Kimi şairler/kitaplar var olan bir düzeyi korur, geleneği sürdürür. Zerrin Taşpınar'ın Kin ve Kibir adlı son şiir kitabı bunlardan biri.

Zerrin hanım dili şiire dönüştürürken düz sözle bağını koparmayan biri. Şiiriyle yeni bir dil yaratmaktan çok var olan yalın ve öz güvenli dilini (öyle öz güvenli ki buna neredeyse yer yer konuşma dili diyeceğim geliyor) ‘yükseltmekle’ yetiniyor. Bunun bir seçim olduğunu düşünüyorum. Duyarlığın siyasadan,felsefeden, inançtan kopmadığı; bütünlüklü, bir ve tutarlı bir yaşama sahip olduğu izlenimi veren bazı toplumcu şairlerde de gözlemlediğimiz bir durum bu. Zerrin hanım da onlardan biri; ait olduğu şiir damarının düzeyini, debisini korurken, kendisini şair olarak görünür kılsa da bu Marksist bir gösteri değil.

Söz ve yaşam şairin önünde.

Onu okurken Nazım Hikmet, 40-60-70 toplumcuları diye çekebileceğimiz bir şiir çizgisinin artık zayıflamış da olsa varlığını hatırlıyor, sunduğu devamlılık duygusuyla biraz olsun ferahlıyorsunuz. Bu şiirimizin bütünü için olduğu kadar toplumcu birikimimiz için de önemli bir durum. Günümüz şairlerinden Abdülkadir Paksoy'un şiirleri de bana benzer şeyler düşündürebiliyor.

Bu devamlılığın doğal sonucu olmalı; "Burçlarında sargı bezi, temiz su saklayan/ özgürlüğe giysiler diken Ankara”, Cumhuriyet başkenti, aile ocağı; büyüme, serpilme ve yaşama mekanı olarak kitaptaki şiirlerde canlı bir şekilde yer alıyor. (Remiye Hanımın Öyküsü, Vadim O Kadar Yeşildi ki, Ankara Şiirleri gibi). Bu özelliği onu Kansu, Külebi gibi Cumhuriyet şairlerine yakınlaştırıyor. Şu farkla ki; benzer bir yurtseverlik, halkseverlik, ulusseverlik ve insanseverliğe karşın Zerrin Taşpınar'da yaşadığı zamandaki macerasından kaynaklanan koyu bir kırgınlık var. Bu Kansu'nun başı yukarıda, Külebi'nin aşıkane kederinden farklı; bu, Sıvas faciasını ve sonrasını yaşadığımız zamanlara ait.

Nasıl kırgın olmasın? Yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki çöküşünden zorlu bir kurtuluşla umutlu bir yeniden kuruluşa evrilen Türkiye’nin yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğinde kendini içinde bulduğu güçlükler, başarılamamış devrimler ve ulaşılamamış ülkülerle ilgili olarak faturanın hep kurtaran ve kuranlara kesildiği, farklı yeniden çöküş reçetelerini kabule zorlandığı, kabul etmeyince zorla dayatıldığı onyıllarda yaşamaktayız. Buraya birden bire gelmedik. Özellikle geçen yüzyılın son çeyreğinde, aydınlanma ışığının solduğu, demokrasinin yozlaştığı, dinin salt ritüele indirgenerek kanunsuzluk ve kamu soygununun örtülmesinde kullanıldığı, yeterince eğitilememiş halkın içtenlikli benlik duygularının şovenizm ve şeriat kanallarına çekildiği bir kamusal başarısızlık ve komplolar, kumpaslar deneyimi yaşadık. Bu dönemde bağnazlık ve fitne tarafından ateşe verilmiş bir otelden mucize eseri kurtulanlar arasında yer alan bir şair neden bu denli kırgın olmasın?

Eğitimin, sağlığın, emeklinin taşerona devredildiği; akla gelen her şeyin finansallaştırılarak kalp parayla, borçlanmayla hormonlu bir ekonomik dinamizm yaratıldığı; kamusal değerlerin "çatır çatır" satılarak elde edilen paralardan yeni bir sınıf yaratıldığı, kamu yönetiminde biraz kalmış özerkliğin ve tarafsızlığın tarumar edildiği, rüşvet ve yolsuzluğun, partizanlığın arsız bir övünmeye dönüştüğü, olan bitenden şaşkın halka cüluş dağıtıldığı, yerli ve milli markalı benzersiz bir kültürel bayağılaşma yaşandığı bir zamanda şair nasıl kırgın olmayabilirdi ki?

Ama onun sesi ve şiiri yine de yenik bir ses, yenik bir şiir değil; kırgın, özgüvenli ve belli ki ötelere de bakıyor. Bu kitaptan yola çıkarak Zerrin Taşpınar şiirinin kırgın da olsa yenilmemiş bir devrimci cumhuriyetçinin, ısrar eden bir toplumcunun, kendini bilen bir kadının duyarlığı olduğunu söyleyebiliriz. Onu okurken bir şairin değil de bir yoldaşın, kardeşin, ablanın, sevgilinin, annenin konuştuğu duygusuna kolaylıkla kapılabiliyorsunuz. Çünkü dili tıpkı kırgınlığı gibi doğallaşmış, ona özgüleşmiş, ikirciksiz bir kadın dili. Kitaptaki şiirlerden, Duyulmayanın Türküsü çok güzel bir şiir. Türkü oluşuyla buralı. Buranın kadınını hala özgürleştirememiş olmasıyla yabansı. Fakat kadının geleceğini olduğu kadar bugündeki diri, özgür halini izlemekten geri durmuyor. Halı şiiri de çok güzel. Yine bir kadının sesinden.... Onun şiiri, yerini bilen, çevresini gören, anlayan, derinlikli duyan bir kadın-insanın şiiri.

Kitabın inceliği, şiirlerin azlığı, şiir sanatına pek de aldırmamış olması, onu bir tokluk duygusuyla kapatmanızı önlüyor ne yazık ki! Bu da kırgınlıkla mı ilgili diye soruyorsunuz ardından? Zerrin Taşpınar bize daha çok şiirler yazmalı. Şiiri daha çok duyumsatmalı bize.

Bu yılın Ceyhun Atıf Kansu ödülüne gelen kitaplar arasında dikkatimi çeken bir kaç kitaptan biriydi Kin ve Kibir. Kitabın ödüllendirilmemiş olması üstüne, okuma notlarımı toparlamak ve bir kitap tanıtım yazısına dönüştürmek istedim. Bu yazı o.

kinvekibir-gercekedebiyat


KİTABI EDİNMEK İÇİN

Ferruh Tunç
GERCEKEDEBİYAT.COM

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)