İthaki'den Türk klasikleri serisi
A’mâk-ı Hayal “Bugünkü gezintim uçmakla başlamıştı. Aciz olduğum için rüyada bile uçmaya dayanıklı değilken bu hayali uçuş beni fazlasıyla yoruyor, sersemletiyordu. Tuhaf olanı şu ki doğru bir çizgi üzerinde değil, daima yukarı yükselerek uçmaktaydım. Gözümden gezegenler ve güneş tamamen kaybolmuştu.” Sergüzeşt “Artık kaçacak… Artık firar edecek… Fakat gecenin devlere özgü müthiş kocaman bir şekilde göğe yayılan siyah kanatlarının altı, öyle bir küçük mahlûka sığınak olamaz. Firar edecek… Kendisince bilinmedik bir kuvvetin sevkiyle bir şey arayacak.” Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç
“Bu gökteki kuyruklu, yerdekilerin şerlerinden meydana geldi... Geçen sene Dizdariye taraflarında bir paşanın katırı doğurdu dedilerdi de inanmadıydık. Eylül “Demek hayatın eylülünde de ümitsizlik ve bezginlik yerine çaba göstermek bir şeye yarayabilirdi. Gerçi bu tabii bahardaki parlaklık ve gençlik gibi olamazdı fakat hayattan daha fazlasını istememeliydi. Bu bir gençlik olamamakla beraber yine bir hayat, özellikle sakin ve hiç olmazsa rahat bir hayat olurdu.” Aşk-ı Memnu “Bu aşk günahının bütün yasak lezzetleri onun aşk susuzluğunu öyle kendinden geçirerek sakinleştiriyordu ki artık bu sevdanın dışında kalan hayatın ayrıntıları siliniyordu.” Kürk Mantolu Madonna “Bundan sonra aradaki buzu çözmeye, bu insanların birbirlerine karşı duydukları müthiş yabancılığı gidermeye imkân yoktu. İnsanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar.”
Döneminin önde gelen mutasavvıflarından Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi, eserlerini materyalizme karşı savunduğu metafizik anlayışla kaleme alan yazarlardan. Yaratıcı ile yaratılanın tek ve bir olduğunu savunan vahdet-i vücud felsefesine inanan düşünürün başyapıtı olarak görülen A’mâk-ı Hayal (Hayalin Derinlikleri) de Türkçede fantastik ve felsefi romanın ilk örneği.
Raci, öğrendiği onca bilgiden sonra gerçeklere dair duymaya başladığı şüphelerini bir nebze olsun dizginleyecek Aynalı Baba’yla bir mezarlıkta karşılaşır. Âlimlerden alamadığı yanıtları bu meczuptan alan Raci onunla her gün görüşür ve her görüşmede gerçeğin sınırlarını aşan, hayalin derinliklerine doğru yolculuklara çıkar. Bu yolculukların uğraklarının bazıları Kaf Dağı ile Merih; eşlikçileri ise Simurg ve anka, Buda ve Zerdüşt olacak, Raci’nin hakikat arayışına yol göstereceklerdir.
Filibeli Ahmet Hilmi’nin inancını ve fikirlerini her satırda hissettirdiği mitolojik, mistik ve gerçeküstü maceralardan oluşan A’mâk-ı Hayal, tasavvuf edebiyatının en sıradışı, en mühim eserlerinden biri.
Osmanlı’daki ilk demokratik ideallerin esaret altındaki bir cariye üzerinden dile getirildiği Sergüzeşt, bir aşk ve hürriyet romanı. Tanzimat sonrasının özgürlük fikirleriyle büyüyen Samipaşazade Sezai, bu romanla hem siyasal hem de toplumsal yaşama damga vuran istibdadı lanetlemekle kalmaz, toplumda kadına reva görülen yeri, giderek belirginleşen sınıfsal ayrımları ve sözde aydınları da lanetler.
Memleketi Kafkasya’da esir edilip köle olarak satılmak üzere İstanbul’a getirilen Dilber, zorlu esaret yıllarından ibaret çocukluğunu kalbindeki özgürlük aşkı yardımıyla güçbela atlatmışken gönlünü evin küçükbeyi Celal’e kaptırır. Evin hanımınca onaylanmayan bu aşkın önüne geçebilmek amacıyla Dilber yeniden esirciye satılır ve iki sevgili mecburen ayrılır. Yeni esaretinde daha zorlu sınavlara maruz kalan Dilber’in aklında ise sadece özgürlük ve aşkına kavuşacağı İstanbul’a dönebilme umudu vardır.
Türk edebiyat tarihinin ilk büyük üslupçularından biri olarak görülen Samipaşazade’nin çarpıcı romanı Sergüzeşt’in yayımlanması sonrasında kovuşturmaya uğraması ve kendini sürgünde bulması âdeta kaderin
elim bir şakası gibidir.
İşte bakınız doğruymuş… Demek vakitler yakın... Yapı da pek çoğaldı.
İşte bu birkaç şey kıyamet alametidir. Biz büyükbabalarımızdan,
analarımızdan öyle işittik.”
Yaşadığı çağın İstanbul’unu eserlerinde renkli, gerçekçi biçimde yansıtan Hüseyin Rahmi Gürpınar aynı zamanda, diyaloglarındaki halk ağzına gösterdiği özeni, kurguladığı mizahi alavere dalavereleri, kadın-erkek ilişkilerindeki adaletsizliğe ve hurafeye karşı alaycı yaklaşımıyla da dikkat çekmiş, bazı çalışmaları nedeniyle dönemin yönetimiyle de başı belaya girmişti.
1910’lar İstanbul’unda bütün şehir ahalisi, Halley kuyruklu yıldızının Dünya’ya yaklaşacağı haberiyle panik içindedir. Batı’nın sanatına, bilimine meraklı ve çalışmalarının halk tarafından anlaşılmadığını düşünen, varlıklı ama müzmin bekâr İrfan Galip ise bir yandan çevresindekilere ilimin ışığında bu gökcisminin nasıl bir şey olduğunu açıklayıp kendince eğlenirken, diğer yandan ona mektuplar yollayan ve yazdıklarına bakılırsa tam aradığı özelliklere sahip gizemli afeti bulmaya çalışır.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın o dönem, yaklaşan Halley nedeniyle yayılan dedikodular ve hurafelerle gerçekten korkuya kapılan halka, önsözünde de seslendiği Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç, edebiyatımızın en kıymetli, en muzip klasiklerinden.
İlk öyküsü “Düşmüş” henüz on altı yaşındayken, hayranı da olduğu Halit Ziya Uşaklıgil’in Hizmet dergisinde yayımlanan, roman ve tiyatro türlerinde de eserler veren ve yazdıkları nedeniyle ordudan men edilen Mehmet Rauf, insan zihninin dehlizlerinde dolaşan bir kalemdi. Onun karakterleri iç sesinden kurtulamayan, duygularını sorgulayan, ikircikli biçarelerdi.
Suat ile kocası Süreyya’nın hayatları, pek varlıklı olmadıkları için sıkıcı bir rutinde geçmektedir. Necip ise Süreyya’nın hem akrabası hem de yakın dostudur. Suat ile Necip arasında filizlenecek yasak aşk, bu üç karakteri hiç beklemedikleri şüphelere, aydınlanmalara sürükleyecek ve her şey, genç çiftin uzun süredir tatil için kiralamayı hayal ettikleri Boğaz’daki bir yalıda daha da karmaşık bir hâle gelecektir.
1900 yılında Servet-i Fünûn’da tefrika edilen, 1901’de ise kitap hâlinde yayımlanan, edebiyatımızın ilk psikolojik romanı Eylül, bağlılığın meşakkatli doğasını irdeleyen, yasak arzunun yıkıcılığına dair bir başyapıt.
Halit Ziya Uşaklıgil, Türk edebiyatının ilk yetkin romanlarını üreten, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Kendisine kadar, romancı muhayyilesiyle doğmuş tek muharririmiz yoktur,” dediği, eşine rastlanmayan bir yazar. Aşk-ı Memnu ise ikonik karakterleri hafızalara kazınan ve birçok dile çevrilmiş cesur bir yasak aşk anlatısı.
Adnan Bey’in Boğaziçi’ndeki bir konakta geniş ailesiyle sürdürdüğü yaşamı, Bihter isimli genç ve gözü yükseklerde bir kızın konağa hanım olarak gelmesiyle çetrefil bir hâl alır. Batılı ve toplumdan farklı bir yaşam tarzı süren, yüksek sosyeteyle içli dışlı karakterlerin psikolojik durumları gitgide değişirken Adnan Bey’in çapkın ve sıradışı yeğeni Behlül’ün, Bihter’i kendisine âşık etmesiyle ailede yaprak dökümü başlar. Yıkıma doğru ilerleyen bu skandal girdabına herkes bir ucundan dahil olur.
Türk edebiyatının ilk büyük romanı olarak kabul edilen Aşk-ı Memnu, yüz yılı aşkın bir zamandan sonra hâlâ okurları etkileyebilen, zamansız bir şaheser.
Sabahattin Ali, edebiyatında hayatın ta kendisini resmeden, kendi hayatı da eserlerinden geri kalmayacak denli çalkantılarla dolu, çağımızın en önemli edebiyatçılarından biri. Ali’nin en şöhretli eseri Kürk Mantolu Madonna ise aşk, yalnızlık ve yabancılaşma üzerine benzersiz bir eser.
Raif Efendi içine kapanık, sessiz ve dış dünyadan çok kendi dünyasında hayatını sürdüren bir kaybedendir. Berlin’de bir sanat galerisinde gördüğü tablodaki kadın, kendisine tamamen yabancı hisleri uyandırır ve tablodaki surete âşık olur, tabloyu bir takıntı haline getirir. Raif Efendi, tablonun sahibi Maria Puder’le tanıştığında ise hayatı geri dönüşü olmayacak şekilde değişecektir.
Kürk Mantolu Madonna, görünürdeki kabullenişin ve içeride kopan fırtınaların öyküsü, edebiyatımızdaki en başarılı psikolojik tahlillerden biri. Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR