Son Dakika



Günlerden cumartesi, 2017 yılı ocak ayının 28. günü.

Karşıyaka Belediyesi Şiir Atölyesince her ay düzenlenmekte olan bir usta şairimizin bu hafta anılanı Gülten Akın!

Şiirimizin çınarı!

İzlemek üzere Çarşı Kültür Merkezine ulaştım saat 13:45'de. Etkinlik 14:00 de başlayacaktı.

Mustafa Kemal Paşa caddesinden Şükran Kurdakul sokağına girdiğimde o sokak için hiç de alışık olmadığımız bir kalabalık

Ana caddenin kalabalığına alışkınız ama bu ara sokak! Kuyruk neredeyse ana caddeye varacak!

Oh be!.. Nihayet, böyle bir kalabalık! Yakışır Gülten Akın’a diye geçirdim içimden. Bunca kalabalık o küçük salona nasıl sığacak? Olanaklı değil!  

Otuz kırk metre yürüdüm Kültür Merkezi giriş kapısına kadar; kuyrukta bekleyenler hep 15- 18 yaş arası kızlı erkekli gençler. Bu ilgi ve bu gençler; neredeyse gözüm yaşaracak!

Giriş kapısına geldiğimde ne göreyim? Kuyruk neredeyse sokağın başına kadar devam ediyor! Kapı önünde adeta barikat gibi aralarından su bile sızmayacak sıklıkta hem de kuyruk tek sıra değil!

Müsaade isteyerek böldüm kuyruğu ve bir yol bulup girdim içeri. Sokak hiç görmediğim bir kalabalık içinde hem de enine boyuna. Sokağın neredeyse sonlarına doğru bir kitapçının önünde daha da yoğunlaştığı belli oluyor.

Kalabalık olur, küçük salonda yer bulamam endişesiyle (ama merak içinde) çıkıyorum üst katlardaki salona. Alışageldiğimiz bir ortam, çoğu atölye arkadaşlarımız ve sayıları pek fazla olmayan şiir sever (Gülten Akın’ı seven) şiir tutkunu… Koltuklar henüz dolmamış! 

Etkinlik tam saatinde başladı. Salonda birçok koltuk boştu. Salonun balkon kısmı tamamen boş… Bir elin parmakları sayısı kadar! Slayt gösterimi, konuşmalar sırasında koltuklar dolmuştu. Bu ilgi yüzümüzü güldürmüştü. Şarkılar, şiirler… İki saati dolu dolu yaşadığımız bir anma etkinliği. Başarılı, Gülten Akın adına yakışır bir etkinlik, ilgi de iyi… Ama bir buruk yan! Böyle bir etkinlikte bu küçük salon dolup taşmalı, ayakta bile yer bulmak olanaksız olmalıydı. Toplu fotoğraf çekimleri falan derken bir on, on beş dakika da öyle geçti ve mutlu bir biçimde dağıldık.

Bina çıkışında kuyruk biraz azalmış olsa da devam ediyordu. Merakımı yenemedim bu sefer. Sıfır derece sıcaklığa (soğuğa) rağmen hala kuyrukta bekleyen, ellerinde kitap bulunan iki genç kızımıza yaklaştım. Tahmin edebiliyor olmama rağmen:

-Ne kuyruğu? diye sordum. Ellerindeki kitabı göstererek yanıtladılar sorumu.

"İmza günü."

Bu ne yoğun ilgi, sokak dolusu bir geçlik kuyrukta, yaşları 15-18 arası. Şaşkınlığım devam ediyor hala.

"Türü ne? Gençlik romanı mı? Ya da…"

Bu kadar ilgiyi hak edecek ne olabilirdi ki, merak içindeydim. Yanıtları net olmadı! Onların birçoğu kitabın içeriğinden haberdar değildi sanki. Ya da onlar haberdar edilmiş, biz haberdar edilmemiştik özellikle! Tam roman diye tanımlayamadılar. Belki öykü, belki deneme… Henüz adı konmamış bir tür olabilir miydi acaba?

"Yazarı kim?"

Yine kitap kapağıyla yüzleştirdiler beni. Kitabın adı Nar, yazarı: Emre Gül. Adını henüz duymadığım bir yazar. Okumamış olmak benim eksikliğim olabilir düşüncesiyle, önyargılı olmamak adına

"Meşhur mu?"

İkinci kitabıymış ellerindeki kitap. Şaşkınlığım biraz daha arttı tabi. Salonda 15 kitap yazmış ve yazdığı hemen her kitapla ödüller almış…

"Türk Şiirinin annesi" sıfatına mazhar olmuş bir yazar ve onu anma etkinliği var, bu kuyruktaki gençlerden hiçbiri orada değil! Henüz ikinci kitabı (ne olduğunu tam bilmediğim) çıkmış bir yazara bu ilgi! Ben şaşkın olmayayım da kim olsun?

Sanırım burada Internetin gücünden bahsetmenin tam sırası. Bir fenomen tutkusu sarmış ortalığı. Kimileri hiçbir şey üretmeden, koymadan ortaya becerebiliyor da bunu. Bir bakıyorsunuz inanılmaz sayıda takipçi. Şu sanal ortam ne kadar da etkili gençlik üzerinde. Nasıl takılıyorlar böyle bir kültürel yozlaşmaya aklım almıyor bu gençlerin; insanların kültürel derinlikten yoksun, iyice yüzeyleşmesini.

Soruyorum gençlere, sizi bu soğukta bu kuyruğa sokan ve bekleten ne diye? Kendimce haklı olarak.

Gülten Akın'ın anıldığı salondaki izleyici profilinin yaş ortalamasını tam tespit etmek olanaklı olsa, o ortalama elli yaştan aşağıya kesinlikle düşmez.

Kuyrukta bekleyenlerin yaş ortalaması ise on sekizi geçmez! Ne kadar büyük bir uçurum bu! Elbet yutar gençliği içine. Önce kızlardan biri yanıtlıyor sorumu.

"Ben yazarı tanıdığım için kuyruktayım."

Sonra diğeri:

"Adını duydum yazarın ve kitabın."  

"Burada çok büyük, acı ve önemli bir sosyolojik olay yaşanıyor" diyorum, izlenimlerimi açıklayarak.

"Sizlerin bu kuyruk yerine o salonları doldurmanız gerekli." diye biraz sitemli sürdürüyorum diyalogu.

Gençlerden biri baklayı kaçırıyor ağzından:

"Gençlik değişiklik arıyor."  

-Geçmişinizi bilmeden geleceğinizi kuramazsınız ki… Müsaadenizle, elinizdeki kitabın kapağını fotoğraflayabilir miyim?"

Kırmıyorlar ricamı. Kitap kapağının fotoğrafını çekiyorum, kitabın adını ve yazarın adını unutmamak için ve teşekkür ederek ayrılıyorum.

Akşam eve döndüğümde ilk iş olarak girişiyorum araştırmaya. Nette ulaşıyorum kitap bilgilerine ve yazarın diğer kitaplarına. Altı adet çocuk kitabı ve iki (sanırım roman) yazmış olduğunu tespit ediyorum. Sosyal medya üzerinden yazarla ilgili net bilgilere ise ulaşabilmiş değilim. Birkaç fotoğrafını gördüm oldukça genç biri.

Keşke kitaplarını okuyup da yapsaydım, yazsaydım, bu eleştiriyi… Ama ne değişecekti ki bir yanda asırlık bir çınar Anadolu’nun en tutucu kesiminde doğmuş, o yörede bütün olumsuzluklara karşı kişiliğini geliştirmiş, ağır çevre baskısı ve töre dayatmalarına direnmiş ve “Kestim kara saçlarımı” demiş bir yazar ve ne dediği şimdilik çok da önem arz etmeyecek olan bir fenomen. Bu bendeki bir ön yargı olsa bile fikrimi değiştireceğimi sanmıyorum.

Kitabın birinci baskısıymış! Ve elli bin adet basılmış! Hiçbir yayın evi bir şiir kitabını basmıyor, bassa bile en çok beş yüz adet basıyor ve basım maliyetini yazarına yüklüyorken bu nasıl bir cesaret.

Nasıl bir körükleme, nasıl bir hareket, nasıl bir piyasa hazırlama ve gençliği böyle bir sürüklenme içine sokma!

Aklı kesen varsa lütfen beni de aydınlatsın bu hususta.

Neden mi böyle düşünüyorum?

Nedeni açık!

Nette kitaplarla ilgili ulaştığım bazı bilgi ve okuyucu yorumlarını kopyalıyorum yazı ekine. Takdiri de size bırakıyorum. Aynı zamanda sizleri şu soruyla baş başa bırakarak: “Gençlik nereye gidiyor!”

O kitaba ilişkin tanıtım yazısı:

(NAR)

Dünya çok sıkıcı öyle değil mi? Bana katıldığınızı varsayarak devam ediyorum şimdi.

 

Ben diye girdim aslında ama aslında ben, ben değilim. Biziz. Peki biz kimiz?

 

Sevgili mi? Hadi canım o da ne? Biz dünyanın klişeliğinden bıkmış iki küçük nar tanesiyiz. Kendi evrenimiz var bizim. Kocaman marjinal bir evren... Mars görse kıskanır. Jüpiter görse Neptün ile gıybetini eder.

 

Merak ettin öyle değil mi? Peki madem neden dikiliyorsun hala kapının önünde? Hadi gir içeriye. Ellerim dolu kapıyı örtüver de cereyan yapmasın. Elektrik faturasını ödemedim, üşümeyelim durduk yere.

 

Ve Okur yorumları…

Yaa mütüş hikaye dnxjddjjxjdj daha başındayım ama aşık oldum

 

bunun Yusufun yapmış olma düşüncesi şdxıdjxkcxuxjxlşx amk

 

Nar satarııım bak satarııım ustam ölmüş ben satarıııım eheueheu

 

ÇILDIRIYORUM DJNDIDNDIFNSODMAIDNJWNJNFJDNEJNSISNEIDNDRDXKSIWNSJSNDIDNWIWNWINFIDNDKDNDJNDKDKDKJXJDNEJEJJRJEJENDIENDJDNWJBEJEWNIENFSJDNKENDDJNDIEJDJDJDJDJEJFJFNDJDJJDJEKWDNODMEIEMWOENEKDK

 

(Küllerin Dansı)

Denizler kadar mavi,
Gece kadar zifiri gözlerinin derinliklerine,
Karanlığa esir düşmüş kalbine hapsetmişti ruhumu.

Tenine tutsak,
Gözlerine bağımlı,
Ruhuna yabancı…

Kalbinin ritmiyle sarhoş olan bu zavallı ruhumla mühürlemişti ruhunu. Derin karanlığının tek aydınlığını kendisi kadar karanlığa büründürmesi an meselesi...
(Tanıtım Bülteninden)


Metin Soydeveli
GERCEKEDEBİYAT.COM

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM