Nümayiş-i Haysıyyed’de Musavat Taleb Eylendü!
Ahval-i Entelijansi – 11 Münekkid'i Azam Marquis d’Istambulin Temmuz, Miladî 2020
Hey gidili 20. Asır! Ne günlerdi onlar! Hadiseler Nanterre Ülüversitesi’nden başladığında sadece 400 talebeydik. Sen misin Sorbonne’u kapatan De Gaulle; istikamet doğru Quartier Latin; hadiseyi işiten bilumum talebe eşhas da derekab yetişdi geldi. Ertesi gün Rive Gouche’da 20.000 kişi olduk. Bilahare komarisler de işe karışdı. Cite Universitaire’den ve de Gare de Lyon’dan, Etoile’den, Tracodero’dan, kıyam eyleyen talebelere bir de amele tabakası dâhil oldu ve de hepiceğimiz Sorbonne mıntıkasında derdest olduk. Derken nümayiş başladı. Adeta ruz-i kıyamet mîrim! Azîmet; 20.000 talebe ila birlikde Seine Nehrini geçüb Republik Meydanı’nı zapteylemek! Seine Nehri kıyılarında polisle mübalağa cenk oldu. Bendeniz gıymatlı jöntürk muhibbanımla en ön safda cidal edior, kıtal edior, ser verip polis taifesinin barikatı berhava etmesine müsaade etmiorum! Bir barikatda Jean-Paul Sartre ilâ kıymatlı zevcesi Simone de Beauvoir, beri yanda Julius Cortazar cenubî Amerikalılarnan kortejde, Truffaut’dan tut da Bertolucci’ye, Marguerita Duras’dan tut da George Bataille’a kadar entelijans külliyen nümayişde! Sen misin bize istibdat eyleyen: Bilumum ehibba-yı taliban olarakdan De Gaulle’ün hal’lini isterük! Esas maksadımız bittabi ki mel’ûn ehl-i istibdat şahsıyyedin kellesi degül, nefy edilmesi ki onda da Allahın izniynen muvaffak olduk. De Gaulle bir tayyareye binüb firar eyledü Elysee Sarayı’ndan. İşte biz bidayetde Devr-i De Gaulle’de bu şekil münevverlik eyleridük Fransa’da! İmdü öyle mi mîrim?! Münevver dediğin şahsıyyed çekilmiş sırça köşküne ahkâm keser durur. Hiçbir içtimai mesuliyet almaz, konuşur da konuşur. Halbuki bidayetde; 20. Asırda münevver demek içtimai ve siyasi sahada aktif olmak demekdi. Mazide kalan işbu gözel günleri neden hikâye ederim imdü siz aziz karîlere durduk yere! Çünkü nihayetinde beklenen gün geldi; münevverimiz hâb-ı gaflet döşeğinden kalkacak en sonunda deyu ümmitvar olduğum beşaretli bir gün tecelli etdi. Tilifon, ambulans sireni gibin canhıraş; namütenahi çalarikene Ceride-yi Mahfil-i Münevveran’a yazmakda olduğum makaleyi yarım bırakıp “Hayırdır inşallah,” diyerekden ahizeyi elime aldım. Tilifonda neşriyyadcı Zuzu kızım; adeta ihtilaçlar içinde nefes nefese konuşior, abuk sabuk lakırdılar edior ki evvela endişe etdim; bir iş mi geldi sâbinin başına; aklına mı mukayyet olamadı acep deyu. Fekad dikkatli kulak verince bakdım ki Zuzu aynı Zuzu, mevzu da bermutad; neşriyyad mes’eleleri: “Tabii ki kitaplarınız satmaz Marquis d’Istambulin, bugüne kadar hangi sosyal sorumluluk projesinde yer aldınız siz?! Hangi yürüyüşe katıldınız?! Sadece yazmakla bitmior işler. Bir de aydın tavrınız olmalı ki okur size itibar etsin! Ama siz bir sırça köşkte o anlaşılmaz Türkçenizle yazıp durur, hiçbir eyleme katılmazsanız okur size neden saygı duysun?!” Bir an hiddetlendim; tıpkı Robert de Nero evladım gibin, physco bir şekil alub;“Are you talking to me?!” deyu figan eyleyeceğidüm Zuzu’ya ki meal-i âlisi, malûmaliniz, “Bana mı diyon ulen!” manasına gelir. Lakin susdum. Bir cins-i latife bu şekil kelâm eyleyemedüm! Fekad bu ne münasebetidü?! Bana bu itham tevcih edilebilir mi idü?! Ben ki 68 hadislerinde Jean-Paul karındaşım ilâ saf tutmuş, nümayişlerde başı çekmişim; De Gaulle’ü nefy eyleyen hadiseler içre taş üstünde taş, omuz üstünde baş komamışım; bana bunu mu diyecekdi zamane en sonunda?! Sabrın sonu selâmetimüş: Az daha dinlediğimde bakdım ki Zuzu pek de manasız lakırdılar etmior: “Bu Pazar Cadde-i Kebir’de dünya çapında bir ‘onur yürüyüşü’ olacak Marquis d’Istambulin! Buna da iştirak etmezseniz bir daha entelijansiyada kimse sizin yüzünüze bakmaz. Kitaplarınız asla satılmaz, gazetelerde tanıtılmaz; taraf olmazsanız bîtaraf olursunuz! Memleketin münevveri, erbâb-ı edebiyatı, şairi şuarası, boşuna mı devamlı ecnebi matbuata beyanat verior, memleket hakkında atıp tutuyor?! Günümüzde bunlar olmadan adınızı anan bile olmaz. Ben Saat 18.00 gibi Mekteb-i Sultanî önünde sizi bekleyeceğim. Bu eyleme de iştirak etmezseniz neştiyyadcılığınızdan istifa etmek mecburiyetindeyim malheureusement!”(*) “Beni tehdit etmene hacet yok Zuzu Kızım! “Onur nümayişi” dediğin fiil haysıyyed ile alâkalı olmalı. Bana haysıyyedden bahset yeter! Haysıyyed içün biz, iki cihanda ser vermekden iftihar ederük evelallah! Nâşirliğimi terk eylersen eyle, o mevzu değil de biz hangi nümayişden kaçmışız; hangi içtimai mesuliyeti deruhte etmemişiz bugüne dek?! Bittabii ki dediğin saatde o nümayişde olacağım!” “O la laa! Harikasınız Marquis! Sizin bir hürriyet kahramanı olduğunuzu biliordum zaten!” İftiharla ilave etdim: “Hürriyet, Musavat ve de Uhuvvet canım kızım!” “Viva La Liberte!” deyu tilifonda bir nida ilâ ünledi Zuzucan. Meserretine diyecek yoğidü vesselam… * Malûm günü iple çekmeye başladım. Hissettirmeden Çukurcuma’daki sahaf ahbabım Muineddin Efendi’nin de ağzını yokladım. Arayub malûmat tedarik etdim. “Muineddin Efendi bugünlerle Cadde-i Kebir’de mühim bir nümayiş olacağimüş; entelijansiya buna duhul edecek midir? Bir münevverin, bir muharririn, bir vatanperverin işbu nümayişe iştirak etmesi münasip midir?” deyu sual eyledüm. “Münasip midür değil midür orasını bilemem Marquis; lakin cümle alafranga entelijansı o gün orada derdest halde görebileceğinize dair sizi temin ederim.” “Ah zoo!” dedüm alamanca ve tilifonu kapatdım. Demek ki bu şekil ehemmiyetli nümayişler oluor melmekedde ve de bendenizin haberi yok. Allah selamet versin Zuzu da haber vermese iyice tecrit olacağım entelijansiyadan diye düşünerek nümayişde giyeceğim esvabı tahayyül etmeye başladım. Ne giyse idüm acaba?!
Prens Sabahattin’in fesli esvabını mı tercih etseydim, yoksa Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın zabit kostümlerini mi numune alsaydım; ya da avangarda duhul eyleyüb Santa Clara’dan Havana istikametine mutaarrız Ernesto’nun yıldızlı kepini, hâki ihtilalci esvaplarıyla mı giyseydim?! Gandhi’nin sarığını mı taksa idüm, Gazi Paşa’nın Trablusgarb’da başına koyduğu serpuşu mu? Milli mücadele kahramanlarının giydiği kalpak da fena olmazdı lakin devran dönmişüdü; bu nevi manzara zamanımızda bu nevi cemiyetlerde mağduriyete sebebiyet verioridü. Yoksa İnkılâbın alafranga şapkasını mı giyseydim? Şöyle frak ya da setre ilâ… Hemi müteveffa başvekil Çoban Süleyman Efendi de o alafranga şapka ilâ az sükse yapmamışidü vakt-ı zemanında. Acaba “haysıyyed nümayişi” amele tabakası tarafından mı deruhte edilioridü; o vakif alafranga şapka aksülamel ilâ karşılanırdı; belki de mütveffa başvekillerden muhterem Ecevit Efendi’nin şu menşur amele kasketini taksam daha sükseli oluridüm? Binaenaleyh Josef Cugaşvili, nam-ı diğger Stalin mahlaslı Bolşevik kasap da aynını giyeridü hemi de pek iltifat görüridü bidayetde! Belki de Libya’da garbî müstevliler tarafından itlaf edilen Berberî kıyam efradının kisvesine bürünmek daha manalı olurdu. Kefereye mesaj vermek zaviyesinden… Nihayetinde hakiki bir muharrir gibi manzara arz etmemin münasip olacağına kanaat getirdim. Paris senelerinden kalma, Pont Neuf’ün karşı kıyısındaki La Samaritaine Mağazası’ndan aldığım melon şapkayı kafama geçirdim, bir gözüme monokl takdım ve de “Kâtibim” esvaplarına benzer şekilde çizgili bir pantolon üzerine kuyruklu bir setre giydim. Bir elime fildişi saplı bastonumu, diğerine de grafoz kalem takımımı alub, aynada kendimi uzun uzun temaşa etdim. Aynen Müdafaa-yı Milliye esnasında Dersaadet’de kalmış, Anadolu’ya intikal etmek içün işmar bekleyen kalem efendilerine benzemişidüm. Bu imaj eyidür, Zuzu’nun nazarında da muteber olacakdur deyüb malûm günü beklemeye, gün ve hatta saat saymaya başladım. Vakıa; Kâtibim de efkârı-ı umumide pek makbul tutulan, sevilen bir şahsıyyeddir. * Malûm güne vasıl olduğumuzda yukarıda tarif etdiğim Kâtibim esvaplarını giyindim ve Şaşkınbakkal’dan ahalinin şaşkın nazarları altında bedava ihtiyar kartı basarak Munisipalite otobosuna binüb Kadıköy iskelesinde indim. Şirketi Hayrıyye vaporunda herkesler bana bakiordu lakin bu nazarlar beni, evden çıkarkene “arrogant” kedim Fitnat’ın mugalata veren nazarları kadar bedbaht etmedi. Neticede Kadiköy’de zati normal esvaplı âdem artık bulunmadığı içün biz de kalabaya karışdık. Karaköy’den Tünel cihetine yürürkene ortalıkda arızî bazı âdemoğulları gördüm ki Dersaadet’dir her tür acayip mahlûkat bulunur deyu kulak asmadım. Fekad Tünel’e bindiğimde manzara-yı umumi iyice acayipleşdi. Elele tutuşan er kişiler, dudak dudağa cins-i latifler, bir acayip makyajlar, bir tuhaf aksesuvarlar; “Ah zoo;” dedim kendi kendime annaşılan bir tiyatora kumpanyası sokağa intisab etdi. Malûm garbda bu şekil kumpanyalar pek ziyadedir. Cabbardırlar; olmadık işler eylerler. Pekâlâ, sen’attır deyüb ona da kulak asmadım. Fekad bu ne tiyatora kumpanyası imüş kim kompletmont bütün Cadde-i Kebir’e yayılmış. Tünel’e doğru ilerleyen kalaba arasında mor fistanlı entariler giymiş er kişiler, şeytan boynuzu takmış hatun kişiler, kombinezonu ile yola revan olmuş ahu dilberler, kırmızı saçlı mahlûklar, elleri birbirinin kalçalarına dolanmış kızanlar misali binbir çeşit acaip beşer etrafı doldurmuşidü. Ellerinde ebem kuşağı gibin bir sancak, hepiceği yarı üryan, davullar çalan hoyrat cins-i latifler her bir yanda… Ki refakatlerinde kuma misali utangaç duran, melûl melûl bakan yarı çılpak ahu dilberler. O vaziyetde Mekteb-i Sultanî meydanına kadar yürüdüm. Tam orada neşriyyadcı Zuzu kızımı görünce çölde vaha bulmuş gibin bahtiyar oldum. Fekad Zuzu kızımın yanında Ceride-i Hakikat’ten media mensubi Jüjü kızım da varidü ki beni görmeden önce ikisi öpüşüyorlaridü. Vah-vah, gençler o kadar nadir görüşebiliorlar ki bu kalabada bile gül-i zâr’dan bir buse almadan edemiollar deyu düşündüm. Beni fark ettiklerinde koşa koşa gelüb boynuma atıldılar: “O la laaaa! Muhteşemsiniz Marquis! Wallahi geleceğinize inanamiordum. Siz hakiki bir münevversiniz. Alors, bu Kâtibim kıyafetleri de incroyable! Amazing! Elegant! Durun bir fotoğrafınızı alayım Jüjü ilâ. Hatta olmaz, Efkan ile alayım ki; daha iyi havadis olsun ceridelerde! Wallahi şimdi satış rekorları kırdık inan bana Marquis!” O ara boylu poslu bir oğlan, deri streç şort giymiş, üstü başı çılpak… Geldi sarıldı belime. Yanağını yanağıma kondurdu: “Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yakışmış!” dedi ve deklanşör düştü. Bir alkışdır kopdu akabinde. Çevreye ben diyeyim yirmi, siz deyin elli tane gılman, zenne, cins-i latif, hatun, er kişi ve dahi kulampara misali eşhas toplaşdı. “Dede tarz yapmış!” deyüb bendenizi fezadan gelmiş bir mahlûk gibi inceliorlardı. “Biz de kendimizi avangard sanırdık! Dede bey bu yaşta LGBT yürüyüşünde. Bravo!” “İşte liderimiz! Dede bey seni seviyoruz! Tulûat mübağlağa bir hal alıyordu ki aralarından sıyrılub kaçtım. Zuzu’yu yakaladım: “Lakin nümayiş nerede hanım kızım?! Bu tiyatora kumpanyası da pek kalaba imüş! Polis nerede, barikatlar nerede?! Bu zenneler, gılmanlar ne vakıt çekilecekler ortadan?!” “Ayyyy, şakacısınız Marquis! Her zamanki gibin latife ediorsunuz! Bu arkadaşlar tiyatrocu değil. Onlar da bizle yürüyecek!” “Fekad haysiyyed yürüyüşü demiş idünüz bana?!” “Evvet! Onur yürüyüşü Marquis! Onur- haysıyyed herkese lazım!” “Eh o da doğru. Onlar da Allahın kulu! Lakin LGBT deyu bir şeyler söyledi o gılmanlar demincek! LGBT ne manaya gelir!” “Ay bunu da mı bilmiorsunuz Marquis! Latife yapmayın artık lüften!” “Latife matife etmiorum hanım kızım. LGBT ne demek?!” “Ayol sizi meşhur edecek olan şüreka! Bakın yarın resimleriniz Efkan’la LGBT yürüyüşünde çıktığında o depolarda küflenen kitaplarınıza kaç sipariş gelicek! Trend topiksiniz Marquis! Trend topixsss! Kutlarım!” Çıkardı sırt çantasından bir şişe “Sex on the Beach” kafaya dikledi elâlemin ortasında Zuzu kızım. İştiyakle Jüjü’nün dudaklarına bir asıldı ki hafazanallah az kalsın oracıkta cima edicek sandım. “Cheers! Kutlayalım Les enfants!(**)” deyu haykırdı. Ol lahza bütün zenneler, gılmanlar, cins-i latifler, pos bıyıklı er kişiler, kulamparalar hep bir ağızdan yürümeye, manifestasyon eylemeye başladı. Ve aradan çok geçmeden bir panzerden fışkıran sularla sırılsıklam ıslandık. Derken o hengamede ruz-i mahşer yerinden kaçar olub Nevizade’deki eski ahbaplardan birinin meyhanesine daldım. Meyhaneci Yannis beni görünce: “Hayırdır Marquis; ne arıyorsunuz bu zevat arasında?!” “Haysıyyed yürüyüşü dedüler geldik mîrim, lakin etraf tiyatoracı dolu! Adım bile atamadık.” “Onlar tiyatoracı değil Marquis, gay ve lesbian.” “Tövbe estağfurullah! Ne ne ne ne?!” “Bunun LGBT yürüyüşü olduğunu bilmiyor muydunuz Marquis!” “Ehm, şey! Hımm! E tabii biliordum. Lakin ben farklı maksatla buradayım. Yeni romanıma mevzu bulmak içün buraya intikal etdim. Hemi de fazlasile yarayışlı malûmat topladım!” “Eh, iyi o zaman, bari gelin bir duble rakımızı için de, ileride kopacak pandominaya bulaşmayın! Polisler acımasız olur bu zevata!” “Lakin nümayiş ilâ haysıyyed ve dahi musavat talep etmek herkeşlerin hakkı değil midir demokrasilerde?!” dedüm irticalen. Yannis ters ters bakdı yüzüme. Zuzu kızımla manitası Jüjü kızım geldi aklıma. Yannis de bu zevata böyle bakiorsa eğer polis kim bilir ne eder ne eyleridü ?! Acep nerelerdeydi bizim sâbiler! Başlarına bir şey gelmiş olmasaydı?! Rakıyı fondip edüp koşa koşa nümayiş kolunun peşinden seğirtdim. Tam Fransız konsolosluğunun önünde büyük pandomina varidü. Orada Zuzu ile Jüjü’yü sırılsıklam, dayak yemiş ve dahi biber gazı taarruzundan mutazarrır olmuş, gözleri kan çanağı halinde ve de yerlerde birbirine tutunmuş, gözyaşları içinde, perperişan bir halde buldum. “Kalkın kızım! Düşün peşime dedüm ikisinin de kollarını omuzlarıma atdım. Kör topal yürümeye başladık. “Bize çok kızdın mı Marquis!” deyu sordular. “Siz ne yaptınız ki evladım?!” deyu sordum. “Siz eskilerin lisanıyla söyleyecek olursak: Nümayiş-i Haysıyyed’de musavat taleb eyledük!” “Bundan tabii ne olabilür hanım kızım!” dedim. İkisini de öptüm yanaklarından. “Fekad sizi de hakikatı söylemeden eyleme davet ettik.” “Ziyanı yok kızım. Ben zati yeni romanıma mevzu bulmak maksadila buralarda teferrüc eyleyeceğidüm!” “Öyleyse dans!” dedü Jüjü kızım sevindirik olarakdan. “Öyleyse dans!” deyüb ona iştirak etdi Zuzu kızım. O mahşeri kalabada raks eden kainat güzeli hatun kişilere ve Kâtibim kisvesindeki bendenize taaccüple bakdı cümle âlem! Bendenizin ise ıslak ıslak dans eden kıvrımlı kalçalara takıldı gözleri. Hem Jüjü’nün, hemi de Zuzu’nun kalçaları bir meftayı bile diriltecek kadar şehvetli gıpraşior idü. Kablim şööle bir hop etdi! Bendeniz ihtiyar olmadık yerde o kalçalara hislendim. Binaenaleyh malafata cereyan yürüdü. Ziyan olior idü gözlerimin önünde iki dilber-i muazzam ve medenıyyed dediğin tek dişi kalmış canavar hasebiyle bendeniz temaşa etmekle iktifa edioridüm soulement!(***) Vakıa musavat da mühim idü bir yandan. (Devam edecek)
YORUMLAR