baudelaire-yasasin-aci-1152024223038.jpg


Çok uzun yıllar oldu biz hep sanat yapıtını tartışıyoruz, sanatçıyı değil.

Belki de akademisyenlerin sanata, kuramsal ve eleştirel alanda “el koyup" kendi varoluş nedenlerinin yarattığı bir yanılsama bu.

Nicedir sanatçıyla sanat yapıtı birbirinden mutlak bir inançla ayrıldı.

Böylece sanat yapıtı üzerinde sayısız varyasyonlarla yorum üretme, yorumun da yorumunu üretme gibi tatlı ve sonsuz bir uğraş alanı edindiler.

Sanatçı da bu girdaba soktu kendini, kendisiyle uğraşılmaması işine geldi!

Çünkü yayınlanabilme, kabul edilme, dağıtım ağına girebilme gibi zorlu yollar veya tersi, önü cömertçe açılıp altına serilen konforlu yatak, onun reflekslerini köreltti.

Günümüzde, -edebiyat özeline çekersek- “Bu şiiri bu şaire yazdıran nedenler nedir?” gibi önemli ve büyük bir soru, yanıtını, çogu kez sanatçıyı sanatçı yapan etkenlerin çok uzağında bir yerlerde bulmaktadır.
Oysa her sanat yapıtının temelinde sanatçı öznenin, yaratıcının kendisi yatar. Onun en büyük özelliği de bağımsız (özerk!) kalabilme yeteneğidir. Edebiyat kurumunun, edebiyat bürokrasisinin, siyasal partiler vs.nin karşısında kendisini (sanatçı olmasını) dayatmasıdır.

Ne var ki bu “özerk”lik ona, konfor, tatlı dünyevi çıkarlar için bahşedilmiş değildir. Sanatçı olma özelliklerinin silahlarını hep bileyli tutması içindir. Kendini “feda” edebilmesi için kurulmuş tuzaklardır. Karşı gelebilme, eleştirme, nefret edebilme, daha başka'yı, daha yeni'yi deneyebilme, Arthur Rimbaud'nun dediği, “yığınların iğrenç dürüstlüğüne" başkaldırma, “büyük insan çölü”nde başka bir insan olma, mevcut sistemle her türlü uzlaşmaya karşı koyan radikal bir isyancı (ve böylece Theodor Adorno'nun belirttiği, “tarihsel meşruluğa” sahip) olabilmenin olanaklarını hep koruma güdüsü içinde olması, sanatçı olabilmenin olmazsa olmazlarıdır.

Bu da uzlaşmazlığa, uzlaşmazlık ise acıya tekabül eder. Eh, mutlu bir aile yuvasının sıcaklığını kim özlemez. (Bu çürümüş sistemle uzlaşmanın en önemli yolunu!?)

Ama modernistlerin refleksine sahip sanatçıların, nefret ettikleri bu dünya sisteminde (kapitalizmde) mutlu olmaya ne kadar hakları vardır?

Öyleyse, sanatçıların, onlarca nedenle çözülmez yumak yapıp acı çekmelerinin altyapısını adeta bile bile hazırlamaları, artık anlaşılır bir durumdur.

Charles Baudelaire, “kardeşi” bir fahişeden bile bile kaptığı frengi yüzünden daha kırk altı yaşında niçin öldü?

Ahmet Erhan niçin hep mutsuzdur? (Bir gün, yolda düşüp beş altı kemiğini kırdığını, alçılar içinde yattığını söylemişti telefonda bana.)

Van Gogh istese Paris'te Teo'nun galerisinde “konfor” içinde gününü gün edemez miydi?

Enis Batur, yüzünün kendisini yansıtmadığından yakınmıştı bir yazısında.

Honore de Balzac'ın, Anton Çehov'un, Edgar Allen Poe'nun, Dostoyevski'nin, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın, Beethoven'in (dünyada sevdiği ve evlenmek istediği tek kadınla buluşacağı otele bence bile bile geç gitmiş, böylece ömür boyu mutsuz yaşamıştır!) fotoğraflarında mutlu bir yüz gören var mı?

Son bir kaç yıl acılar içinde yaşadığım yıllar oldu. Ondan önceki yıllar da aslında öyleydi; bundan sonraki yıllar da böyle geçecek!

Ahmet Yıldız
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler