Mukadderat filminden izlenimler / Güldem Eczacı
“Ben şimdi kimin nefesini dinleyeceğim?”
İki yıldır hasta kocası “Gırık Recep”in ölümüyle derin bir yalnızlığa düşen Sultan’ın kendine yeni bir varoluş sebebi arayışını anlatan, Altın Portakal’ın 2024’ün en iyi film ödülü sahibi Mukadderat bugünlerde sinemalarda gösterimde. Senaryosunu Erdi Işık’ın kendi hayatından esinlenerek yazdığı filmi, televizyon dizilerinden (Anne, Kadın, Camdaki Kız) tanıdığımız Nadim Güç yönetiyor. En son televizyonda Camdaki Kız’da takıntılı, travmalı, tekinsiz bir kişiliği canlandıran, yönetmenin birlikte çalıştığı Nur Sürer, Mukadderat’ta başrolde, yine gülmeyen yüzü ve dediğim dedik duruşuna rağmen gülümseten, sağduyulu, güçlü bir kadın karakterle izleyicinin karşısına çıkıyor. Filmde olağan hayat akışı gibi ilerleyen aile ilişkileri, kasabanın mahalle, kahve, pazaryeri etkileşimleri arasında son derece ciddi, kararlı, sert tavırlı oyuncudan yönetmen Nadim Güç bu kez komedi çıkarmayı başarmış. Mukadderat, yönetmeni ve senaristinin de erkek gözüyle böyle gerçek ve samimi, edilgen olmayan, özellikle de güçlü bir kadın hikâyesi anlatabilmesi ile takdir edilesi. En iyi kadın oyuncu ödülünü Nur Sürer’e, en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü Osman Sonant’a kazandıran film bütün oyuncuları, mekânları, dekorlarıyla içten, nahif ve umutlu bir varoluş hikâyesi anlatıyor. Bir gece bile yalnız uyumaya gücü olmayan, “Ben şimdi kimin nefesini dinleyeceğim!” Diyen yaslı kadın, kendince tek çözümün yeniden evlenmek olduğunu düşünerek hemen ertesi gün kahvaltıda baklayı çıkarıveriyor ağzından. Hüzünlü bir ölüm havasıyla başlayan film, bu sahneden sonra kıkırdatan, arada kahkahayla güldüren, saygıyla gülümseten bir hikâyeye dönüşüyor. Alışılmadık bir kadın tavrı o yaşta evlenmek istemek, üstelik eşinin öldüğü günün ertesi. Erkeklerden beklediğimiz, onu da bu kadar çabuk beklemediğimiz bu tavır efsane film 1985 yapımı, Nesli Çölgeçen’in yönettiği Züğürt Ağa’daki Babo’nun kulağına dokunarak “Ben garı istiyem!” repliğini anımsatıyor. Kadınlara sadece anne ve eş olma izni verilen, evinden çıkması bile dikkat çeken, miras hakkı olarak erkek kardeşinin yarısı uygun görülen bu küçük kasabada Sultan’ın işi hiç de kolay olmuyor. “Yaş yetmiş iş bitmiş demeyecen!” Erkek egemen toplumun ördüğü duvarları yaşına başına bakmadan bir bir yıkıyor Sultan. Hep kadınların üstüne atılan, oysa kahvede özellikle kadınlar hakkında konuşmaya bayılan kasabalı erkeklerin yaptığı dedikoduları zerre kadar umursamıyor. Çocuklarının, komşularının “el-alem ne der” kanunlarına asla kulak asmıyor. Çatıştığı herkesle bazen susup uygun zamanı bekleyerek, bazen pazaryerinde yaptığı gibi onların anladığı dilde, bazen de terlik fırlatan anne şefkatiyle akılcı, uzlaşmacı çözümler buluyor. Varoluşu için çabalarken üreten, erkeklere ait türlü düzen dolu çalışma ortamında hilesiz-hurdasız satarak da kendine yer tutabilen, olanaklarını değerlendirip çevresine de yararı dokunan, kazancını paylaşmayı bilen Sultan, sonunda uyumak için kimseye ihtiyacı olmadığını keşfediyor. Aile ve kardeşlik üzerine de olumlu mesajlar veren filmde Sultan’ın kızı Reyhan’ın (Aslıhan Gürbüz) Cumhuriyet’le tamamlanmış yasalarla çoktan eşit miras hakkı kazanmış kadına, atalarımızdan öyle gördük deyip babasının vasiyet bırakarak uygun gördüğü üçte bir miras payına isyanı konu ediliyor. Reyhan da kadın hakkı mücadelesi veren, ağabeyi ile tatlı, kardeş didişmeleri sonunda, ihtiyacı olmasa da hakkı olanı alana kadar pes etmeyen güçlü bir kadın karakter. Sultan’ın bu konuda kızı için tek laf etmeyişi filmde eksik gibi görünüyor olabilir. Oysa bu mücadeleyi ailenin kız çocuğu olarak Reyhan’ın bir başına verişi, ağabeyine ve kahvedeki kasabalı erkeklere karşı duruşu, sonunda da hakkını alışı daha anlamlı, daha etkili, üstelik filmin önerisini de tamamlayıcı. Atalarımızın aslında kim olduğunu, bin yıllar öncesinden gelen Türk kültürünün özünü hatırlatan, Umay Ana’ların ruhunu taşıyan Sultan, topraklarımızdan çıkan ana tanrıça heykeli Kybele gibi oturuyor kırmızı, üç tekerlekli motorunun üstünde. Kask yapıp yüzüne sardığı mor yazması, rüzgârla isyan bayrağı gibi dalgalanırken adeta meydan okuyor “el-aleme”. Güçlenen tavrıyla, duruşuyla güzelleşen Sultan’a artık talipler gelse kimin umurunda... Gaza basıp geçiyor yanlarından... Filmin afişi de değişmez denen yazgının parçalanıp değiştirilebileceğine işaret ederek tasarlanmış. MU-KAD-DERAT yazılışında beyaz harflerle yazılan KAD hecesi kaderini değiştirebilen güçlü kadını imliyor. Kastamonu Cide’de geçen film, kasabanın bozulmamış muhteşem doğasını gösterirken değerli edebiyatçımız Rıfat Ilgaz’ın heykelinin olduğu sahneyle saygı ve selamını da gönderiyor geçmişe. Filmin başrol kadın karakterinin adının Sultan olması, sadece anlamının “egemenlik, iktidar, hükümdar” olmasıyla değil, Türk Sineması’ndan çağrışım yapmasıyla da dikkat çekiyor. Türkan Şoray’ın yıllar önce (1978) oynadığı, “Sinemamızın Sultanı” olarak anılmasına yol açan Sultan filmini anımsatan Mukadderat’taki Sultan’la toplum ve sinemanın birbirinin aynası oluşuna yeniden tanık oluyoruz. Sultan filminin yapıldığı dönemlerde ister kentli, zengin ister köylü, gecekondulu fakir olsun genç, güzel bir kadını başrolde izlemek filmlerin olmazsa olmazıyken şimdi sinemada gerçek hayattan karakterlerin, olduğu gibi halleriyle canlandırıldığı hikâyeleri izliyoruz. Mukadderat’la Türk sineması bambaşka bir Sultan daha kazanmış görünüyor. Sadece genç ve güzel kadınların dayatıldığı film sektöründe daha önce konu edilmiş olsa da yaş almış, kasabalı bir kadını, yalnızlığına çözüm ararken dönüşen düşüncesi ve eylemlerinin sonunda çevresini de dönüştürebilme gücünü, yazgıya galip gelişini parlatarak beyazperdeye taşıma cesareti ve başarısıyla Mukadderat artık her yaştan, her ekonomik sınıftan kadın hikâyelerinin sevilerek izlenebileceğine müjde olabilir. Aynı tarihlerde gösterime giren ABD yapımı Cevher (2024, Substance, Coralie Fargeat) filminde -aslında 62 yaşındaki- Demi Moore’un elli yaşındaki güzelliği ile filmdeki karakterinin daha iyi bir versiyonunu aradığı hikâyeyi izleyince bizim Sultan Abla’nın yetmişinde, içinden en iyi sürümünü (versiyonu) çıkardığını görmek iki toplum adına farklı çıkarımlar yapmamıza yol açıyor. Amerikan toplumu tüm dünyaya dayattığı kapitalizme hizmet eden bin bir zahmetli egzersizler, ölümüne ilaçlar, diyetlerle arayadursun kadını rakamların kalıbında tutabilmenin yolunu, Türk kadını “Mukadderat” denen görünmez paslı zincirlerine rağmen kararlı duruşu ve özgür ruhuyla her yaşta kendini baştan yaratabilmenin yolunu açmış görünüyor. Özellikle yaş almış kadın karakterlerin başrolde olduğu bu sezon filmleri arasında İran’da geçen En Sevdiğim Pastam (2024, Maryam Moqadam - Behtash Sanaeeha) filmi de izlenmeye değer eserlerden. İnsana yaşama sevinci pompalayan, kadının gücünün güzelliğini umuda sarıp anlatan Mukadderat filminin gişesi bol olması dileğiyle... Güldem Eczacı
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR