Son Dakika



Türkiye'den Gürcistan'a kalkan otobüsler her zaman küçük tüccar ve hasta bakıcısı Gürcü kadınlarla tıka basa dolu oluyor. İki yıllık Türkiye Gürcistan arası git gellerimde onlarca defa böyle otobüslere binip inmişliğim, yüzlerce Gürcü ile tanışıp arkadaşlık kurmuşluğum vardır. Ben, Türkiyenin bir şehrinde öğrenim gören bir talebeyim ve Türk düşünce tarzını, Türkiye adlı küçük bir dünyayı keşfetmeye çıkmış bir gezginim.

Şimdi Giresun'dan geçen bir otobüsle Gürcistan'a yılbaşını kutlamaya gitmekteyim. Otobüste iki Türk erkek ve benden başka herkes Gürcü ve herkes kadın. Genellikle Türkiye'den Gürcistan'a gidip gelen otobüslerin şoförleri mutlaka laz kökenli oluyor, muavineler ise hiç kuşkusuz Türkçe'yi kusursuz konuşan Gürcü kızları. Gürcüler kural tanımaz ve gürültülü bir doğaya sahipler. Telefonla uzun konuşurlar, telefonu kapattıktan sonra yanındakilerle konuşmaya devam ederler. Tanımadıkları biri ile kısa sürede arkadaş, dost ve yaren olur, her derdini bölüşür ve iyi dert dinlerler.

Yılbaşı kutlamalarına giderken bir yandan da Tiflis'te beni beklemekte olan kısa süre önce tanıştığım arkadaşım Lela Alibegashvili'yle görüşeceğimin hayalini kuruyordum. Lela bir Müslüman Acara kızıydı. Boyu küçük olmasına karşın bembeyaz teni, simsiyah saçları, hafif kırmızı yanakları, çatık kaşları onu yüz yıl öncenin Gürcü soylularının kızları gibi gösteriyordu. Ben her akşam uzun mesajlar çeker, incecik belini nasıl kucaklayıp öpmeyi arzuladığımdan sözederdim. Lela'nın gariplikleri ise beni heyecanlandırıyordu. O, sürekli, Avrupa'ya gidip bir opera şarkıcısı olmak, Mısır'a gidip orda oryantal dansı türünden danslar öğrenmek, Türkiye'ye gidib ebru sanatına derinden vakıf olmak hayalleriyle yanıp tutuşuyordu. Aslında yalnızca iki kere görüşmüştük ve birlikteliğimiz genelde internet üzerindendi. gerçekleştiği Ona internet aşkı diyebilirdim.

Otobüslerde gürültü patırtı eksik olmuyordu. Gürcüler yılbaşını Aralık ayının başından Ocak ayının sonuna kadar kutluyor, sabah akşam kırmızı Gürcü şarabından içip oynayıp eğleniyorlar. Azerilerin “Açlık olsun keyif olsun” atasözü sanırım tam Gürcüler için söylenmiş sözdür. Otobüsler gecenin üçünde, dördünde Trabzon'u geçtikten sonra Gürcü kadınlar şoförleri, içinde Gürcü halk oyun havaları çaldırmaya ikna ederek sabahın altı, yedisine kadar deliler gibi hiç usanmadan dans ediyor, herkes bir ağızdan şarkılar söylüyor, komik fıkralar anlatıp gülüyorlar. Bendeniz Gürcüce çok az anladığım ve bu türlü bu garip şenliği nomal bulmadığım için böyle gecelerde zar zor da olsa uyumayı tercih ediyordum.

Azerbaycan'dan Türkiye'ye, Türkiye'den Azerbaycan'a yaklaşık iki üç bin kilometre yol vardır ve bu yollarda o taraf, bu tarafa gidip geldikçe yolda nasıl yemek yeyilir, nasıl uyunur, nasıl televizyon izlenir, nasıl kitap okunur problemlerini kökünden çözmüştüm. Size uzun yolda derin bir uyku çekmenin yolunu anlatmak istiyorum.

Ben her koşulda uyuyamayan birisi olmama rağmen, uzun Türkiye yollarında git gellerim sonucu çok yararlı metodlar geliştirdim. Bu işte bana, annemin çantama koyduğu kırmızı yastık yardımcı olmuştu. Bu kırmızı yastık öyledir ki annem yıllar önce içine kaz tüyü doldurup yüzünü kırmızı güllerle işlenmiş kadife kumaştan diktirmişti. Sanırım evimizde iki ya da üç tane böyle yastık bulunuyordu. Bu yastıklar ninemin sevdiği yastıktı ve ninem öldüğünde onlardan biri ninemle birlikte camiye, onun cesedini yıkamaya gitti ve bir daha eve dönmedi. O yastıkların ortancası ablam evlendiğinde onun çeyizine karıştı ve o da öyle sırra kadem bastı. İşte şimdi elimde kalan bu üçüncü yastık çok şeyler görmüş, yaşamıştı. Çocukluk ve gençlik hatıralarımın bir çoğuna şahitti. İlk aşkımı düşünürken de, sevdiğim akrabalar ve dostlarım bize misafir gelirken de o yastık oradaydı. Tüm bunların yanı sıra sevgili babacığımın kanapede uzanıp yatarkan hep başının altına koyduğu yastıktır. Belki babam benimle ilgili gelecek hayalleri, öfkeleri ve sevgi dolu hisslerini aklından geçirirken bu yastık başının altındaydı. Allah rahmet eylesin, bana yar ve yardımcı olsun. Bu yastık şimdi dünyada olmayan sevimli nineciğime, halacığıma, emmiciğime, dedeciğime yastıklık yapmıştı. Bu kadar aziz ve kutsal bir yastıkta, dünyanın en kötü yerinde bile mışıl mışıl uyuyabilirdim. Ve her halde bu yastık evlenmeme, ilk çocuğuma, torunlarıma da şahitlik yapacaktı.

Annem kırmızı yastığı bu denli sevdiği ve bu kadar hatırayı içinde taşıdığı için bana vermeye kıymamıştı önceleri. Ama sonra sevimli oğulcuğunun uzun ve eziyetli yolda uyuyamamasını gözünde canlandırarak kalbi dayanamadı. Annem az kalsın bana Allah ve tüm azizlere yemin ettirerek yastığı kaybetmememi, hep gözümün önünde tutmamı yakarmıştı. Aile içi bir değerdi çünki bu yastık ve benim unutkan, hep bir şeyler kaybeden karakterim annem tarafından ve tüm tanıdıklar tarafından çok iyi biliniyordu. Annem yastık için ayrıca bir torba yapmıştı, torbanın bir yanını iple bavuluma bağlamıştı. Ben tabii bu şekilde üç ülkeden bavuluma sıkı bağlanmış içinde kırmızı yastık olan bir torbayla gezemezdim ve onu sadece elimde tutarak kaybetmemeye bakıyordum.

Bu kırmızı kadife yastıktan Acara güzeli Lela'ya uzun uzun bahsetmiştim. Lela, yastığı, en az beni görmek kadar heyecanla görmek istiyordu. Yastık, üzerine, ailemin o kutsal insanlarının ruhları çöktüğü için, Lela için de kutsal bir emanet haline gelmişti.

Lela'yla tanışmamız tam bir maceraydı diyebilirim. On çeşit milletin yaşadığı büyük Tiflis'de Lela gibi bir Müslüman kız bulmak kolay değil. En azından dillerini bilmiyorum, ikincisi benim gibi hem Müslüman hem Azeri birisi Gürcü güzelleri için hiç de çekici gelmiyor. Tabii bir Türkiye Türkü olsaydım işler değişirdi, sonuçta Avrupa halkı sayılır Gürcüler için. Beni Lela Alibegashvili'yle yine bir otobüs seferinde arkadaş olduğum bir Gürcü kadın tanıştırmıştı.

Nana Zagro Gürcistan'ın Gori şehrinden geliyor. Onunla Gürcistan'a giderken değil de Tiflis'ten Bursa'ya gelirken yolda tanışmıştık. 40 yaşlarında olduğunu sanıyordum, ama facebook hesaplarımızı değiş tokuş ettikten sonra, meğerse benle aynı yaşlarda bir oğlu ve benden biraz küçük bir kızı olduğunu öğrendim. Benimle aynı şehirde, yani güzelim Bursa'da ihtiyar insanlara bakıcılık yaptığını söylemişti. Aslında hiç de yaşlı görünmüyor diye düşündüm açıkçası. Kocası var mı, Türkiye'de bir sevgilisi var mı, Bursa'da nerede oturuyor sordum. Hep işime gelen cevapları verdi. Kocasından boşanmış, Bursa'da Emek tarafında oturuyormuş, her hangi bir erkekle bir ilişkisi yokmuş. Ben Nana'ya “Me vitsi kartuli gaixare” (Ben Gürcüce bilirim azizim) deyince şaşırdı. Ama benimle ne Gürcüce ne Rusça konuşmak istiyordu hep Türkçe konuşuyordu. Belki Türkçe'yi daha iyi öğrenmek belki fakirlik ve işsizliğin dizboyu olduğu Gürcistan'dan gelip ekmeğini kazandığı ve rahat yaşam bulduğu Türkiye'ye minnettarlığından.  

Bir Gürcü kadının bir Türk, bir İranlı ya da bir Azeri'den farkı vardır. Erkeğin ne olduğunu ve nasıl boyun eğdirileceğini, nasıl “evcilleştirileceğini” çok iyi biliyorlar. Sevecen ve dikkatlidirler. Kötü söz söylemezler, kalp kırmazlar, sık sık küsüp barışmazlar, naz etmezler, sizinle ilgili hissettiklerini ve beklentilerini önceden söylerler, hiç dağa taşa salmazlar adamı. Bu ve bir çok özelliklerine bakarak onlara, dünyanın en eski yerleşim yeri olan Kafkaslar'ın has halkı olduğunu söyleyebiliriz.

Nana'yla ikinci görüşmemiz ilk tanışmamızdan aylar sonra oldu. Aynı şehrin yakın köşelerinde yaşasak bile acele etmiyordum. Yalnızlığın beni çok kötü bastığı bir şehirde kendimden 15-20 yaş büyük bir kadınla görülmektense yalnız kalmayı tercih etmiştim, sonra yalnız kalmaktansa Nana’yla görüşmeye karar verdim. Görüşmemizin amacı, daha doğrusu bahanesi Nana'dan Gürcüce öğrenmekti. Ben aslında Gürcistan Türkiye yollarında kazandığım uzun tecrübelerden biraz Gürcüce öğrenmiştim. Aslında bu dili öğrenmenin bana ne yararı olacağını çok net anlayamıyordum. Bu sadece Gürcü kimliğine bir sevgiden doğuyor olmalıydı.

İlk görüşümüzde biz Nana'yla Gürcüce selamlaşıp, hal hatır sorduk.

- Gabarjoba genasvali. (Selam)

- Gagimarcos (Aleyküm selam)

- Rogor xar? (Nasılsın)

- Kargat. (İyiyim)

İlk görüşümüzde Nana gözlerime dikkatle bakarak kalbimden geçenleri çok iyi anlamıştı. Bir nevi kendi yaşlılığına genç ve saf bir erkeği yakıştırmamıştı. O bana “sadece arkadaş olabiliriz” derken bile bunu o kadar nazikçe ve düşünceli bir sesle söyledi öyle bir bakış attı ki, “kararı kendin ver, istersen beni sevgili olarak görürsün, istersen arkadaş olarak” demek istediğini hemen anladım.

Ben Nana'ya Bursa'da yaşadığım yalnızlığın boyutlarından bahsettim; kadınsızlık, Türk kültürüne ve kızlarına uyuşamamazlık, Türkleri anlayıp hissedebilememek. Nana'yla ise ortak bir Sovyet medeniyetinden gelmenin rahatlığı vardı. Nana biraz zaman isteyip bana güzel bir kız arkadaş bulabileceğini söyledikten sonra ise sevinçten göklere uçtum.

Aylar geçiyordu ve biz Nana'yla hiç buluşmuyorduk; artık görüşemeyeceğimize iyice inandım. Sonuçta bir erkek kadına ya lazım olur ya da olmaz. Biz Kafkaslılar kadınlarla arkadaşlık ve dostluk gibi şeylere pek fazla dikkat etmeyiz. Kafkas kadınları da böyledir, her ne kadar modern metroseksüel arkadaşlıklar kurmaya çalışsalar bile, bu böyledir; yalanı yok.

Nihayet güzel günlerin birinde bana Nana'dan telefon gelmez mi? Nana sevinçle haber veriyordu: Gürcistan'dan eski arkadaşı kızı ile birlikte Nana'yı ziyaret etmeye gelmiş ve Nana beni hem arkadaşı hem de onun kızıyla çarçabuk tanıştırmak istediğini söylüyordu. Aslında Nana diplomatik bir görüş olacağını umuyordu. Bir Gürcü bir Azeriden daha fakirdir, bir Gürcü Türkiye'de öğrenim gören ve orada kalma şansı olan bir Azeri'yi iyi bir damat olarak görebilir düşüncesindeydim. Bir Azeri bir Gürcü'den daha az ya da çok seyrek içki içer. Demek ki, bir Gürcü'ye göre daha iyi bir aile reisi olabilir kendini beğenmişliği içindeydim.

Nana ve arkadaşı Tinatin Alibegaşvili'yle görüşümüze özenle hazırlandım. Tinatin, 40-50 yaşlarında, ama yine de güzelliği üzerinde, son derece iffetli bir müslüman Acara kadınıydı. Nana benim de bir Müslüman ve Kafkaslı ve hem de bir Azeri olduğumu ona söyledikten sonra kızını benimle tanıştırmak teklifini olumlu karşılamıştı.

Biz Kafkas'tan uzak bir şehirde, Bursa'da bir masanın başında Nana, Tinatin, Lela ile oturmuştuk, bir yerlerden annemin ve babamın kızgın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Validemin onayı olmadan kız bakmaya gelmiştim ve anne babamın hiç tanımadığı, kendimin bile tanımadığım bir aileyle akraba ede bilecektim onları. Tabii büyük sorumsuzluk, büyük yanlış içindeydim, ama yalnızlığa bir de buradan bakın diyorum hayalimde anne-babama.

Lela 25 yaşlarında bir kızdı. Güzel olduğu kadar zeki. Çoğu Gürcü ya da Türk kızlarından farkı sigara içmemesiydi. Dindar bir kızdı ama başörtüsü ona tersti. Rusça çok az anlıyordu ama Gürcüce benim dil bilgimin yol verdiği kadar konuşuyoruz. Tinatin hanımefendi soylu bir Batum ailesinden geldiğini, dedlerinin Sarp köyü taraflarda büyük çiftliklerinin ve tarlalarının olduğunu düzgün ve edebi bir Rusça anlatıyor. Alibegaşvili ailesinin Gürcistan'da meşur çok sayıda üyesinin olduğundan söz ediyor. Ben bu türlü soy sop övgülerini Gürcü ve Ermeniler'in ağzından çok duyduğum için susuyorum. Gürcüler bu işte herkesden öndedir, Ermeniler onlardan sonra.

Bir Acar olan Tinatin'in dininden başka Gürcüler'den o kadar farkı olmadığı için sohbetimize soyunu övmekle başladığını düşündüm. Neredeyse tüm Gürcüler dedelerinin Rus Çar ordusunun knezi, ya da Tiflis kintosu, ya da Acariya'da, Abhaziya'da, Borçalı'da, Tiflis'in ücra köylerinde, Mçxeta'da, Kaxetiya'da büyük toprak sahipleri olduğunu söylemekten yorulup usanmazlar.

Ben Tinatin'in söylediklerine dikkat etmeden Lela'nın akıp giden büyük gözlerine, utandıkça kızaran şeftali yanaklarına, taze çilekleri andıran dudaklarına dalıp gitmiştim. Lela bana bakmamak için gözlerini benden kaçırıyor, hatta diye bilirim ki beni ihtiyarlamış, çirkin ama zengin bir koca gözüyle görüyordu.

Nana'nın organize ettiği bu fazlasıyla diplomatik evlilik görüşmesinin iyi tarafı Bursa'da olduğu zaman içinde onunla görüşebilecek olmamdı. Sonra yılbaşında Tiflis'e gittiğim zaman şerefli ve saygılı Alibegaşvililer'in diğer üyeleri ile tanışmak için Lelagillere misafir olacaktım. Dedemin dediği bir atasözü bu zamanlar için düşünülmüş bence: “Her memlekette bir ev almaktansa, her memlekette bir dost kazan!"  

Sarp sınır hattına varaınca artık hava iyice kararmaya başlamıştı. Muavin hanım bizim otobüsleri terk edip bavullarımızı kendimiz götürmemiz gerektiğini söyledi. Otobüsün kapısına gürültüyle hücum eden Gürcü hamallar Gürcistan'a mal getiren tüccarlara yardım karşılığında 5-10 lira para alıyor ve muhtemelen o paranın yarısını şaraba ya da kumara harcıyordu. Burası Gürcistan ve burada şarap su yerine içilir. 

Yaklaşık bir saat sonra yeniden otobüslerimize bindik. Yolda önümüzü Gürcü halk şarkıları söyleyen,  folklor ekipleri kesecekti. Eğer Türk şirketi değil de Gürcü şirketinin otobüsü olsaydı  uzun gece boyunca bira ve şarap şişeleri boşalıp otobüsün içine dolacak, yolda en az 2-3 defa içki molaları verilecek, otobüste tanışmış bir Gürcü erkeği ile Gürcü kadını hemen oracıkta öpüşüp koklaşacak ve herkes bunu görmezden gelecekti.

Tiflis'e vardığımda saat gecenin biriydi. Lela onlarda kalmam gerektiğini söylediği için  herhangi bir otelde kalmayı düşünmemiştim.

Otobüsten inip bir taksiye binip direk Tavusi Pleba meydanına (Özgürlük meydanı) yollandım. Lelaların evleri buralara yakın ama daha arka sokaklardakı eski gecekonduların birindeydi. Gel gör ki Lela'nın cep numarasını ne kadar aradımsa cevap vermedi. Bu durumdan hiç bir şey anlamadım, aklımdan bin türlü korkulu ve utanç verici düşünceler geçti. Gecenin bir aleminde turistlerin henüz otellerine gitmediği Tiflis sokaklarında yolunu kaybetmiş bir Suriyeli mülteci gibi kala kaldım. Tiflisin “İstiklal Caddesi” olan Leselidze'de bavulumu o tarfa bu tarafa sürerek öylece gidip geldim. Tek gecelik ucuz bir hotel aradım, sordum soruşturdum. Lela'ya belki yirmi defa çağrı, on defa whatsapp mesajı bıraktım ama tık yok. Belki bir sözümden incinmişti, ama hangi sözümden. Belki beni görmek onun için çok heyecanlıydı. Belki de evlenmek onu korkutmuştu. Bakire kızlar hep ilk düğün gecesinin korkulu yüzünü dert edib dururlar. Allah beni affetmeyecekti, çünki büyüklerin fikrini almadan, geleneklerimize karşı çıkarak kız bakmaya hatta büyük bir risk alıp evlenmeye gidiyordum. Halbuki at bakmaya genci, kız bakmaya ihtiyarın yollanması gelenek olmuş bir köyde doğmuştum.  

İşte aziz dostlar, böyle delirecek kadar üzgün ve hayal kırıklığına uğradığım bu gecede o kıymetli kırmızı yastığımı kaybettim. Utandıkça kızaran yanaklı, ince belli ve beyaz tenli, boyu benden küçük Lela, güzel Rusçası olan soylu Acara kadın Tinatin ve bir türlü kalbine yakın olamadığım Nana geçti gözümün önünden. Tüm Alibegaşvililer, o soylu, delikanlı knezler ve kintolar ellerinde şarap dolu boynuzları ile bana bakıyor, hepsi aynı anda konuşmaya başlıyor. Konuştukça sesleri beni mutlu etmek yerine ifade edemeyeceğim bir acıyla hayellerime boşalıyordu. Artık ne Lela, ne evlenmek, ne çoluğa çocuğa karışmak arzuları umrumdaydı. Kalbim Lena'dan uzaklaşmış kırmızı yastığıma yanıyordu. Aslında tekerlekli bavulumun üstüne koymuştum torbayı ama bir yerlerde düşmüştü işte.  

Kırmızı yastığımı bulmak için saatlerce Leselidze sokağını o baş bu baş gezdim. O sırada sokakta olan gece çöpçülerinden sordum görmedik dediler, önümden geçen tüm fakir görünümle Gürcülere sordum, görmediklerini söylediler. En sonu şüphelerim köşebaşında önümde bir ara görünüp kaybolan bir berduş, evi barkı olmayan yaşlı kadının üzerinde odaklandı. Aşık, şaşkın, dalgın ben geçerken bir şeyleri düşürdüğümü fark etmiş olmalıydı ve kırmızı yastığımı alıp sırra kadem basmıştı. O evsiz kadını bulmak için Leselidze ve Şarden sokaklarının her yerini aradım. Ama bulamadım. Bir ara yanımda bir polis arabası durup gecenin üçünde bu sokaklarda ne aradığımı sordu, başıma gelen hikayeyi başından sonuna kadar anlattım, yardım istedim. Ama bırakın polisleri siz olsanız beni ciddiye alır mısınız? Çok içtiğimi ya da uyuşturucu hap aldığımı sanarak güle güle oradan uzaklaştılar.

Artış Şeytanbazar adlı Tiflis meydanındayım ve internetten bulduğum hotele doğru gidiyorum. Şimdi ben anneme ne cevap vereceğim. Demez mi oğlum hadi beni geç, babanın hatırasına nasıl kıyabildin, ninenin dedenin ruhları yatıyordu o kırmızı, kadife yastığın üzerinde. Gel cevap ver bakalım onların kutsal ruhlarına. Kara kara düşünceler ve pişmanlık dolu kabus gibi bir gecede, Tiflis'te bir hotel odasında ancak şafak sökerken uykuya dalmışım.

Öğlene doğru uyandığımda ilk işim Lela'dan gelen bir mesajı telefonumda okumak oldu. “Gerçekten çok üzgünüm, ama senin boyun çok uzun, benim boyum çok kısa, hem sen Gürcüce de bilmiyorsun. Bizim birlikte olmamıza imkan yok. Annem ve Nana halam adına özür dilerim..” 

Hayatım boyunca Lela'yı her hatırlayışımda, mutlaka kırmızı yastığın acısı içime oturacak, annemin kızgın bakışları, lanet okuyan sözleri kulağımda çınlayacak!

Namig Hüseynli

GERCEKEDEBİYAT.COM

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM