Maskesiz haydutlar: Edebiyatta bir ‘çökme’ hikâyesi / İsmail Uyaroğlu
Son günlerde bir ‘çökme’ edebiyatıdır gidiyor. Çöken çökene. Acı olan şu ki yalnız mafya âleminde değil, her alanda bir çökme - çöküş var Türkiye’de. Buna her yer, her şey kirlense de temiz kalması, dürüstlüğün kalesi olması gereken edebiyat da dahil. İşte size gündemin çağrıştırdığı, okuyana pes dedirtecek, edebiyatta bir ‘çökme’ hikâyesi. Arkadaş Z. Özger, 5 Mayıs 1973’te, 25 yaşında gencecikken öldüğünde, şiirlerinin yok olup gitmesine gönlüm elvermediği için (üç beş günlük, çok kısa ama sıcak bir dostluğumuz olmuştu) Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ne kapanıp son altı yılın bütün edebiyat dergilerini taramıştım. Yanı sıra Forum dergisiyle Cumhuriyet ve Ulus gazetelerini de. (O yıllarda edebiyat sayfası düzenliyordu gazeteler.) Ve Arkadaş’ın yayımlanmış bütün şiirlerini bulup çıkarmıştım. Eksiksiz. Sonra da bu şiirleri değerlendiren uzunca bir yazı yazmıştım. Her birinin hangi tarihte, nerede yayımlandıklarını da belirterek. Bir bölümü, ölümünden üç ay sonra Yeni a dergisinde (Ağustos 1973) yayımlanmıştı. Daha sonra Tekin Sönmez, bu şiircikleri (sevgi anlamında ‘cik’) Nadas Yayınları’nda bir araya getirip kitaplaştırmıştı. Başına benim yazıyı da koyarak. Bu birinci perde. İkinci perde, bundan on yıl sonra başlıyor. Mayıs Yayınları sahibi Suat Çelebi, bu kitabı yeniden basmaya karar vermiş. Arkadaşı Sina Akyol geldi, onun adına benden bu yazı için izin istedi. Ben de sonuna kısa bir ekleme yapıp yazıyı biraz daha geliştirerek istenen izni verdim. Ve Arkadaş Z. Özger’in şiirlerinin yeni yolculuğu, yeni bir yayıneviyle başlamış oldu. Sevinmiştim. Ancak baktım, kitap aralıklarla yeni baskılar yapıyor ama şiirleri bulup ortaya çıkaranın İsmail Uyaroğlu olduğu, hiçbir yerde bir cümleyle olsun belirtilmiyor. Oysa herkes bilir, Rüştü Onur’un şiirlerini derleyenin Salâh Birsel, Muzaffer Tayyip Uslu’nun şiirlerini derleyenin Necati Cumalı olduğu, yalnız kitapların kendilerinde değil, kaynaklarda, ansiklopedilerde bile belirtiliyor. Emeğe saygı bunu gerektirir çünkü. Yayınevi sahibine bir telefon görüşmesinde bunu anımsattığımda, hakkı teslim etmeye yanaşmadı ve şu cevabı verdi. Hazır olun, okuduğunuza inanamayacaksınız: Ama ben de gittim kütüphaneye! Yanlış okumadınız, tekrar yazıyorum: Ama ben de gittim kütüphaneye! O yüzden yazamazmış. Çünkü o da gitmişmiş kütüphaneye. N’olmuş gittiysen, altı yılın dergilerini, gazetelerini günlerce, sırtından ter aka aka (yaz ortasıydı) sen mi taramış oluyorsun? Tarayıp da şiirleri sen mi bulmuş oluyorsun? Zaten her şiirin hangi tarihte, nerede çıktığı yazılmış, sana yalnız memurdan o dergiyi, gazeteyi istemek kalıyor. Şiirler yerinde duruyor mu, yoksa fareler mi yemiş diye bakmak için... Geçtim emeğe saygıyı, insanda biraz utanma olur. Üçüncü perde ve ‘çökme’ girişimi bundan sonra başlıyor. Bu kişi ve ona payandalık yapan zat, gerek televizyonlarda, gerek gazete ve dergilerde kendileriyle yapılan söyleşilerde ilk baskıdan hiç söz etmiyorlar, öyle bir şey yokmuş gibi es geçmeye, unutturmaya çalışıyorlar. Sanki Arkadaş’ın şiirlerini, kendileri gün ışığına çıkarmış, edebiyata kazandırmış gibi. Emeğin üstüne oturmak istiyorlar. Bir de bir baskı yanlışı bulmuşlar, mal bulmuş mağribi gibi ona sarılıyor, onu alet ediyorlar tezgâhlarına. Şiirin birinde, yayıncının dikkatsizliği sonucu iki kıta düşmüş. Her kitabın başına gelebilecek bir talihsizlik. Bunun böyle olduğunu biliyorlar ama konuyu saptırıp, özellikle çıkarılmış gibi gösteriyorlar. Niyet kötü olunca... Oysa çıkarılmış dedikleri bölüm, benim değerlendirme yazımda var alıntı olarak. Yayıncı çıkarmış olsa o bölümü, -gerçi asla izin vermezdim böyle bir şeye ama- benim yazımdan da çıkarırdı. Hem bilerek çıkaracak, hem başka bir yerde bırakacak. Bu bile yeter yaptıklarının kasıtlı bir çarpıtma olduğunu göstermeye. Sonra bakıyorsun o bölüme, çıkarılmayı gerektirecek hiçbir şey yok. Gayet masumane dizeler. Besbelli ki baskı azizliği. Ama yukarıda da söylediğim gibi niyet başka olunca... Bu çarpıtmayla da kalmayıp düpedüz yalan söylüyorlar. Kitaba bazı şiirler alınmamış gibi gösteriyorlar. Ama bakıyorsun, ilk baskıda da 38 şiir var, kendi yaptıkları baskıda da. Eğer bazı şiirler alınmamışsa, seninkinde en azından 39 olması gerekir, değil mi? Her şey bu kadar açıkken, yaptıkları söyleşilerde, ilk baskı için “çok eksik” diyebiliyorlar… İnsanın midesi bulanıyor. Sözde kitap yayımlayan, yazıyla çiziyle, şiirle uğraşan biri nasıl bu kadar bayağılaşabilir? Ve utanmadan, sıkılmadan başkasının emeğine ‘çökecek’ kadar alçalabilir? Sonra da insan içine çıkıp, hiçbir şey olmamış gibi, yüzü kızarmadan dolaşabilir. Aslında utançtan maskeyle dolaşmaları gerekir biraz haysiyet sahibi olsalar. Ama yüz yok bunlarda, maskesiz kültür-edebiyat haydutu bunlar! Hadi yayıncı bu onursuzluğu göze aldı, arkadaşının uyarması gerekmez mi “Edebiyat ahlakıyla, dürüstlükle bağdaşmaz bu, mafyada olabilir bu ama edebiyatta başkasının emeğine çökülmez” diye; ona payanda olmak, suç ortaklığı yapmak yerine? Bu mudur aydın(!), edebiyatçı(!) namusu? İsmail Uyaroğlu’nun Yeni a’nın Ağustos 1973 sayısında çıkan yazısından bölümler Son sözüm şu olacak: Arkadaş bunları bilmiyor. Bilmiş olsa “Nasıl insanlarsınız siz? Benim şiirlerimi bulup çıkaran kişiye bu haksızlığı, kötülüğü nasıl yaparsınız? Hiç ahlak yok mu sizde? Yaşarken saflığı, temizliği, dürüstlüğü yazdım ben, onurlu ve namuslu olmayı. Benim şiirlerimi okumaya layık değilsiniz siz!” deyip yukarıdan suratınıza tükürürdü. İsmail Uyaroğlu’nun Yeni a’nın Ağustos 1973 sayısında çıkan yazısından bölümler Ek: 2. ‘ÇÖKME’ VAKASI Burada bitmişti yazı ama sonradan aynı filmin, aynı ‘teknik’le bir başka yönetmen tarafından da çekildiğini söylemezsem eksik kalır diye düşündüm. Ve ilk filmin yönetmeniyle yönetmen yardımcısı “Niye yalnız bizimkini yazıyorsun” deyip gönül koymasınlar diye ona da kısaca değinmek istedim. Bu ikinci ‘filim’ yakın tarihli. 2014 yapımı. Yapımcısı Ve Yayınları. Sahibi Kenan Yücel. Bu arkadaş da yukarıda dediğim gibi aynı ‘teknik’le çevirmiş filimi. Teknik şu, çok basit: Kütüphane memuruna gideceksin, elindeki -kitaptan not aldığın- listeye bakıp “Bana şu derginin şu sayısını verin” diyeceksin, o kadar. Sonra da şöyle yazacaksın kitapta: “Geniş bir arşiv taramasına giriştim.” Evet, aynen böyle diyor. Neyi taradın birader? Şiirleri kemirmesinler diye makineliyle fareleri mi? Anlayacağınız bir de o çöküyor emeğimin üstüne. Sonra da insanız diye ortalıkta dolaşıyor bunlar. Duydum ki daha sonra bu iki ‘yüksek ahlaklı’ yayıncı, Arkadaş’ı paylaşma konusunda birbirlerine düşüp davalaşmışlar. İyi ki haberin yok bunlardan Arkadaş’ım, yoksa kahrından bir kere daha ölürdün. İsmail Uyaroğlu
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR