Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı: Türk düşünce dünyasında fazla felsefeci yok!
Doğu-Batı çatışmasının bütün diplomatik araçları terk edip kaba güçle sürdüğü günümüzde, maalesef hala böyle bir çatışmanın olup olmadığının bilincinde bile olmayanımız çoktur. Türkiye 'Batı ekseni'ne sokulduğu yıllardan sonra dengesini kaybetti ve havası kaçan bir balon gibi kendi etrafında bilinçs...
Sayın Kurtuluş Kayalı, siz “Türk Düşünce Dünyasi" ile ilgili kitaplarınızda, düşünce adamı olarak Pertev Naili Boratav, Orhan Şaik Gökyay, Muslafa Akdağ, Niyazi Berkes, Hilmi Ziya Ülken, Behice Boran gibi genellikle sosyoloji, siyaset ve kültürel alam kendisine sorun edinmiş kişileri konu ediniyorsunuz. Burada dikkat çeken bir şey var: “Türk düşünce dünyası” kavramı içinde felsefeciler yok. Cumhuriyet dönemi felsefecileri bu kavram bağlamında değerlendirilemez mi? Ne dersiniz? Kurtuluş Kayalı: Türk düşünce dünyası ile ilgili yayımlanmış kitaplarımda ve yayımlanmamış makalelerimde, evet, fazla sayıda felsefeci yok. Ancak bu metinlere bakınca bir felsefecinin, Hilmi Ziya Ülken’in saptamalarının çok merkezi bir yer tuttuğunu görmek gerek. Hilmi Ziya Ülken’in temel saptaması da Türkiye’de felsefenin, felsefi düşüncenin yokluğu. Türkiye'de Çağdaş Düşünce Tarihi kitabının başında da teorik düşüncenin Türkiye’de gelişmediğini anlatıyor. Onun ötesinde Batı düşüncesinin temel metinlerinin daha Türkçeye çevrilmediğini belirtiyor. Ondan öte genel yaklaşım olarak da Türkiye’de Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi düşünce hayatının olağanüstü yüzeysel olduğuna işaret ediyor. Bir önemli felsefeci ve sosyoloğun bu saptamalarının çoğu sorunu açıkladığını sanıyorum. Bunun dışında, Hilmi Ziya Ülken'den başka felsefecilerin onun ölçüsünde geniş konularla uğraştıklarını söylemek mümkün değildir. Onun ötesinde, felsefeciler açısından iki ana eğilim olduğunu belirtmek gerekecektir. Bunlardan biri dar uzmanlık alanlarında odaklaşma eğilimidir. Öteki de neredeyse bütünüyle felsefeden uzaklaşma eğilimidir. Dar alanlarda uzmanlaşanların adeta puzzle çözer gibi sorunlarla uğraşmaları genel sorunlarla ilgilenmelerinin önünde engel oluşturmuştur. Bunlar da problemlerin sorunuyla, çözümleriyle ilgilenir durumdadırlar. Ötekiler de artık felsefi metin yazmak yerine deneme yazarı olmuşlardır. Türkiye dışında herhangi bir ülkede bu kadar fazla deneme yazan felsefeci olması söz konusu değildir. Türkiye’de felsefe çalışmalarının birikimiyle yeni kuşak felsefecilerin yetişmesi söz konusu değildir. Türk düşünce hayatının geçmişiyle de uzman felsefecilerden daha çok, akademik çalışma kökenleri ilahiyat olan felsefeciler ilgilenmektedir. Envanterinin çıkarılmadığı bir alanda bir gelenekten, Yerli bir gelenekten söz etmek mümkün görünmemektedir. Yerli bir felsefeden söz edenlerin hiçbir yerli felsefeci üzerine metin yazmamaları bu yerlilik, özgünlük iddiasının belirgin bir şekilde keyfi olduğunu göstermektedir. Nitekim felsefecilerin, belki de kendi çalışmalarının dışındaki çalışmaları ciddiye almadıkları görülmektedir. Onların evrensel düzeyde metinler yazmadıkları şeklinde bir düşünceleri vardır. İlk dönemlerden beri Türkiye’de felsefe yapılamayacağına dair özellikle de felsefecilerin düşünceleri vardır. Bu konuda, benim metinlerimde elbette çok sayıda eksiklikler vardır. Ancak bu eksikliklerin yeni dönem çalışmalarına dönük olarak değil, eski dönem çalışmalarına ait olduğu açıktır. Ancak benim düşünsel donanımım bu sorunu çözümlemek için yeterli değildir. Fakat bir başka konu da başka alanlardaki gelişmelerin öteden beri felsefe alanında da geçerli olduğu gerçeğidir. Ama belki de yirmi yıldır başka alanlarda da görüldüğü gibi Türk akademisyen, düşünce adamı düşünmek yerine, belli metinleri çevirmek ya da belli dar bir yaklaşım çerçevesinde düşünsel eğilimleri hiç sorgulamadan konular üzerinde düşünce belirtmektedir. Hilmi Ziya Ülken’in metinlerinde üzerinde durduğu yaratıcı-üretici düşünce eylemi son dönem felsefe alanı da dahil olmak üzere daha az geçerlidir. Bunun bir şekilde genel bir eğilim olarak anlaşılması, fark edilmesi gerekmektedir.
Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülken Felsefe alanındaki duyarsızlığın somut bir gelişmeyle de bağlantısı bulunmaktadır. Hüseyin Batuhan yıllar önce, tabii felsefeye çok öncelik tanıyarak, “Türkiye’de Akademik Hayatın İçyüzü” başlıklı bir metin yazdı. Bu metin Türkiye’de bu konuya dönük ilginin olağanüstü yüzeysel olduğunu gösteren bir metindi. Bu geriliği başkaları üzerinden değil, kendi üzerinden gösteriyordu. Bu tür bir makalenin ilgi çekmemesi zaten durumun nasıl olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır! Onun ötesinde Hüseyin Batuhan bir buçuk yıl önce belki yirmi yıl önceden yayınlanacağı bilinen İspanya ’da Bir Şato başlıklı anılarını yayımlıyor. Olayın basına önceden sızması karşısında toplu bir direnç gösterisinden sonra orada adı geçen felsefecilerden hiçbir ses çıkmıyor. Kendi durumunu savunamayan bir çevrenin daha genel düşünceler konusunda söz söylemesi ise söz konusu olamaz. Kitabın tam bir suskunlukla karşılanması, durumu olanca açıklığıyla ortaya koyuyor. Başkalarının da kitap üzerinde durmamaları felsefe alanında hiyerarşik düzenin ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. Hiyerarşik düzenin güçlü olduğu alanda da düşüncenin, özellikle eleştirel düşüncenin yerleşmesinin olanağı yok.
Prof. Dr. Niyazi Berkes “Türk düşünce dünyası ” genellikle felsefeyle değil, daha çok sosyoloji ve politikayla bağlantılı olmuş gibidir, felsefeden çok politik kaygı ön planda olmuş gibi. Ne dersiniz? Bu tarz bir belirlenimin, olumlu/olumsuz yanları nelerdir acaba? Kurtuluş Kayalı: Türk düşünce tarihi/dünyası evet, sosyoloji ve politika bağlamında gelişiyor. Ancak Hilmi Ziya Ülken’in de belirttiği gibi benim çalışmalarım “içtimai eyleme aşırı bağlı” düşünce tarzının sınırlılıklarına dikkat çekmektedir. Hilmi Ziya temel teorik metinlerin Türkçeye çevrilmediği konusuna dikkat çekmiştir. Dolayısıyla dar siyasal perspektifin sınırlılıklarına dikkat çekiyor. Bu dikkat benim yazdığım metinlerde belirgin olarak var. Dolayısıyla başka yönden, başka bir çerçeveden bakıldığı zaman benim yazdıklarım çok apolitik olarak görünmektedir. Bu durumun bir derece meselesi olduğunu düşünmek gerekmektedir. Dolayısıyla bu konuda çok belirgin bir tasavvur var mıdır diye düşünmek yeğlenmelidir. Ben kendi yazdıklarımın sınırlılıklarının farkındayım. Ancak ana eksen olarak yazdığım/yazmakta olduğum metinlerin tarih ve sosyoloji alanlarında olduğunu ve kültür eksenli bir çözümleme denemesinde bulunduğunu söylemek isterim. Genel yaklaşım tarzının yanında sorunların kavranması açısından Hilmi Ziya Ülken’in neredeyse kırk yıldır aşılamayan eseri Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi en fazla önemsediğim ve etkilendiğim metin olmuştur. Türkiye’de herkesin, bu konularda çalışmayı amaçlayan herkesin temel kaynaklarından, temel dayanaklarından biri bu metin olmalıdır. Her tür çalışmanın olumlu ve olumsuz tarafları bulunmaktadır. Benim çalışmalarımın sınırlılıklarından biri de felsefi perspektifi belirgin Türk entelektüelleri üzerinde durmamış, yoğunlaşmamış olmasıdır. Felsefecilerin yaptıkları çalışmaların da aynı sınırlılıktan azade olduğunu söylemek mümkün değildir. Kimsenin kimsenin elini tuttuğu yok. Eksiklikleri başkaları tamamlasın, yanlışlıkları başkaları göstersin. Türkiye’de konunun bütünsel bir tahlilinin yapıldığını söylemek mümkün değil. Felsefecilerin yapacakları katkı meselenin daha bir açılım kazanmasını sağlayabilir. Fakat bunun getireceği sıkıntılara da dikkat etmek gerekmektedir. O tarz bir sıkıntı sadece felsefecilerden değil, sosyologlardan da geliyor. Bu da soyutlama seviyesi yüksek tutularak neredeyse her bir düşünce adamının eşitlenmesi şeklinde ortaya çıkıyor. Zaten materyali bilmemek teorik bakış açısı ne, kadar yetkin olursa olsun Türk düşünce dünyasını açıklamak konusunda önemli, sınırlılıklara neden oluyor. Nitekim temel sorun da tam burada ortaya çıkıyor. Felsefecilerin, sosyologların kafasında Türk düşünce dünyası diye bir kavram yok. Olacağı da yok. Bunlar sadece eski Türk felsefecilerini değil, kendilerini de önemsemiyorlar. Sıkıntılar elbette var. Ancak benim ölçümde değişik düşünce adamlarına mesafeli ve süreklilik taşıyan bir şekilde hoşgörülü bir tarzda yaklaşan bir akademisyen de yok. Belki daha da önemlisi benim yazdığım bir metinle benim açımdan konu kapanmıyor. Hâlâ Niyazi Berkes üzerine yazacağım yeni yazının heyecanını yaşıyorum. Bu makalelerin aralarındaki çelişkiler de blok halinde yazardan aktarmalarla oluşan metinlerden çok daha öğretici. Ben her yeni yazımda eski metinlerdeki yanlışlıklardan ve eksikliklerden kalkarak bir yere varıyorum. “Türk düşünce dünyası” açısından bakıldığında, bugün dünyadaki hangi olaylar bir dünya sorunudur? Başka bir deyişle, “Türk düşünce dünyası” denilen idenin, bir “dünya sorunu” tasavvuru var mıdır? Türk düşünce dünyasının elbet bir dünya tasavvuru vardır. Düşünce serüveni ister istemez evrensele de açılan bir süreçtir. Bunların düşünme eyleminin arkasında belirgin bir şekilde dünyayı açıklama niyeti bulunmaktadır. Türkiye’nin iki önemli entelektüelinin Hilmi Ziya Ülken’in ve Baykan Sezer’in temel amaçları da bazı gelişmelerin merkezinin Türkiye olduğu şeklinde bir kanaattir. Hilmi Ziya Ülken ve Baykan Sezer dünyayı açıklayabilecek, açıklayacak özgün düşüncenin Türkiye’de üretilebileceği/üretildiği şeklinde bir kanaat taşımışlardır. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi kitabının önsözünde ifade edilen düşünce, tasarlanan amaç da budur. Baykan Sezer Türk düşüncesinin, daha dar anlamda olmak üzere de, Türk sosyolojisinin belirgin olarak gelişkin bir sosyoloji, Batı sosyolojisini aşan bir sosyoloji olduğunu belirtmiştir. Bunların dikkatten kaçması, genel anlamda dikkatten kaçması hazin bir görüntünün şekillenmesine yol açmıştır.
Prof. Dr. Baykan Sezer Nitekim Baykan Sezer sorunu bir dünya meselesi alarak anlamakta, Batı ile Doğu’nun ilişkileri bağlamında çözümlemeye çalışmaktadır. Türkiye’nin toplumsal yapısı konusu üzerinde dururken, bugün yerlilikten, yerellikten uzaklaşmaya çalışanların aksine meseleye bir dünya sorunu olarak bakmıştır. Ha, başkaları da benzeri bir şekilde dünya sorunu olarak bakmaktadırlar ama onlar bir Batılı entelektüelin tasavvuru, formüle ediş tarzı bakımından konuyu değerlendirmektedirler. Buna mukabil Baykan Sezer’in değerlendirişi bütünüyle özgündür. Bir de temel mesele bir başka yerde yatmakta. Doğu/Batı mücadelesi dünyanın temel meselesidir ve bunun tezahürlerini bu alanda bulmak mümkün gibi görünmektedir. T ürkiye’de sorunun ne kadar dar anlaşıldığına en güzel göstergesi de ülkemizde bir zamanlar gerçekleşen gelişmişlik tartışmasıdır. Her şeyden önce sorunun ekonomik, siyasal ve kültürel boyutunun ayrı ayrı ve bir arada incelenmesi gerekmektedir. İlk üç sorunun tarzından bağımsız sormak istiyorum: Bugün XXI. yüzyılın eşiğinde gerçekleşen hangi olaylar, size göre bir dünya sorunudur? Bu bağlamda dünya sorunu olgusunu nasıl tanımlarsınız? Kurtuluş Kayalı: Dünyada cereyan eden bütün olaylar Doğu-Batı mücadelesinin siyasal ve kültürel anlamda bir tezahürüdür. Hatta Batı tahakkümünü kaçınılmaz bir olgu olarak görenler açısından da bunun böyle olduğu düşünülmelidir. Konunun anlaşılması bakımından yeni ve eski metinlerin bağımsız bir yaklaşımla okunması ve insanların kendi kafasıyla düşünmesi gerekmektedir. Gündelik hayatımızdaki somut, sıradan bir olayın bile bu çerçevede incelemesi mümkündür. Batılıların yıllardır Doğuya düşünsel anlamda yönelmelerine karşın bizim kafamızdaki Doğu ve Türkiye tahayyülünü, gerçekliklerini silmeye/kazımaya çalışmalarını başka türlü izah etmek mümkün müdür? Size göre, bu sorunlara bir çözüm getirmede felsefenin rolü nedir? Kurtuluş Kayalı: Bu soruya cevap getirmede sosyal gerçekliklerle bağlantılı felsefenin elbette bir rolü olabilir. Rolü olmasının şartlarının başında felsefecilerin bu coğrafyada felsefe yapabileceklerine inanmaları gerekmektedir. Yeni dönem felsefecilerinin genel anlamda böyle bir düşüncelerinin olduğu söylenemez. Bizim eski felsefecilerimizin önemlice bir kısmı bu coğrafyada felsefe yapılabileceği düşüncesini ve inancını taşıyorlardı. Küçümsemeden onları okumayı denemek bu rolün üstesinden gelebilmek için önemli ipuçları sunabilir. Tüm bu soruları bırakın da ben size bir soru sorayım: Bizim hangi felsefecimizin kafasında bu sorular oluşmuş durumda? Kafasında bu sorular oluşmuş felsefecimizin dünyasında da Türkiye’nin somut sorunlarına ne kadar ilgi var? (Bu konuşma Adam Sanat dergisinin Ağustos 2003 N: 211'de 'Dünya Sorunları İçinde Felsefe' özel bölümünde yayınlanmıştır.) Prof. Dr. Kurtuluş Kayalı
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR