Madencilerimiz Ölürken Orhan Kemal Roman Armağanının Önemi / Ahmet Yıldız
Yaklaşık on yıl önceydi sanırım, epey yıpratıcı ödül tartışmaları yapılmıştı. (Daha önce de yazarın televizyona çıkıp çıkmaması gibi arkaik konular tartışılmıştı!) Tek tek değil de toptan, bir kurum olarak ödül üzerine tartışmalardı bunlar yanılmıyorsam.
Özellikle Nobel Edebiyat Ödülü’nün Orhan Pamuk’a verilmesiyle alevlendi bu tartışma. Ülkesindeki okurları iyi yazardır, kötü yazardır diye ikiye bölen, okudum ama anlayamadım diye tartışılan Nobelli bir yazar dünyanın başka bir yerinde var mıdır? Örneğin hangimiz Marquez konusunda iyidir yok kötüdür diye bölünebiliriz.
Böyle bir savaşın içinde ödül kurumunun da önemli bir ideolojik merkez olduğunun ayırdına vardık, bu konuda edebiyat kamuoyu olarak ayıktık, aydınlandık.
Bir sonuç alınamadı; sanıldı. Gerçekte ödül kurumu büyük yara almıştı. Artık okurların önemli bir kısmı ödül almış diye kitap değerlendirmiyor, “edebiyat ortamı”nın esas gücü olan yazar/şair ve dergi çevrelerinde ödül almak önemli bir olay olmaktan çıkıyordu.
Öyle bir kirlenmeye tepkiydi ki bu, ödül alanlar ödül aldım diye övünemiyor, yayınevleri ünlü “bant”ı ödül almış kitapların kapaklarına koymaz oluyorlardı.
Sağlıklı bir durumdu bence. Güç yapıttan fışkırmalıydı; dayanak(lar)la yürüyen bir edebiyat kör topal kalmaya mahkumdu çünkü.
2014 yılında Altın Palmiye ödülünü kazanan ünlü sinemacımız Nuri Bilge Ceylan aldığı ödülden bir kaç gün sonra Rotterdam'daki bir sinema toplantısında ödülle ilgili sorulan bir soruya :
"Ama çok korkutucu bir şey tabi böyle şeyler. Çünkü ben yalnızlığı seven bir insanım. Film yapma gücünü daha çok kendimi yalnız hissettiğim bölgelerden alan bir insanım. Bu tip şeyler sonuçta insanın bir sürü yapay diyebileceğim ilişkiler şebekesiyle kuşatılmasına sebep oluyor. İnsanın hayatında bir havai fişek gibi büyük bir aydınlık yaratıyor ama genellikle havai fişekten sonra insanın gözü kör olur gider. İyice bir karanlık gelir. Bunların bilincinde olan bir insanım. Ödülleri de çok abartmam. Bunları sadece oyun gibi görmek, oyunun bir parçası olarak görmek gerek sonuçta." demişti.
Edebiyatımızda da ilerleyen yıllarda yine ehven-i şer egemen olmuş, bilen bildiğini yapmış, ödül dünyasına da uzun bir sessizlik egemen olmuştu. İşin içinde “piar” varsa, kapitalizmin en azgın türü ülkenizde yaşanıyorsa ve kitap sermayeye “sektör” olmuşsa ödül kurumunu kimse bir takım “idealler” nedeniyle boş bırakamazdı elbet!
ÖDÜL NEDİR? EDEBİYAT ÖDÜLÜ ÖNEMLİ MİDİR?
Ödül kurumuna toptan karşı çıkmak doğru mudur?
Bu satırların yazarı da bir ödülle yazar olarak yaşamaya karar vermiş, yazarlığından caydıracak engelleri itmiş, bu uzun, meşakkatli, acımasız yola böyle bir tuzakla adım atmıştı. Bir arkadaşımın önerisiyle öyküdosyamı gönderdim ve 1987 Akademi Kitabevi Öykü Ödülü Birinciliğini aldım. Birincilik haberini de gazetede okudum. Seçici kurulda kim var, nasıl insanlardır bilmiyordum. Onlar da bu çocuk kim, bilmiyorlardı; ellerinde bir tek öykülerim vardı.
Bu yüzden yeni yetenekleri kazanmak için verilen ödüllere inanıyorum. Hem genç yazar/şaire moral vermek, onları sen bu yolun insanısın diye yüreklendirmek, hem de edebiyatın diğer kurumlarını bu toplumsal değerimize ilgi göstermesini sağlamak için.
İkinci tür ödül ise yıllarını edebiyata vermiş, yıllarca yazmaktan başka bir derdi olmamış, köşesinde edebiyat için çalışmış, başarılı ve etkili olmuş belli bir yaşın üzerindeki yazar ve şairlere verilen ödüldür. Bu tür ödüller de önemlidir; toplumsal bir varlık olduğumuzu kanıtlar; insana olan güveni tazeler; insanoğlunun insanlaşma sürecinde önemli bir eylemdir.
Cumhuriyet şu kısacık ömründe nice şair ve yazar yetiştirdi. Edebiyatımız dev adımlarla büyüdü, gelişti. Ödüllerin bunda etkisi oldu; Attila İlhan Cahit Külebi gibi şairleri bize sundu; Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı bile aldığı Cumhuriyet Halk Partisi Şiir Yarışması’yla daha iyi anladık.
HEP AYNI KİŞİLER
Edebiyatımızda hemen hemen bütün önemli yazar/şairlerimizin adına çoğunlukla aileleri tarafından kurulmuş ödül verilmektedir. Her aile, iyi niyetle, hakkaniyete özen gösterilip edebiyatımıza katkıda bulunacağına kesin inanarak seçici kurul oluşturur; çoğunda aile üyeleri de yer almaz, alsa da en pasif üye olarak kalır.
Ancak dikkatli olmalılar. Devir “acaip” bir devir! Frances Stonors Saunders'in, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı adlı kitabından ve Mustafa Yıldırım'ın Ortağın Çocukları adlı kitabındaki belgelerden biliyoruz ki edebiyatın "kanaat önderi" insanlarına bazı merkezlerce çok önemli görevler verilebiliyor. Hiçbir şey eski saflığında, hiç bir seçici kurul üyesi görüntüsünün kalıbında değil!
Haldun Taner Öykü Ödülü, Sabahattin Ali Öykü Ödülü, Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Sait Faik Öykü Ödülü, Behçet Aysan Şiir Ödülü, Necatigil Şiir Ödülü, Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü, Erdal Öz Edebiyat Ödülü… Hangisinin ailesi bu kişilere yakışmayan insanların ödül almasını isterdi?
Oysa yıllardır, bu sanatçılarımızın masasına bile oturamayacak nitelikte ve düşüncede insanlara ödüller verilerek ödül dumura uğratıldı, köreltildi! Oturup “neden?” diye sormalıyız yeniden.
Bizdeki ödüllerin temel sorunu seçici kurullardır. Öyle ki bir yılda on ödül seçici kurulunda olan “hacıyatmaz”lar vardır. Seçici kurul meslek gibi bir şey olmuş. Oysa bir edebiyatçı bir bilemedin iki ödül seçici kurulunda olmalı. Çok önemli bir iş yaptığının ayırdında olmalı. Alacakları karar belki bir yazarı doğmadan öldürmüş, böylece çok önemli edebiyat yapıtlarının yaratılmasını engellemiş olabilir. Bu, ülke edebiyatı için değil yalnızca, insanlığın arayışı serüvenine ortak katkısı için de önemlidir; bu anlayışte seçici kurul üyeliği yapan çok değerli yazar ve şairlerimiz vardır. Artık dünya çok küçüldü. Edebiyat için ise çok dar!
BİR ÖNERİ
Hepimize ortak sorumluluk düşüyor. Yazarlar edebiyat anlayışları kendilerine zıt yazar/şair adına konmuş ödüllere katılmamalıdır.
Seçici kurullardan birisi ilgili yayınevinin yakınındaysa ödüllerden uzak durmalı ya da değerlendirmelerde bir doktorun ameliyat masasında dost düşman ayrımı yapmadan çalışması, bir mühendisin hassas ölçümün matematiğini hesaplaması gibi görev yapmalı. Seçici kurulda olanlar toplumumuzu gönendirecek, insanlık gölüne bir damla katacak, Türk edebiyatını yüceltecek yazar ve şairler, -ve de okurlar!- yerine "yeni" ve sahte yazarlar -ve de okurlar- yerleştirecek el çabukluğunda "usta!"lar olmamalılar!
Yayınevlerine çöpçatanlık yapmak, edebiyatın değerlerini rehber almayıp kendi gizli niyetlerini, duygularını ciddiyetsiz bir tavırla (dosyaları hiç okumayarak!) önceleyerek karar almak cinayetle eşdeğerdir.
ORHAN KEMAL ROMAN ARMAĞANI ve TARTIŞMALAR
Kaderin “ironi”si diyelim, tam da emekçilerin Soma’da ölerek Türkiye’nin gündemine oturduğu acı günlerde Orhan Kemal Roman Armağanı açıklandı. Basınımızın aynen aktardığım “43. Orhan Kemal Roman Armağanı'nı katılan 44 romanın arasından sıyrılarak Çıplak ve Yalnız'la Hamdi Koç aldı.” başlığıyla duyuruldu.
Uzun süredir Avrupa’da da aklı başında edebiyat çevrelerinde tartışılıyor; nicedir edebiyatta çalışan beden kayboldu diye. Yazar ve şairlerimiz emekçi halka yabancılaştı; 60 milyona yakın insan yoksulluk içinde yaşıyorken toplumun en duyarlı kesimi olan yazar ve şairlerin bu vurdumduymazlıkları anlaşılmaz, diye ülkemizde de homurtular yükseliyor.
Bu yıl tam da 100. yaşını kutladığımız Orhan Kemal, emekçi dostu bir yazar olarak anımsanıp postmodern anlayışların çöküşe geçtiği günlerde bu yönüyle öne çıkarılabilirdi. Orhan Kemal, neoliberal saldırılara karşı edebiyat cephesinde olmayı hem kendisi de isterdi, inanın! Emekçilerden başka derdi olmamış yazarımız adına konan ödül, yazar ve şairlerimizin emekçi halkıyla barışma vesilesi yapılabilirdi.
Seçici kuruldaki dostlara ilk bakışta diyecek bir söz yok. Ne var ki sonuca, yani ödül verdikleri yazara bakınca sanırım yukarıdaki kaygılarımı kanıtlarcasına sağır ve kör olarak davranmışlar. (Mehmet Güleryüz, yönettiği belgesele acaba niçin “Sessizlerin Sesi: Orhan Kemal” adını koydu?)
"Çıplak ve Yalnız romanını, tarımsal üretim atmosferindeki insan gerçekliğinin dönüştürülebileceğini, daha iyi bir dünya için yaşanan acılardan kurtulmanın mümkün olduğunu, Orhan Kemal’in dünya görüşüne yakın bir anlatımla bir dizi bilinmezle irdeleyen ve tarihe yaptığı göndermelerle evrensel vicdanı da hatırlatan yaklaşımı…" imiş.
Orhan Kemal’in dünya görüşünde roman bulamamışlar da “yakın”ını bulmuşlar. Her neyse, olabilir. Ancak gerekçede kurulan tümceler ve kullanılan kavramlar seçici kurul adına da üzücü; sonuç gibi gerekçe de yakışmadı.
Terry Eagleton, postmodern dönem romanını eleştirirken, “emekçi teri unutuldu, madende akıtılan ter yerine sevişirken dökülen ter onun yerini aldı!” diye ağır sözler söylemişti.
Ödül alan yazarı tanımam ama Ayşe Arman’la koklaşarak resim çektirirken söylediklerine bakılırsa Orhan Kemal’in “yakın!”ında bile değil. Orhan Kemal’in ve tüm kalıcı büyük romancıların izleği olan sevgi, yardımlaşma, emek verme gibi temel insanlık değerleri yerine aklını sekse bozmuş; konuşmanın her yeri seks yapma ve faydaları üzerine!.
Yakışır mı? Yakıştı mı? Ödül koyucular ve seçici kurula "armağan" olsun!
Ahmet Yıldız
(Aydınlık Kitap, 23 Mayıs 2014)
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR