Son Dakika



 
Akşamüstü telefonum çaldı. İstanbul'dan Işık Baykurt ablam. Kötü bir haber vereceğini sesinden anladım.

''Sevgili kardeşim, sizi gurbette üzmek istemezdim; ilk benden duyun istedim, Annemi bugün kaybettik!..''

dedi. Bir anlık sessizlikten sonra ilk sözüm:

''Demek Sevgili Fakir'ine yeniden kavuştu Muzaffer Tayzem!'' oldu.

''Evet Fakir'ine kavuştu; yarın Zincirlikuyu'da babamın yanına defnedeceğiz annemi!'' dedi...

Uzak ve yalnız akşamlarımıza yurdumuzdan ansızın düşen bu kaçıncı ölüm haberi, bu kaçıncı hüzünlenişimiz...

Belleğimizde taptaze duran yirmi yıllık güzel anılarla dindirdik üzüntümüzü...

Doksanlı yıllarda, sevgili yazarımız Fakir Baykurt ve eşi Muzaffer Teyzemizi bir çok kez konuk ettik evimizde. Küçük evimizin sade güzelliğinde çok rahat ederlerdi. Bunu yüzlerinden, gözlerinden hemen anlardık. Masamızı birlikte hazırlar, birlikte kaldırırdık. Muzaffer Teyzemiz baş başa kaldığımızda içten bir sesle yinelerdi: ''Fakir her gittiği evde her nasılsa hemen rahat eder. Ben edemem; fakat sizin eviniz, sıcaklığınız başka, burada kendi evimde gibi rahat ediyorum.''

Fakir Hocam da, ''Muzaffer, coşkusunu, sevgisini belki benim gibi, sizin gibi pek açıktan göstermez, fakat hem dostluğu, hem sevgisi benimkinden daha sağlamdır.'' derdi.

Muzaffer Teyzemiz, tıpkı yaşam yoldaşı gibi, dikenli, taşlı köy yollarından usanmadan yürüyüp gelmiş, onca acıya, haksızlığa göğüs germiş direşken, yüce ruhlu bir kadındı...

KÜÇÜK BİR ANI
 
1997 Mayısı. Baharın en güzel günleri. Frankfurt'ta evimizde yine birlikteyiz. Günlerden cumartesi. Anneler Gününden bir gün önce. Fakir Hocam ile birlikte dolaşmaya çıkıyoruz diye gizlice armağan almaya çıktık. Ben Muzaffer Teyzeme, Fakir Hocam da karım Senar'a armağan alacağız. Anlaşmamız öyle. Onun aldığı armağanı dört yaşındaki oğlum verecek annesine.  Frankfurt çarşısından küçük armağanlar seçtik. Goethe'nin doğduğu evi, o dar sokaktan uzunca izledik, sonra elimizde dondurmalarımızla evimize döndük. Pazar sabahı kahvaltıya oturduk. Muzaffer Teyzem, evlatlarından (Işık, Sönmez, Tonguç) uzakta olmanın verdiği hüznü gizleyerek aldı sunduğum armağanı. Elini öptüm. Kucaklaştık. Fakir Hocam, oğluma önceden göstermiş, küçük paketi sakladıkları yerden çıkartıp getirdi annesine oğlum da. Fakir Hocam büyük eğitimci. Oğlumun, annelerin hediye paketlerini açışını ağzının suyu akarak izleyeceğini öngörmüş. Onun kucağına hemen, yem yiyen kuşların resmedildiği paket içinde renkli bir masal kitabını ve uçan balonu bırakıverdi. Oğlum boynuna sarıldı...

O günün yüzümüzde yansıyan güzelliğini unutmayalım diye tek tek birbirimizin portresini çektik...

Nasıl tanıştıklarını, nerede evlendiklerini, köylerde geçen taze evlilik yıllarını sorduk...

Fakir Hocam : ''Sabredin biraz, özyaşam kitaplarım yakında çıkıyor, getireceğim size, merak ettiğiniz

herşeyi bütün ayrıntılarıyla kitaptan okuyacaksınız!'' dedi.

Aklıma nerden geldi bilmiyorum. Gençliğin deli coşkusuyla: ''Muzaffer Teyzeme bir şiirin yoksa, şair sayılmazsın hocam!'' dedim. Çantasından mürekkep kokan yeni şiir kitabı Ateşdikenleri'ni çıkarıp imzaladı.

Sayfalarından birine ayraç koydu. Gülümseyerek uzattı yeni şiir kitabını.

''Akşam yemeğinde ayraç koyduğum sayfadaki şiiri okuyacaksın seslice!'' dedi, ''Bakalım şair miymişim!..''
 
 
EVLİLİK BÖLÜMÜ (Özyaşam Kitabından)
 
….
Kavacık köyünde öğretmenim.

Anam geldi bekar evime:  ''Yağar eser yolcu günüdür oğlum. Bu işi kesip atalım. Bir an önce sen de yuvanı kur. Onu diyorsan onu; fazla kışa kıyamete kalmadan bitirip getirelim...''

Yüzümü Muzaffer'e doğru çevirdiğimi sezdi.

Düşünüyorum, ''Yoksa evlenmeyi hiç konu etmeyip kimsenin başını yakmasa mıyım?

… Evlenirsem zorluklara daha iyi dayanırım. Dallı kollu dayanışmalı olurum.''

''Çok düşündün oğlum! Çok derinlere daldın. Ver kararını bitsin. Hem de, anam çok sıkıştırdı ondan evlendim deme! Kendin ver kararını, korkmadan!''

''Korkmadan veriyorum kararımı, gidin bitirin Muzaffer'i!'' dedim.

''Bakarsın olmaz, kız evi naz evidir. Gene gider isteriz. Olmazsa bir daha isteriz. Gide gele Akçaköy ile Yeşilova arasına yol yaparız. Bitiresiye kadar. Hoşça kal!''

Anam, bir sepete taze mısır doldurmuş. Bir sepete bağdan karanfil armudu koymuş. Sepetleri heybeye sokmuş. Cennet Halamla binmiş eşeğe: Ver elini Yeşilova! Anamın yola düştüğünü görenler sormuş:

''Hayrola Elifçee nereye böyle?''


''Yeşiova'ya Tahir'e kız bitirmeye!'' Akçaköylüler tilki soyundan gelir. Hemen o an, o saat yayıldı bizim iş..

Akşam ekmeğinden sonra çıkıp varmışlar.

''Akşamınız hayırlı olsun. Evinizin direği eğilmesin. Bacanızın dumanı doğru tütsün. Bizim böyle bir işimiz var, bu yollardan ilk yürüyen biz değiliz. Ben anasıyım, bu da öz halası değil ama halası sayılır. Babası yok, öldü. Allah buyruğu, peygamber sözüyle, sizin Muzaffer Hanımı, bizim Tahir Efendiye...''

''Böyle, Tahir Efendiye dedik.'' diye anlatıyorlar dönüp Akçaköy'e gelince...

''Elbet, evlenecek kız hanım, oğlan efendidir; aşağı mı düşüreceğiz!''

Anam kız evine demiş: ''Susuyorsunuz, haklısınız. Haydin siz susmanızı sürdürün. Kız bitirmenin yolu yokuştur. Hem de sarplardan geçer. Biz üşenmeyiz bir daha geliriz! İnşallah o zaman hayırlı yanıtınızı alırız.''

''Akçaköy'den geliyorsunuz. Valla haberiniz gelince biz biraz düşündük aramızda. Ama izin verirseniz yarına kadar daha düşünelim. Rıza sahibine bir daha soralım. Olacaksa hayırlısıyla olur, olmayacaksa ne yapalım kalır...'' demişler.

Anamın aklı keser gibi olmuş, bizim iş olacak...

Öğleyin yine gitmişler. Oturup sofraya yemeği yemişler. Almışlar hayırlı yanıtı. Kaynanam olacak Emine Hanımı kucaklamış anam. Eşim olacak Muzaffer Hanımı gözlerinden öpmüş. Sonra binmişler eşeklere deh deh deh! Yatsı ezanı okunurken Akçaköy'ün alt ucundan girmişler.

Ertesi gün kardeşim Ramazan'ı, ''Git Tahir'e müjdeyi ver!'' diye öğretmenlik yaptığım Kavacık'a salmışlar.

Çıkıp geldi, habire gülüyor. ''Çocuk sende bir iş var, konuş!'' diyorum, konuşmuyor.

''Müjdemi vermezsen hiç konuşmam!'' diyor.

Ben de anlamazlığa vuruyorum:' 'Nasıl Müjde? Ne istersen söyle vereyim aslanım!''

''Tam 10 lira isterim!'' diyor.

''Yahu Ramazan 10 lira çok para, 15 versem olmaz mı?''

''Yok! Be ille 10 lira isterim!'' diyor. Onluğu çıkarıp uzatıyorum.

''Anamgil  yengeyi bitirdi!'' diyor
 
1951 yılında, bir kış günü evleniyorlar...

Sürügünler, tutuklanmalar, Almanya'da zorunlu göçmenlik yılları...

1999 yılına, Fakir Baykurt'un ölümüne dek, 48 yıl süren yaşam yoldaşlığı...

Ve bugün, 84 yaşında yitirdiğimiz Muzaffer Baykurt Teyzemiz, Fakir'ine nihayet yeniden kavuşuyor...

Fakir Hocamın sevgili yaşam yoldaşı Muzaffer'ini karşılayışı eminim, Ateşdikenleri kitabından 1997 Mayısında akşam yemeğinde okuduğumuz o şiirle olacak!..

Aydınlık içinde buluşsunlar...
 
 
BENCE SEVİ

 
Bence sevi, eller aşk diyor
Üç günlük ayrılığı uzun bulmak
Kavuşma akşamına haber biriktirmek
İki gün ayrı kalınca özlemek birbirini
 
Şakayla başlamak güne
Dokunmaktan tat almak birbirine
Bakışmak iki yudum çayı içerken
Uyanır uyanmaz düşünmek birbirini
Sormak kırdım mı, yordum mu seni
Sormak göz ile, bir isteğin var mı
İstersen döneyim ilk ağacın ardından
İstersen birlikte gidelim
Sevdikçe sevmek birbirini
Özlemek başbaşa saatleri
Acıktıkça yemek gibi sevi...

Selçuk Ülger
GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM