Basında çirkin numaralar... Haber sahtekarlıkları
Mehmet Tanju Akad yayıncılık serüvenini Cağaloğlu özelinde düşündürücü ve acı gerçekleri eğlenceli bir dille anlatmaya devam ediyor: 'Gutenberg’in teknolojisiyle de çalıştık photoshop da yaptık...'
Evet efendim. Matbaacılık ve yayın işleriyle bizzat uğraşmaya 1973 yılında başladım ve 49 yıldır hala bir ucundan devam ediyorum. İlk yıllarda Gutenberg teknolojisinin tamı tamına aynısı değilse de, aynı teknolojinin birazcık daha gelişmiş modeliyle karşılaştım. Harfler ve noktalama işaretleri kurşun kalıplara dökülmediği zaman, hurufat kutusundan tek tek cımbızla alınıp kelimeler, cümleler ve sayfalar halinde iple bağlanır, baskı makinesinin büyüklüğüne göre de sayfalar büyük çerçevelere monte edilip sıkıştırılırdı. Her punto (harf büyüklüğü) ve her karakter için ayrı hurufat takımı olurdu. Uzun işlerde hurufat takımının yettiği kadar sayfa basılır, sonra bunlar bozulup izleyen sayfalara geçilirdi. Kurşun kalıpta ise böyle bir sorun yoktu ama bazı çok uzun kitaplarda baskı işi biten kurşun satırlar tekrar eritilip sonraki sayfaların dizilmesinde kullanılırdı. Burada şunu da ekleyelim. Resimsiz işlerde, “tipo” adı verilen bu eski sistem çok kaliteli baskı verirdi.
TİPO... HURUFAT...
Prova baskı yapıldıktan sonra tek bir düzeltme yapmak için tüm sayfa sökülüp yeniden ayarlanır, bazen sayfalar da kayardı. Tashih kaçınılmazdı ama defalarca değiştirme mürettipleri çok yorar, lütfen düzeltmeyi bir defada yapın, yazıyı son haliyle verin, aklınıza takılan her değişikliği yapmayın diye gözümüzün içine bakarlardı. Bu teknolojide satır araları da “espas” denilen, her kalınlığı sağlayan ince çubuklarla ayrılır. Elle dizmenin Gutenberg’den tek farkı, onun tahta kalıplardaki harflerin yerine metal kalıpların kullanılmasıydı ama eski bir matbaada müzelik bir tahta hurufat takımına da rastlamıştım. Ofset teknolojinin yaygınlaşması bizde gene 1970’lerde oldu ve mürettipleri hem kurşun buharından hem de aşırı meşakkatten kurtardı. Resim ve şekiller için de klişe işi geçmişte kaldı. Ve her şey ışık hızıyla oldu.
İLK OFSET
İlk başta ofset teknolojisi de zordu. Yazılar kağıt şeritlere dizilir, çıkış alınır, sonra kesilerek arkası mumlanmak suretiyle mizanpaja göre sayfa üzerindeki sütunlarına yerleştirilir, düzeltmeler çoğu zaman "kretuarla" kesilip gene mumla yazıya yapıştırılır, sonra filmi çekilir, negatif üzerinde düzeltme sırasında oluşan çizikler aptek denilen kapatma ojesiyle kapatılır, sonra montajı yapılarak çinko kalıpları çekilmek üzere gönderilirdi. Bendeniz, yazılarımı hazırladıktan maada bazen bütün bu işlerin hepsini de yapmıştım.
MASA BAŞI YAYINCILIK
Ofsetten masa üzerine geçiş çok hızlı oldu ve 1980’lerin ikinci yarısında gerçekleşti. Yani, on, bilemediniz on beş yıl içerisinde Gutenberg’den bilgisayara geçtik. İlk bilgisayarlarda çalışmak çok zordu çünkü bunlara birçok kod girmek, açmak vs. gerekiyordu. Sonrası göz açıp kapatıncaya kadar çok kolay hale geldi. Artık bilgisayardan doğrudan baskıya gönderilebiliyor. Ne var ki basın yayın alanında sıkıntı hiçbir zaman baskı teknolojisinde değil, insanlarla kurulan ilişkilerdeydi.
BASIN ALANINDA İLİŞKİLER
Çalışanlar arasındaki ilişkiler çok az alanda basın alanındaki kadar sorunludur ve yazılı basını iyi bildiğim halde, TV’lerde çalışan arkadaşlardan orada da berbat olduğunu birçok kez dinledim.
Gazetelerden başlayayım. Öncelikle orada çalışanları sürekli gerilim içerisinde tutma politikası uygulanırdı. Her yıl Aralık ayı gelirken gerilim had safhaya çıkar, çalışanlar acaba kimlerin işine son verilecek ve kalanlara ne kadar zam yapılacak diye büyük sıkıntıya girerdi. Bu bekleyiş sona erince bazıları işten atılırken kalanlar en azından bir yıl daha çalışacakları için rahatlar ve şükrederken zam oranı tartışılmazdı. Bu gerilim çalışanların dayanışma eğilimlerini zayıflatır, birbirinin ayağını kaydırmak için açık veya örtülü kurnazlığa baş vurmalarına yol açar. Meslektaşlarının hatalarını ortaya çıkarmak, gündem toplantısında utandırmak, haber çalmak, kaynakları kendisine saklamak, başka bir işe geçerken projelerini ve dosyalarını birlikte götürmek, rakiplerini zor durumda bırakmak gibi sayısız yöntem daima uygulamadadır.
Bunların yanı sıra diğer sektörlerde de olan düşük ücret, fazla mesai vermeden çalıştırma, ödemeleri geciktirmek veya üzerine yatmak vs. tipindeki tüm çirkin numaralar burada fazlasıyla mevcuttur. Bunlardan korunmanın tek yolu yönetimle iyi geçinmek ve iç çevreye girmektir ama bu da kişilikten büyük taviz vermek anlamına gelir. Ayrıca, buna rağmen her an gözden düşmek ve dışlanmak veya atılmak gündeme gelebilir. Ayrıca yeni bir yayın yöneticisi gelince çoğu zaman eski kadroyu az veya çok ölçüde uzaklaştırıp kendi kadrosunu kurar.
Teknik servislerde çalışanlar, daha az olmakla birlikte aynı kurallara tabidir ama göz önünde olmadıkları için fazla duyulmaz. Yani, basın alanında çalışmak bir iğneli fıçıdır. İlkesizlik ön plandadır ve ilkeli tutum her an başı belaya sokabilir.
Dergi yayıncılığı ise biraz farklıdır ama benzer sorunlar orada da aynen vardır. İnternet, haber dergiciliğini öldürdü. Kimse bir hafta sonra piyasaya çıkacak haberleri okumak istemez. Ancak çok iyi yorum ve değerlendirmeler olursa başka ama bizde de o tür kadrolar çalıştıracak bir yayıncı bulamazsınız. İhtisas veya mizah dergileri, zar zor da olsa bir süre daha ayakta kalabilir ama giderek zorlaşmaktadır. Sanırım, halen en çok okunan yayınlar futbolla ilgilidir. Bu alanda çalışanlara büyük paralar ödeniyor çünkü bunlar izleniyor ve reklam alıyor.
Öte yandan, futbol ve magazin dışındaki alanlarda uzman gazeteci bulmak giderek zorlanıyor. Bir zamanlar parlamento muhabirleri, polisiye haberleri kovalayanlar vs. çoktu, şimdi ne kadar kaldı bilemem.
Uzun zamandır haberler ve görsel malzeme birkaç ajanstan gelip olduğu gibi basılıyor, arka planı incelenmiyor. İhtisaslaşma tam olarak kalkmasa da azalınca herkes her habere koşturabiliyor, iyi gazeteciliğin olmazsa olmazı olan bir dosya üzerinde haftalarca veya aylarca çalışmaya da pek fırsat verilmiyor.
ASPARAGAS
Benim dönemimde Avrupa ve Amerika’da birçok örneği olan asparagas yayınları Türkiye’de de zirvedeydi. Bunlar, uzaylılar aramızda gizleniyor, kanserin çaresi deniz kestanesi, kereviz ye yüz yıl yaşa, Honduras’ta domuz kulaklı beşizler doktorları şaşırttı, büyük ikramiye çıktığı gün başına kiremit düşüp kör oldu, kaynanayı tencerede pişirip komşulara yedirdiler gibi şeylerdir ve şaşırtıcı derecede çok okuru vardır. Bunlar bazen yetenek yarışması açarlar ve yüz binlerce aktrist veya aktör heveslisinden başvuru mektubu gelir. Gönderdikleri resimleri görseniz ne gülebilir, ne ağlayabilir, kafanızı duvara vurmak isterdiniz. Çuvallara doldurulan mektuplardan çok azı açılır, geri kalanı olduğu gibi çöpe gider, uyduruk bir sözde yarışma sayesinde aylar boyu satış artırılır.
Hatırladığım bir asparagas, çok satan bir gazetenin magazin sayfasındaydı. Woody Allen ve Mia Farrow’un havuz başındaki bir fotoğrafını basıp “Alman Helga Kilisli Abdurrahman’a aşık oldu” diye başlık atmışlardı. Ee, Türk erkeklerine sahte bir ego vermek gerekir, Latin aşığı efsanesinin alaturka versiyonu. Bu arada uyduruk uzaylı resimleri basılır, Sibirya’da bulunan DNA’dan dinozor üretilir, balık kavağa çıkartılırdı.
Bu tür dedikodu ağırlıklı gazetelere tabloid basın da denir. Amerika’da bunun en önemli temsilcisi olan “The National Enquirer” bir zamanlar bir milyon net satışa ulaşmıştı. Şimdi nedir bilemiyorum. Almanya’da ve İngiltere’de de “The Sun” ve “Bild” gibi dedikodu ağırlıklı tabloidler vardı. Yani bunların satış rakamlarını görürseniz bu düzenin nasıl devam ettiği konusunda hiçbir hayretiniz kalmaz, ama bu sahtekar basın finansmanın siyasi amaçlı olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.
Günümüzde sahte haberlerde sosyal medya öne geçmiştir. Sistemin bu mecraları boş bırakacağını herhalde kimse sanmıyordur ama ahalinin önemli bir çoğunluğu bunlara inanıyor. O halde, siyasi anlamda hiç bir şeye şaşmayalım. Bu ahaliyle böyle yönetiliriz, değişmesi isteniyorsa da öncelikle bunlar tarafından kışkırtılır.
GAZETESİZ GAZETECİSİZ CAĞALOĞLU
Cağaloğlu’nun artık gazetelerle bir ilgisi kalmadı. Hala bir miktar matbaa ve yayınevi var ama onlar da yavaş yavaş çekiliyor, burası bir turizm bölgesi haline dönüşüyor, bunların yerini oteller, lokantalar, hediyelik eşyacılar alıyor. Ancak Cağaloğlu Türk basınının doğduğu yuvadır. Bugün yazılı ve görsel basında gördüğümüz tüm iyiliklerin ve kötülüklerin temeli burada atılmıştır.
*
Gelecek yazıda, dergi ve kitap yayıncılığının durumu ve sorunlarını ele almaya çalışacağım. Kısmet olursa diyecektim de, bu yaşlandığımı tekrar hatırlattı ama artık demiş bulundum. Tabii, şahit olduğum çok şeyi anlatmadım. Anlatabilir miyim, henüz bilemiyorum. Ömrüm olursa yirmi yıl sonra belki. O zaman da belki “gazete mi, hani kağıda basılan o şeyler miydi?” filan diye sorarım, siz okurlar tabii kağıda basılan şeyleri hatırlarsınız.
Mehmet Tanju Akad
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR