Son Dakika



Sağlık Sigortası’nın özel dedektifi, yeni avının peşindeydi.

Yalancı, numaracı bir hastanın peşine düşer düşmez, avını gece gündüz izler, hiç aklından çıkarmazdı. Şimdiye dek elinden kurtulan olmamıştı. Dedektif, yaptığı işi seven, mesleğine deli gibi tutkun ender insanlardan biriydi.

Önceki gece sabaha karşı derin uykusunda, yine av düşleri görüyordu. Ansızın yatakta ayağa kalkıp “Buldum! Buldum!” diye zıplamaya başlamıştı. Korkuyla uyanan sevgilisi, uykulu gözlerini açmış, ayrık dizlerini göğsüne çekerek bağıra bağıra korkuyla ağlamaya başlamıştı. O, tüm usta avcılarda olan buz gibi bir yüzle şahin gözlerini genç kadına dikmiş, “Kes zırlamayı!” demişti.

Sabah erkenden uyandı. Her günkü sabah sporunu yaptıktan sonra ter içinde duşa girdi. Soğuk suyla uzun süre yıkandı. Sevgilisi onu işine uğurlarken, alt dudağını çocukça sarkıtarak, “Bu gece neyi bulduğunu söylemeyecek misin” dedi. Özel dedektif gözlerini kısarak sevgilisini hırsla öptü. “Sen hep böyle çocuk kal, senin bu çocukluğunu çok seviyorum” dedi.

Kent dışındaki durağan sessizlikte arabasına gürültüyle yol verdi. Çift egzozdan çıkan dumanlar bir süre arabanın hızına kapılıp onu izledi, sonra göğe savrulup kayboldu. Alışkın parmaklarıyla müziği açtı.

Arabanın içi Bach’ın org müziğiyle doldu. Dört ayrı yükselticiden dağılan müzik kulaklarında toplanıp beynine ulaşıyordu. “Ne kadar şanslıyım, müzik tam benlik” diye düşünürken, gülümsedi. Klasik müzik bilgisi yok denecek kadar azdı. Ama nedense, üzgün ve neşeli olduğu anlarda, yalnızca Bach’ın müziğini özlerdi. Belki de kiliseyi, Meryem’i, İsa’yı, günahı, sevabı çağrıştırdığı için seviyordu Bach’ı. “Tam günümdeyim, bugün elimden kurtulamaz” diye söylendi. Kırmızı ışıkta beklerken, arka koltuğa yerleştirdiği iş gereçlerini tek tek gözden geçirdi. Hepsi tamamdı. Yeşili beklemeden, sarı ışıkta gaza bastı...

“Tam dokuz aydır, hastayım diye kandırıyor hastalık sigortasını. Aldığı iş göremezlik aylığı yetmiyormuş gibi, yüklü bir yıpranma parası da istiyor. Sağlık sigortası, böyle her yalancı hastaya iş göremezlik aylığı, üstelik yüklü bir yıpranma payı da ödemek zorunda kalırsa, ben nereden geçineceğim? Asıl o doktorları sıkı disiplin altına almalı. Daha çok para kazanmak, daha çok müşteri tutmak için, ‘iş göremez-çalışamaz’ raporu yazıp çıkıyorlar işin içinden. Hastalık kasası ile doktorların savaşı, bakalım daha ne kadar sürecek? Amaan, ne kadar sürerse sürsün. Savaş sona ererse işsiz kalırım. Sürsün savaş! Öteki, aptal sağlık sigortası dedektifleri gibi, aylıkla geçinemem ben. Evde, bebek gibi her an okşanmaya hazır çocuk güzelliğinde bir sevgilim var. Bileğimde altın saat, altımda üç yüz beygirlik Arap kısrağı gibi bir spor araba, sol kulağımda gerçek bir Rus pırlantası var. Sonra, haftada bir akşam tenis, bir akşam sauna, iki akşam spor salonunda yakın döğüş, hafta sonu partileri, bir de üstelik evin aylık giderleri... Nasıl karşılanır bütün bu masraflar?

En iyisi benim sistemim. Parça başı çalışmak. Neredeyse hayranlık duyduğum, can düşmanlarım, kurnaz hastalarım olmasa, parça başına yüzde on ile çalışamam. Helal olsun adama, bizim aylıkçı sigorta dedektiflerine yedi aydır yakalanmamış. Yakalansa bana iş düşmezdi. Bu dünyada kurnazlar arttıkça, bana yeni işler çıkar. Adamı önce yakalayacağım, sonra göğsüne altın madalya takacağım. Bizim aylıkçı dedektiflerin bir teki bile, adamı belini bükerken enseleyememiş. Neymiş, belindeki disk kayması yüzünden çalışamaz olmuş. Boynundaki kireçlenme yüzünden başını sağa-sola oynatamıyormuş.

Paragöz doktorların yazılı görüşlerine göre, bundan sonra da belini bükemez, başını sağa-sola çeviremezmiş. Bu yüzden karısıyla da birleşemiyormuş. Aldığı ilaçların yan etkisiyle, cinsel gücü de azalmış. Oysa yaşı daha kırk dokuz. Gel keyfim gel, ‘Başımı çeviremiyorum, belimi bükemiyorum, erkekliğim gitti’ numaralarına yat, al yıpranma payını, sür keyfini. Ne iş mahkemesi, ne bilirkişi, dokuz aydır karar veremedi. Neredeyse onlar da inanacaklar. Elimi çabuk tutmalıyım. Çok kurnaz, baksana nereden tutturuyor. Mahkeme üyelerinin yüzde doksanı erkek. Belini bükemediği için karısıyla birleşemiyormuş... Ama ben de karısıyla yatarken, adamın başında bekleyemem ki. Kimsenin aklına, bel bükmeden de o işin becerilebileceği gelmiyor mu? Bu adamın eğilip kalktığını, belini bükebildiğini mutlaka ispat edeceğim. Mutlaka yakalayacağım! Kurtulamaz elimden!

Erken yaşta emekli olmayı koymuş kafasına. Şimdiye dek gördüklerimin en uyanığı bu. Üstüne yüz seksen beş beygirlik arabayı sürdüğümde kılını bile kıpırdatmadı. Sanırsın, beni hiç görmemiş, yirmi metre cayırdayan fren sesini hiç duymamış gibi, elinde baston, ayaklarını sürüye sürüye karşı kaldırıma geçti, evine girdi. Ben de öteki aptal dedektif bozuntuları gibi, iki arabayı boydan boya sıyırarak hurdaya çıkarmak zorunda kaldım. Hadi o iki arabayı kaza sigortası ödedi, ya benim ki? Götürüp hurdalığa sudan ucuza satmak zorunda kaldım. Neyse, o bahaneyle bu arabayı almış oldum, ne de olsa bu hastayla yeni arabanın parasını çıkaracağım. Ya iki hafta önce, nasıl kurtuldu elimden? Yine har zamanki saatte kahvesini içmiş, evine dönüyordu. Yanımda yürüyen kurt köpeğime kahvenin önünde, “Saldır!” der demez, ansızın elimden kurtulup havlayarak ona yaklaşınca, hiç kıpırdamadı. Tınmadı bile. Bastonuna dayanıp olanca masumluğuyla gözlerini köpeğe dikti. Ne gariptir, o azgın kurt köpeği Çakal da ona gözlerini dikip kaldırıma oturuverdi. Ama çok iyi biliyorum. Onu izlediğimi biliyor. Bir işçi parçası nasıl olurda bunca kurnaz, bunca önsezili, bunca soğukkanlı olabiliyor? Bugün onu avlayacağım. Köpek okulu şampiyonu Çakal’ı iş göremez diye erken emekliye ayırdım, ama seni emekli ettirmeyeceğim. Bir taşla iki kuş vuracağım. Hem senin iş göremez aylığın kesilecek, hem de sana ödenmeyecek olan yıpranma payının yüzde onu banka hesabıma düşecek...”
 
Sabahın ılıca güneşi sokağın içine vurmuştu. Gelişli gidişli kaldırımın iki yanına park etmiş arabalar yolu iyice daraltmıştı. Yaşlı emekliler sabah kahvaltısı için tam saatinde, alışverişe çıkıyorlardı.

Hasta adam sokağa açılan kapılardan birinde göründü. Yine bastonuna dayanarak, ayaklarını sürüye sürüye yürüyordu. Yaygın burnunun üstünde siyah gözleri, dosdoğru ileriye bakıyordu. Bakışları anlamsızdı. Sanırsınız, hiç bir şey görmüyor, boynunu hiç kımıldatmadan dimdik yürüyordu.

Her sabahki alışkanlığıyla önce gazeteciye gidecek, iki gazete alacak, sonra anayolun tek yönlü sokakla birleştiği köşedeki kahvede, ayaküstü iki kahve içecekti. Kahvesini içerken, gazeteye o anlamsız boş gözleriyle bakacak, alacağı yıpranma parasının düşlerine dalacaktı.
 
Sağlık Sigortasının özel dedektifi, hastanın evinin tam karşısındaki küçük otelin birinci katında pusu kurmuştu. Video çekici kamerayı, tele-objektifli fotoğraf makinesini, tam evin kapısına doğru ayarlamıştı.

Hastanın kahveden çıkmasını, öteki pencereden dürbünle gözlüyordu. Anayolun kaldırımları ıssızdı. Alışverişe çıkan birkaç emekliden başka kimseler yoktu. Ara sıra arabalar geçiyordu.

Dedektif pencereden dürbünle bakarken, çabuk çabuk sinirli bir yüzle sakız çiğniyordu. Adam kahveden ağır ağır çıktı. Dedektif dürbünü gözlerinden indirip yeniden baktı. Adam ayaklarını sürüye sürüye geliyordu. Kahveden evine gelmesi tam altı dakika sürüyordu. Dedektif hemen alt kata indi.

Otelin kapısından çıkmadan önce, cüzdanını çıkardı, kâğıt paralardan en büyüğünü seçti, ikiye katladı, ağzındaki sakızdan küçük bir parça koparttı, katladığı paranın tam orta yerine özenle yapıştırdı. Kapıyı sessizce açtı, kahveye doğru baktı, adam görünmüyordu. Karşıya geçip evin kapısına bir metre kala, parayı yere yapıştırdıktan sonra otele koştu. Merdivenleri ikişer üçer çıkarak, çalışma odasına girdi. Hemen yan pencereden kahveye doğru baktı. Hasta adam kahveden ancak on beş yirmi metre uzaklaşmıştı. Dedektif saatine baktı, tele-objektifi, video çekicisini yeniden gözden geçirdi. Her şey hazırdı.

Hasta adam kaplumbağa hızıyla yürüyerek yaklaşıyordu. Dedektif sabırsızlıktan tırnaklarını yiyordu. Hasta adamın üstünde kumaş bir yağmurluk vardı. Bir elinde baston, öteki elinde gazete git-gide yaklaşıyordu.

Özel dedektif sürekli terliyordu. Adamın iyice yaklaştığını gördüğü halde, sık sık saatine bakmayı sürdürüyordu. İşte otuz metre kaldı, yirmi metre kaldı derken, adam video çekicisinin çekim alanına girdi.

Dedektif çekicinin otomatik düğmesine bastı.

Hasta adam yine öyle robot gibi dimdik geliyordu. Evin kapısına iyice yaklaştığı anda, durdu. Bütün bedeniyle paraya doğru döndü, irkilerek titredi. Boynunu hiç oynatmadan, bedenini iki yana çevirdi.

Çevresini gözledi. Kumaş yağmurluğunun düğmelerini yavaşça açtı. Gazeteleri cebine koydu. Bastonunu sol bileğine taktı. Sağ eliyle, yine öyle yavaş yavaş, ceketinin mendil cebinden bir sakız çıkardı. Özenle açıp ağzına aldı, çiğnemeye başladı. Bir süre sonra ağzından çıkardığı sakızı, büyük bir çabayla bastonun ucuna yapıştırdı. İki adım yaklaştı, bastonun ucunu paranın üstüne bastırdı.

Uçmasın diye, küçük bir sakız parçasıyla kaldırıma yapıştırılan para, büyük sakız parçası yapıştırılmış bastona fazla direnemedi.

Adam parayı soğukkanlılıkla aldı, mendil cebine koydu, ayaklarını sürüye sürüye evine girdi.

Özgen Ergin
GERCEKEDEBİYAT.COM


ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM