"Kullanıcı arayüzü tasarımcısı" olduğu anlaşılan Murat Uluk’un, yüksek lisans tezi olarak kitaplaştırdığı çalışmasının amacı, kitabın önsözünde "yalan haberin internetteki varlığı üzerine, teyit.org’un analizleri veri alınarak kapsamlı bir inceleme yapmak" olarak belirtiliyor.

Oysa kitaptaki ilk ve göze çarpan temel sorun, kitabın kuramsal çerçevesinin zayıf olması dolayısıyla yapılmak istenilen kapsamlı incelemenin yüzeysel kalması olarak karşımıza çıkıyor.

Kuramsal çerçevenin zayıflığını hissettiren husus ise kitabın bir problem saptamaması, sadece kavramsal ve tarihsel açıklamalarda bulunması, bu kavramları neden sonuç ilişkisi içerisinde ele almaması ve dolayısı ile sorun olarak görmediği konuya da çözüm üretmemesi ya da yalnızca teyit.org örneğini çözüm olarak görmesidir.

Bu kanıya varmamın sebebi yazarın teyit platformlarına hiç bir eleştiri sunmamasıdır. Çünkü kitapta  es geçilen şey teyit.org gibi kurumların da en az yalan haber üreten siteler kadar tehlike barındırabildiği gerçeğidir.

Tarafsız basın, insan doğası ve ekonomik-bürokratik-sosyal yapı gibi etmenler yüzünden nasıl mümkün değilse bu uygulamalarda çalışanların Shoemaker'ın eşik bekçiliği kavramında yer alan 5 alandan (insan alanı, gazetecilik faaliyetleri ve uygulama alanı, kurum alanı, medya dışı alan ve sosyal alan) bağımsız olması düşünülemez.

Bu yüzden bireyler kişisel özellikleri, siyasi görüşü, toplumsal konumu, çalıştığı kurumun kuralları vb. birçok alan içinde bulunduğundan insan elinin değdiği kitle iletişim araçlarının tarafsız ve yansız olduğu düşüncesi "polyannacı" bir temenni olarak kalacaktır. 

Kitap genel olarak tanımlamalar, kavramlar, tarihi, istatistiksel bilgilerden oluşuyor ve bu okuyucuya sözlük okuma, google tarayıcısına yazılmış bir bilgiyi tarama, ya da bir sayısal, kavramsal raporu inceleme hissi veriyor.

Kitap kapağında geçen "yeni medya kavramı" çok kısıtlı ve yalnızca teknik olarak ele alınıyor ve yeni medya kuramlarından bağımsız anlatılıyor ama asıl sorun "yalan haber" kısmında başlıyor!

Yazar, yalan "yalan haber" olgusuna hem ekonomi hem de siyaset bilimi açısından yaklaşmayı tercih etmediği gibi "propaganda" ve "spin" kavramlarını yalan haber konusunun içine dahil etmiyor, bunun yerine "yalan" kelimesinin sözlüksel açıklamasına bir sayfa yer veriyor.

Ekonomik ve politik sebeplere sadece bir kaç cümlede yer verip geçiyor. Sadece yalan haberin tanımlaması, tarihi ve yeni medyadaki konumundan bahsedilip bir haber sitesini bu yalan habere iten ekonomik, politik sebeplerden bahsedilmiyor. 

Başka  bir sorun da analitik veriler olarak verdiği bilgilerin doğruymuş gibi sunulması. En çok ziyaret edilen haber siteleri verilirken bu sitelerin en çok tıklanma sebebi olan "seo" uygulamasından hiç bahsedilmemesi ve bu uygulamadan haberi olmayan okuyucunun kitabı okuduğunda sanki en güvenilir ve en iyi haber sitesi olduğu için bahsedilen sitelerin en çok tıklama aldığı algısının yaratılması yazarın göz ardı ettiği bir problem olarak karşımıza çıkıyor.

Öte yandan kitapta "Türkiye'de yer alan ilk yalan haber" örneği olarak "6-7 Eylül Olayları"nın verilmesi büyük  yazarın büyük bir bilgi eksikliğinin olduğunu ortaya çıkarıyor.

Yalan haber tamamı kurmaca olan, gerçekliği hiç bir şekilde doğru yansıtmayan haber iken, yazarın 6-7 Eylül olayları hadisesinin bir yalan haber değil, gerçekliği çarpıtılmış, manipüle edilmiş, dezenformasyona uğratılmış (bilginin çarpıtılması) bir haber olduğunun farkında olmaması, bu çalışmanın kavramsal ve tarihsel araştırma yapılmadan hayata geçirildiğini ortaya koyuyor.

BAŞLIKLAR BİLE YANLIŞ

Kitapta rahatsız eden bir başka husus başlıkların yanlış yerde ele alınış şekli... Örneğin "Yeni medya ve etik" kavramı ilk bölümde daha "yalan haber" konusuna anlatılmadan veriliyor, yalan haber ise ikinci bölümde ele alınıyor. Oysa etiğin alt başlığında yer alan "görüntü ve ses manipülasyonu, bilgi yanılsaması, reklam kaynaklı sorunlar" yalan haberin konusudur. 

Kitaptaki bir diğer sorun ise yukarıda bahsedildiği gibi doğrulama platformları konusunda ortaya çıkıyor. Doğrulama platformları yine kavramsal ve tarihsel olarak ele alınıp Türkiye ve dünyadan örneklerle anlatılıyor fakat doğrulama platformlarının güvenilirliği sorgulanmayıp, yayınladıkları veriler, seçtikleri konuları kimin ve niçin seçtiği, şirketlerin aldıkları fon yardımlarının kimlerden geldiği ele alınmadığı gibi bu platformlar nesnel birer aktörler olarak ele alınıyor ya da nesnel olmayabileceğine hiç değinilmiyor. Oysa bu doğrulama platformlarını kimin doğrulayacağı konusundaki sorunsal görmezden geliniyor. 

Sonuç kısmında ise üç temel probleme cevap arandığı bu problemlerin ilk olarak "yalan haberin internet üzerindeki yayın durumları", ikinci olarak "yalan haber bağlantılarının sosyal ağlarda aldığı etkileşim", son olarak da " meta olan yalan haberin site sahiplerine nasıl kazanım sağladığı" olduğu söyleniyor. Oysa bu problemler bir durum saptaması, verisel bir analizden öteye gitmiyor ve bir çözüm sunmuyor.

Buse Erdem

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)