Doğu düşüncesinin temel özellikleri / Doğan Ergun
Hemen belirtelim ki biz, Doğu derken genelde, hem de çok genelde bir Doğu'yu anlıyoruz. Bu Doğu'da Hint vardır, Çin vardır. Biz Türklerin geldiğimiz Doğu'dan başlamak için, Doğu düşüncesinin temel özelliklerini çok kısaca dile getirmek istiyoruz. Doğu'dan gelmişiz ama Ortadoğulu bir toplum oluşturmuşuz dedik. Biz Ortadoğulu toplum özelliklerimizi, bundan sonraki bölümde, İslam dinine bağlılığımız içinde ayırt etmeye çalışacağız. Doğu, Batı'ya göre bambaşka coğrafi alanlarının oluşturduğu, bambaşka tarih dilimlerinin belirlediği bir büyüklük. Bu büyüklük ne düşünmüştür ne düşünmektedir, nasıl düşünmektedir? Bu sessiz büyüklük, bu “sessiz müzik” önünde, insan ne düşündüğünü söylemek isterken, biraz da sanatçı olmayı isterdi herhalde. Neyse ki bir Ahmet Hamdi Tanpınar varmış ve düşüncesini sanatıyla bürümüş diye seviniyoruz. Tanpınar'ın söylediği, gerçek olmasına gerçek, fakat bunu şairce söylemiş: “Şark, maddeyi olduğu gibi yahut ilk rastlayışta ona verdiği değişiklikle kabul eder. Telkin ettiği ilk hususiyetlerle yetinir. Bu ilk karşılaşmada bazı mükemmelliklere kadar varır. Hatta erişilmez bir hal aldığı da olur. Fakat çarçabuk teessüs eden bir gelenekte bu mükemmeli, durur, kalıplaşır.” 1 Kısacası, bu düşüncesiyle Ahmet Hamdi Tanpınar, Doğu yetinir ve durur demek istiyor. Başka bir deyişle, Doğu madde üzerinde tasavvur etmez, madde üzerinde düşünmez, düşüncelere dalmaz demek istiyor. Bizce, bu Doğu tavrının, bu Doğu bekleyişinin nedenlerini, Ahmet Hamdi Tanpınar pekâlâ biliyordu, fakat düşüncelerini sardığı şiirsellik, hemen yukarıda aktardığımız güzeli arayan cümlelere dönüştü herhalde. Bilinmektedir ki, Doğu, daha çok inanca dayanan, “her şeye bir çözüm getirilmiş olduğu, doğruların sadece öğrenilmesi gerektiği ilkesine dayanan” toplumların üzerinde bulunduğu bir büyük coğrafya alanı. Yani Doğu, daha çok öğrenmekle yetinmiştir. Dolayısıyla araştırmaya, anlamaya, eleştirmeye yönelmemiştir. Hele madde konusuna gelince, Doğu maddeden alabileceklerinin, maddeden yapabileceklerinin dökümünü öngörmeye girişmemiştir, “... şayet madde ile hesap laşmaktan kaçınan bir toplum söz konusu ise, o toplumun insanları gelenek ve görenekle iç içeydiler."? Doğu deyince, değişmenin ya da az değişmenin akla gelmesi bir durgunluğa koşullanmışlığı görmek değil de nedir? Ve bizce, az değişme azgelişmişlik değildir. Bunu belirtmek isteğimizde bile, Türkiye'de kavramların içerdiği gerçeklerin kimilerimizce pek deşilmediğini gösterir. Doğulu insanın, madde ve evren anlayışını ya da hayatı algılayışını çözmek istediğimizde şu gözlemin katkısından vazgeçemeyiz herhalde: “Şark hikâyesi daima başlangıcı olan masalda, onun başlıca şartları olan gayri muayyen zamanda ve mübhem mekânda macerasını anlatır, kaçışını temin eder veya hikmet dersini verir. Çıplak bırakılmış bir Çin veya Hint kelimesi yahut uzak bir şehir adı mekân olarak, ona kifayet eder. Hiçbir mes'elesi yoktur. Hayata o kadar yakın olan makamede, o kadar tatlı Binbir Gece'de bile kaba bir karakter ayrılışından daha ziyade lâtifede kalan bir mizah ve hicivden ileriye gitmez. Kaderin kendisine terk ettiği insan talihinin üzerinde hiç durmadan şaşırtıcı ile dolu örgüsünü yapar... Şark ..., kendi kaçış âlemini kurmakla kalır. Onun için başlangıcında çok zengin temalarını olduğu gibi harcar, sonunda ise sadece kendini tekrar eder. Şahısların kendilerini aşan hiçbir zemini yoktur. Teferruata girmeyi bilmediği için esaslıyı daima kaybeder.”3 Hep duyarız, biliriz ki, Batılılar Doğuluların muhayyilesini överler. Överler de, yalnız övmekle mi kalırlar? Doğuluların muhayyilesini överken Batılılar, şu Doğulular hayal kurarlar, düşünürler; fakat gerçeği anlamak, bulmak için çalışmazlar, araştırmazlar demek istemezler mi? Aynı zamanda, elbette, bunu da söylemek isterler… “Gerçek, Doğu'da sayısız sonsuz bir araştırmalar dizisinin ufku olarak anlaşılmadığı gibi; varlığın fethi ve varlığın düşünsel sahiplenmesi olarak da anlaşılmamıştır.” Bunları söyleyen Batılı elbette haklıdır; haklıdır da, eksik başlamıştır. Çünkü Doğu, daha çok inanca dayanır; daha çok inanca öncelik verir. Batılı sonucu söylerken, sonucu saptarken haklı olmuştur; fakat başlangıcı, yani nedeni görmek istememiş ya da görememiştir. Hem Doğuluların muhayyilesini övmek hem de Doğulular araştırmaz demek; bu, bir Batı çelişkisidir. Doğu hakkında böyle söyleyen Batı felsefesiyle, bu Batı felsefesinin çelişkisidir. Böyle söyleyen Batı sosyal bilimleriyse, bu da, bu bilimlerin çelişkisidir. Araştırmadan, bulmadan, bilmeden muhayyile gelişmez ve zenginleşmez. Çok gerçek, değişik gerçek ya da bol gerçek, çeşitli gerçek, çok ve değişik kavramlar oluşturur. İşte, bu soyutlama aşaması da daha başka gerçekler için muhayyileyi geliştirir ve zenginleştirir. Muhayyilenin ilk kurucu öğelerinden biri gerçeğin kendisiyken, gerçeğe dayanmadan bir muhayyilenin gelişebileceğini, zenginleşebileceğini söylemek çelişkiyi işin başında kabullenmektir. Muhayyile ile masalı birbirine karıştıranlar için de zaten bu sayfalarda söyleyeceğimiz bir şey yoktur, Batılılar, Doğuluların bir şeyini ya da bazı şeylerini ille de övmek gibi bir iyi niyet çabasına girmek isterlerse, kendilerine ipucu verebiliriz. Bunu yaparken de, kendimizi, milliyetçilik ve Doğuculuk duygularına hiç kaptırmamaya çalışır, nesnel gerçeğe Bağlılığımızı göstermiş oluruz. Bundan sonraki bölümlerde, zaten konumuz gereği kendi toplumumuzun özelliklerine, kendi kültürümüzdeki ipuçlarına değineceğiz. Batılılar, Doğuluları, muhayyileleriyle övmek ve Doğuluların muhayyileleriyle oyalamak gibi bir fanteziyle kendi Batılı muhayyilelerini geliştiredursunlar. Ama biz, bir Ortadoğulu Ahmet Hamdi Tanpınar'ımızla, Batılıların doludizgin giden muhayyilelerine bir istasyon, bir durak koymaktan geri kalmayalım. Çünkü zorlamadan ve zorbalık yapmadan yargılamak diye, özgürce yargılamak diye bir şey varsa ki vardır, var olmaldır, var olacaktır, son söz de vardır. Batı'nın yargılayan muhayyilesine, şimdilik, Ahmet Hamdi Tanpınar'ı anarak şu gerçeklerle cevap verelim: “Şark muhayyilesi eski masalların o tesadüfi mücevher bulucularına benzer. Zümrüt Anka kuşunun kendisini taşıdığı ıssız dağ tepelerinde toplayabildiğini toplar ve o kadarla kalır. “Şairine göre şu veya bu kudrette bir duygu, bir yığın sosyal etkinin ve mutlak bir entellekt inkârının olan bir coşkunluk, çok sağlam kaidelere dayandığı için daima usta bir işçilik, eşyanın arasında ilk bakışta yakalanan uygunluklar ve benzerlikler, oyunlar, bir çeşit örneğine görenin ötesine geçmeyen bu çalışmaya kifayet ederdi. “Bu o kadar öyledir ki, Şark'da muhayyile yoktur demek pek de yersiz bir iddia olmaz. “Filhakika muhayyile, bir his veya fikri yahut bir imajı nesiller boyunca tekrara düşmeden bütün imkânları ile yoklamak, mahiyetini değiştirene kadar onunla derinden uğraşmak, bu suretle dili herhangi bir kalıplaşmaya imkân vermeden zenginleştirmek ise buna Şark şairinin uzun tarihinde pek az rastlanır. “Bu bakımdan garplıların şark muhayyilesine inmeleri, bu eserlerde kendi dillerindekilerden çok başka bir şeye, eşyanın tabii halinde kendisine veya hususiyetlerine yahut da tekrarın doğurduğu uygarlık inceliklerine rastlamalarından doğan bir çeşit aldanıştır, denebilir.”5 Doğu'da, elbette bilgi olmuştur; fakat bu bilgiyle yetinilmiştir. Doğu'da, elbette bilgi vardır; fakat bu bilgi dağınık kalmıştır. Doğu, daha çok inanca dayandığı için bütünü, bütünlüğü inançta görmek istemiştir. Doğu'daki dağınık bilgiler, dağınık düşüncelerden bir bilgi bütünlüğü sağlanmamıştır. Çünkü inançtaki bütünlük Doğu'ya yetmiştir. Doğu'daki inançtan dolayı, bilgi bilgiyi çağırmamıştır. Çünkü Doğu'da, inanç bilgisi, gerçek bilgisinden önce gelmiştir. İnanç bilgisi önce gelmiştir çünkü “madde ile he saplaşmaktan kaçınan” Doğu, yani madde karşısında, maddeyle ilişkide düşünmeyen, düşünce çalışması yapmayan Doğu, “gelenek ve görenekle iç içe” kalmıştır. Doğu tekrarlamıştır. Doğu, bilgiyi değiştirmek ve dönüştürmek için kullanmamıştır, Çünkü kullanmak için bilgileri birleştirmek gerekir, Yeni bir bilgi, yeni bir bütünlük için bilgileri birleştirmek gerekir. Doğu'da maddenin biçimi maddenin özünden önce gelmiştir. Doğu maddenin biçimini sevmiş. maddenin özünü araştırmak, anlamak istememiştir. Doğu, “zamandışılık içinde devinip duran” tekrarların “doğurduğu uygarlık incelikleri"nin “hazinesi”dir. Maddenin olanaklarını araştırmayan Doğu, maddenin olanaklarını araştıracak olan insanın olanaklarını da araştırmamıştır. Dolayısıyla, genelde madde olanakları aydınlanmayınca, insan olanakları da aydınlanmıyor diyebiliriz. Doğu'da madde tanınmayınca, bir bakıma insan, yani insan olanakları da tanınmaz olmuştur. Doğu'da bireyden çok topluma önem verilmesinin, işte bu tanınmazlıktan yani insan olanaklarını tanımamaktan ileri geldiğini söyleyebiliriz. Daha doğrusu, daha kısacası Doğu'da, madde ve insan olanaklarını bütünüyle tanımaya çalışmak için ortam yaratılmamıştır. Ayrıca, Batı'ya göre Doğu'daki madde ve insan olanaklarını araştırma ve kullanma farkları, farklı üretim ilişkileri doğurmuştur. Çünkü Doğu'da, Batı'ya göre üretim araçlarının mülkiyet şekli farklı olmuştur. Ve bilinmektedir ki, Doğu'daki sınıflı toplumların ve sınıflaşma süreçlerinin Batı'dakilere benzememesi bu farklardan kaynaklanmaktadır. İnsan olanaklarını da araştırmayan, kullanmayan Doğu'da, yani insanın bireyliğinin, kişi denilen özel birey'in daha az değerlendirildiği Doğu'da toplum daha çok önem kazanmıştır. Doğu sanayileştikçe, yani “madde ile hesaplaştıkça” ve bunu kendi insan kültür olanaklarına göre yaptıkça, kendine özgü değişmeler yaratacaktır. Doğu'nun inançlarına gelince, Doğu kendi madde ve düşünce olanaklarının ışığında, inançlarına yeni değerlendirmeler getirecektir. 1 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Şark ile Garp Arasında Görülen Esaslı Farklar”, Cumhuriyet gazetesi, 6 Eylül 1960. 2Ahmed G. Sayar, “Ülgener'i Yeniden Okurken”, Cumhuriyet gazetesi , 1984. (Gün olarak tarihinin yazılması unutulmuş; kesik.) 3 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Şark ile Garp Arasında Görülen Esaslı Farklar”, Cumhuriyet gazetesi, 6 Eylül 1960, 4 W. Merleau-Ponty, Eloge de la Philosophe, Paris, 1965. 8. 189. 186 5 Ahmet Hamdi Tanpınar, “Şark ile Garp Arasında Görülen Esasi Farklar”, Cumhuriyet gazetesi, 6 Eylül 1960, Edebiyat Üzerini Makaleler, s. 133. Doğan Ergun
(Türk Bireyi Kuramına Giriş, İmge Kitabevi, Ekim 2004. 2. Baskı, s. 67-73)
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR