Kurtçuk dut yaprağını nasıl yer? Bir kenarından başlar ve yiye yiye diğer kenara gider, oradan da yine başladığı kenara gelir. Bir yaprağın bütün kenarlarını dişiyle dört taraftan  muhasaraya alır, çevirir.  Ermeni askerleri de bizi aynen böyle muhasaraya almışlardı. Askerlerimiz onlarla son mermilerine dek savaşsa da yerlerini koruyamadılar. Sonradan anladık ki Rusların 366 cı alayı Ermenilerle birlikteymiş.

Biz yüz elli civarında can adamdık. Yarıdan çoğumuz kadın, çocuk ve yaşlıydı. Katik ormanının derinliğine gizlenmiştik. Yegane koruyucumuz işte bu karanlık ormandı.

Şubat’ın nemli soğuğu bizi iliklerimize dek üşütüyordu.  Bebeleri don vurmasın diye goynumuza, koltuğumuza sokuyorduk. Üç aylık bir bebek bu hengamede göz göre göre öldü. İçimizde tek silahlı kişi olan Nimet dayı, belinden çıkardığı iri bir kama ile kazabildiği kadar toprağa çukur kazdı, bebeği gömdük. Genç anne Şefike, ilk çocuğunu yitirmiş anne olarak havalandı.* Gidip bebeğinin mezarının yanında yatdı. Ne yapsak ne etsek onu oradan ayıramadık.

Akşam üstü Ermeniler bizim izimizi sürüp buldular. Nimet dayı bizi ormanın daha da derinlerine kaçırıp silahıyla onları oyalamaya başladı. Biz iki gruba ayrılıp ormanın derinliklerinde ilerlemeye başladık. Biraz ilerlemiştik ki sırtıma bağladığım altı aylık körpe kızım ağlamağa başladı. Herkes dönüp anlamlı olarak bana baktı. Hatta kaynanam bile bana çıkıştı:

“Kes onun sesini!..”

Bağladığım şalı arkadan açıp bebeğimi kucağıma aldım. Hem yürüdüm hem mememi çıkarıp emzirmeye çalıştım. Oysa on saattir boğazımdan tek lokma geçmemişti ki sütüm olsun. Ama bir müddet kızım boş mememi emdi; sesini kesti. İki dakika geçmedi yine ağladı. Öbür mememi de ağzına saldım. Ama o, buzağının anasının memesini dürtüklediği gibi dürtükledi; burada süt yok, niçin beni aldatıyorsun, der gibi.

Yine herkes korka korka bana baktı. Bu kez parmağımı ağzına soktum, bir hayrı olmadı. Dilimi ağzına soktum, daha ilk dakkada mızıldadı. Neyleyim ben, hay Allah! Burada elliden çok adam var. Ben onların kanına nasıl sebep olurum?

Çarem kalmadı; elimi kapadım bebenin ağzına. Birazdan elimi çeksem de bebeden hiç ses çıkmadı. Biraz yürüyünce kollarının gevşediğini sandım; boynu da sallandı. “Öldürdüm bebeği Allahım, günahımı affet!” deyip şalıma sardım, yine sırtıma vurdum.

Gece boyu ormanın içinden yürüdük. Nefes nefese kalmış olsak da dayanıp gidiyorduk. Bu hem bizi donmaktan kurtarıyor hem de takip eden Ermeni askerlerinden mümkün olduğu kadar uzaklaştırıyordu.

Kalın meşeler vakti anlamamıza engel oluyordu; her yer akşam gibiydi. Açıklığa çıkmaya da korkuyorduk. Öldü sandığımız silahlı kişi de gelip bize karışmıştı. Yaralanmış, yine de yarasını sarıp bir yolunu bulup yakalanmadan kaçmayı başarmış. Söylediğine göre, Taşnak elebaşları diğer grubu yakalayıp onlarla uğraştığından bizleri unutmuşlar. Ele geçirdikleri erkeklerin, kadınların bağırtısından gün tutulurdu. Böyük bir ateş yakarak çocukları, yaşlıları  diri-diri ateşe atıyorlarmış.

Biraz daha gidince zayıf bir gün ışığı gördük. Demek ki şafak sökmüştü. Benim ayaklarım ise gitmiyordu. Önden giden gözcümüz geri gelip askerlerimizin denetimindeki güvenli bölgeye yaklaştığımızı söyledi.

Yorulup elden düşmüş bu insanlar dinlenmek için buz gibi toprağa çöktüler. Ben, yaralı da olsa içimizdeki tek silahlı adama ağlayarak  dedim:

“Nimet dayı, ben şu cocuğu daha taşıyamıyorum... Elimi ağzına bastım, öldü... Ölünce de ağırlaştı da. Belki sen  bir mezar kazabilirsin.. Gömelim...”

Guruptaki insalar suçlu bakışlarını yere dikmişlerdi. Annem ise bebeği alıp kollarının üstünde tuttu. Sağa sola gezdirerek sözsüz, sessiz bir ağıt başladı. Kadınlar anama koştular. Ne olup bittiğini anlamayan diğer çocuklar şaşkın bakışlarla ağıt yakan kadınlara bakıyorlardı.

Kişi* belinden çıkardığı iri kamayla buzlu toprağı kazmaya başladı. Aşağı yukarı yirmi dakika sonra bebeği içine alabilecek kadar küçük bir çukur hazırdı. Anamın şala sarıp toprağa koyduğu bebeğimi son kez görmekiçin eğildim. Şalı araladığımda ise irkilip şaşırdım. Acayip bir şey görünmüştü gözüme belki! Gözümü yumup açtım; yine aynı görüntü: Bebeğim gözlerini açmış bana bakıyor ve gülümsüyordu!..

Ellerini göğe tutarak dilimizde dualar okuyan kişi de sanırım benim gördüğümü görmüş, duası ağzında yarım kalmıştı. Adettir, bebekler ölünce “Yasin” okunmaz, “Allah rahmet eylesin” denmezdi. Onlar cennet kuşu sayılırlar. Bunun için  Nemet kişi “Fatiha” okumuyor, kendi dilimizde tanrıyla dertleşir, dua okuyordu. Ama o duayı yarım yamalak okusa da bitirip “Ya resulallah” deyip bebeğe doğru koştu.

Gördüğünün gerçek olduğuna inanan kişi kazdığı  toprakı mezara döküp dedi:

“Bu bebek bize Allahın bir işaretini getirdi. Demek ki her şeyin sonu değilmiş. Hazırlanın, yola düşüyoruz...”

(Türkiye Türkçesine çeviren Ahmet Yıldız)
________________________________________

*Havalandı - Azerbaycan Türkcesinde, delirmek

*Kişi – Azerbaycan türkcesinde, adam

 
Azad Karadereli

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)