Son Dakika



Türkiye'de toplumcu siyaset çok uzun zaman önce tıkandı. İdeolojiler ve ideolojik yanı ön planda görünen toplumcu siyasetler toplumdan dışlandı ve giderek marjinalleşti. Şimdi hepsini toplasan yüzde biri ya bulur ya bulmaz. Bunun yetersizlik ve beceriksizlikten tutun da samimiyetsizliğe ve büyük ölçüde dış denetim altına girmesine kadar objektif ve sübjektif sayısız nedeni var.
 
Ancak, tüm bunların ötesinde temel sorunumuz kültüreldir.
 
Toplumcu hareketlerin bir kısmı, özellikle daha militan kesimi Türkiye siyasetini daha en başından itibaren cendereye almış bulunan doğu-batı ikilemini göz ardı ederek kendi yok oluşunu hazırlamış, İslami hareketlerin gelişmesini sadece uzaktan, adeta Londra'dan veya New York'dan izler gibi seyretmiştir.
 
Halbuki Tanzimatçılardan başlayarak Namık Kemal'e, Mehmet Akif'ten Ziya Gökalp'e kadar Türk siyaset zeminini hazırlayan herkes İslamiyet'in ve Avrupa karşısında kendi medeniyetimizin mahiyetini tartışarak işe başlamıştı. Bu, batının nesini alacağız, kendimize ait hangi değerleri muhafaza edeceğiz tartışmasıyla birlikte yürüdü ki günümüzde de İsmet Özel'den Hilmi Yavuz'a, Cemil Meriç'ten Sezai Karakoç'a kadar pek çok tartışmacısı olmuştur. Elbette, bunun kavramsal yapısı da çok sorunludur. Kültür, medeniyet, hars gibi kavramlar ve milliyetçilik ile din ilişkisi gibi konular tanımlanmaya ve birçok kez yeniden tanımlanmaya ve toplumun üzerinde ayakta kalacağı zemin tespit edilmeye çalışılmıştır. Bizim medeniyetimiz neydi veya medeni dünyanın neresinde duracaktık; zaten üzerimize gelmiş, içimize girmekte olan batı medeniyetini nasıl karşılayacaktık?
 
Toplumcu düşünce bu konularla son derece az ilgilenmiş, eleştirisini ve ideolojik mücadelesini de ilgili zeminde yapmamıştır. Hatta neredeyse hiç yapmamış, tek tük yapmışsa da yaygınlaştıramamıştır. Böylece nüfusun ezici çoğunluğuyla bağını yitirmiştir.
 
Bu işler ezberle olmuyor. Bir İslami toplumda bu konuda kapsamlı ve ciddi analiz yapmayan "toplumcu" kesimin en ufak bir gelecek umudu olamaz. 
 
Bir batı düşüncesi olan Marksizmin en büyük zaaflarından birisi, bu tür sorunları gündeme almamasıdır. Bu nedenle İslam ülkelerinde 1960'larda yaygınlaşan bu akım günümüzde sadece kalıntılardan ibarettir.
 
Örneğin sol, bir zamanlar yönetmeye aday olduğu Filistin direnişinden neredeyse tasfiye olmuştur. Öte yandan ekonomi de önemlidir kuşkusuz ama iş bununla bitmez.
 
Sonuçta, tüm ekonomik ve siyasi olaylar ülkenin içinde bulunduğu kültürel iklime göre şekillenir. Örneğin, İran ile Türkiye'nin batı karşısındaki tutumlarını karşılaştırsak bunu daha rahat izah edebiliriz. Buna Çin, Japonya, Kore'yi de katabilirsiniz ve devam eder.
 
Şimdi ortada birçok başka sorun daha var. Örneğin, İslamcılarla diyalog olanağının zorluğu, hatta olanaksızlığı...
 
Osmanlıların son zamanında bu diyalog daha bir mümkündü, çünkü günümüze göre daha açık yorumlara sahip olan Müslümanlar hiç de az değildi. Günümüzde çok daha katı bir İslamcılık öne çıkarıldı (parasıyla gelip hakim olduğu da ilave edilmelidir, 73 krizinden sonra trilyonları bulan petrodolarların bir kısmı Suudi sarayları, bir kısmı da Vahabbiliğin yayılması için kullanıldı). En tutucu İslamcı düşünürlerden biri olan Seyyid Kutub'un "İslamcılığın kendine özgü düşünce dünyasının ancak kendine özgü bir kavramsal çerçeve ile oluşturulabileceği" görüşüşü yaygınlaştırılmıştır.
 
Bu yaklaşım içerisinde diyalog olanağı kalkmaktadır çünkü söz konusu kavramsal çerçevenin kullanılması bizim için olanaksızdır.
 
Hatta, Gazali konusunu bile tartışmak olanaksızdır -denemiş olan varsa bilir- çünkü bu kesim kavramsal çerçevesinin zedelenmesine tahammül edemiyor.
 
Buna karşın İslam'ı günümüz medeniyeti içerisinde yeniden tanımlamaya çalışan sayısız düşünür de iş inanç konusuna gelince çıkmazda kalmaktadır, çünkü İslam dünyası batı karşısında bağımsızlığını yitirmişken, gene de inanç dışında analiz yapamıyorlar.
 
Hatta, -en azından bu açıdan- laikliğin önemini de görmezden gelmek zorunda hissediyorlar. Radikal örgütler ise batının yıkıcı politikalarına daha çok hizmet ediyor.
 
İslam dünyası batının saldırıları altında yıkılırken bunu kendi İslami medeniyet tasavvurları için bir fırsat gören (ve görmeyen) güçleri tanımak ve buraya yönelmiş taban içerisindeki unsurlarla diyalog yollarını bulmak gerekir.
 
Öyle bir durum var ki, emperyalizm, anti-emperyalist potansiyeli kullanarak yıkıcı politikalarını uygulatıyor.
 
Bunu geniş kitlelere anlatabilmek gerekir. Toplumcu politika, şayet ciddi şekilde yapılacaksa, öyle yapılmalıdır. Bu da önce kültürel sorunların anlaşılmasından ve çözümlenmesinden geçer. Bir doğu toplumuna yapıştırılmış, adeta ödünç duran batıcılıkla bir yere varılmıyor.
 
Doğuculukla da yıkım önlenmiyor, hatta yıkıma alet olunuyor. Anlaşılacak ve anlatılacak olan budur. AVM koridorlarında gezinen, namazını metro mescidinde kılan İslamcı kitlenin geçmiş kültürüyle bağları koparılmış mıdır? Ya da nasıl yeniden şekillenmektedir? Hangi gelenekte yaşamaktadır.
 
Gözü neyi görmekte, kulağı neyi duymaktadır? Kendisini nasıl tanımlamaktadır? Ve tabii, batı karşısındaki ikircikli tutum ve dışlanma, ulus yıkıcılığı, çağdaş hayat ile İslam'ı bağdaştırma konularında ne kadar zorlandıkları, ikircikli ve açık durumlara düştükleri ve hepsinden önemlisi birey olarak kendilerini nasıl tanımladıkları, nasıl bir gelecek tasarladıkları gibi konular da var. 
 
Kültürel sorunlar çözülmeden siyaset yapılamaz. Yapmaya kalkanlar sadece iş olsun diye kendilerini aldatırlar. Tabii, siyasetin başka koşulları da vardır, o başka.
 
 
Mehmet Tanju Akad
Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM