha yeni çıkmış kitapları getirip bırakıyordu sergiye.
Taksim Gezi Parkı’nın ortaklaşmacı, katılımcı yaşamı 15 Haziran saat 20.33’e değin sürdü. Güvenlik güçleri Taksim Meydanı’nda birikmiş binlerce insanın üzerine TOMA’ların namlularından kimyasal içerikli tazyikli su sıktı, gaz bombaları yağdırdı. Meydan temizlenmiş, sıra Gezi Parkı’na gelmişti. Yarım saatte parktaki binlerce insan tazyikli su ve gaz bombalarıyla darmadağın edildi. Halk panik içinde ara sokaklara, çevredeki binalara, otellere sığındı. Gece boyu Taksim’in civarında, Gümüşsuyu’nda, İstiklal Caddesi’nde, Tarlabaşı’nda müdahaleler sürdü. Taksim’e çıkıp tepkisini göstermek isteyen halk püskürtüldü.
Gün ağardığında Taksim, Gezi Parkı güvenlik güçleri tarafından tekrar ele geçirilmişti! 16 Haziran 2013 sabahının erken saatlerinden itibaren Taksim ve Gezi Parkı insansızlaştırılmaya başlandı. İş makineleri gelip barikatları kaldırdı, “direnişçi” gençlerin çadırlarını söktü. Taksim insanlardan arındırıldı. Gezi Parkı ıssızlığa büründü. Belediye oraya çiçek dikmeye başladı.
Başbakan açıklama yaptı: “Gezi Parkı’nı milletimize teslim ettik.”
15 gündür süren “direniş” yeni bir aşamaya geçti. 17 Haziran 2013’te sendikalar “genel grev” kararı aldılar ve iş bırakma eylemi başladı DİSK, KESK öncülüğünde sendikalar, sivil toplum kuruluşları Taksim’e yürüyüşe geçti. Bütün yollar kesildi, TOMA’lar caddelere dizildi, gaz bombaları hazırlandı. Taksim’e kimse sokulmayacaktı. Öğleden sonra kitle sendikalarının üyeleri, halkla birlikte iki koldan Taksim’e akıyordu. Ne var ki güvenlik güçlerince önleri kesildi. Sendikalar yürüyüşü durdurma kararı aldı.
lll. “Güzel günler göreceğiz çocuklar”
18 Haziran’dan sonra kitlesel eylemler biçim değiştirdi. Performans sanatçısı Erdem Gündüz, AKM’nin önüne gelip sekiz saat kıpırdamadan “durma eylemi” yaptı. “Gezi Parkı Direnişi” bambaşka bir boyuta evrilmişti: Susarak direnmek, kıpırdamadan durmak. Artık insanlar sessizce Taksim Meydanı’nda geliyor durma eylemini gerçekleştiriyorlardı. Eylem, yurdun dört bir yanına yayıldı. Bir başka özgün direniş biçimi de İstanbul’un parklarında akşamları toplanan forumlarla gerçekleştirilmeye başlandı. Katılımcı demokrasi ile doğrudan demokrasi ilk meyvelerini veriyordu ülke çapında.
Taksim Dayanışması, baştan sona Gezi Parkı’nı tüm gücüyle savundu, hukuk yoluyla parkı halkın parkı yapmaya çalıştı. Bu uğurda gençler yaşamlarını yitirdi, 12 yurttaşımız gözlerini kaybetti, 10.000 insanımız yaralandı. Ülkenin sürüklendiği demokrasi dışı tutum yalnızca insanlara kastetmedi, kuşlar, bitkiler öldü... Turgut Uyar’ın deyişiyle unutulmaz “bir haziran” yaşandı:
Ve bizim bir haziranımız
Taksim Dayanışması 22 Haziran 2013 Cumartesi Taksim Meydanı’nda, “Gezi Parkı Direnişi”nde öldürülen yurttaşları anma toplantısı düzenledi. Saat 19.00’da başlayan karanfilli anma saat 20.30’den sonra yine bilinen yöntemlerle dağıtıldı, gece boyu Taksim, Beyoğlu, İstiklal Caddesi şiddetin karanlığına gömüldü. Karanfiller soldu. Yurdun dört bir yöresinden protesto haykırışları yükseldi.
23 Haziran 2013 Pazar günü, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin “2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı”nda yaşamını yitiren aydınları anmak için Kadıköy Meydanı’nda düzenlediği mitingde yüz binlerce yurttaş bir arada kardeşçe yaşamanın en güzel örneğini sergilediler. Her kesimden yurttaş, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve başından beri “Gezi Parkı Direnişi”ne destek veren Antikapitalist Müslümanlar da mitinge katıldılar: “Gelin canlar bir olalım”...
27 Mayıs 2013’ten 27 Haziran 2013’e bir aydır ülkeyi ve dünyayı sarsan bir “30 gün” yaşandı Türkiye’de. İstanbul’da Taksim Gezi Parkı’ndan başlayan “direniş ruhu” barışçıl eylemlerle ülkenin dört bir yanında sürüyor. Nâzım’ın deyişiyle:
Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
göre-
-ceğiz...
Ali Mustafa
* Kıyı, Temmuz-Ağustos 2013, Sayı: 284
Gerçekedebiyat.com
Parkta yeni bir yaşam alanı kurulmuştu. Evlerden börekler, pastalar getiriliyor, kurulan çay ocaklarında çaylar demleniyor, ortaklaşa bir yaşam alanı açılıyordu.
Bir yıl kadar yetecektir dünyaya
Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış
Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız
Hayâsız pençelerini kokuyla gizleyen
Bir olgu olmayacaktır sana
Ölülerimiz toplanacaktır
Doldurulan bir kıyı gibi.
YORUMLAR