Mutlu sanatçılar!
Sanatçı mutlu insanlardan mıdır? Yoksa sanatçı hep mutsuz mu olmalı? Büyük sanat yapıtı hep niçin mutsuz sanatçılardan doğmuştur?
Çok uzun yıllar oldu biz hep sanat
yapıtını tartışıyoruz, sanatçıyı değil. Belki de akademisyenlerin sanata,
kuramsal ve eleştirel alanda “el koyup" kendi varoluş
nedenlerinin yarattığı bir yanılsama bu. Nicedir sanatçıyla sanat yapıtı
birbirinden mutlak bir inançla ayrıldı. Böylece sanat yapıtı üzerinde
sayısız varyasyonlarla yorum üretme, yorumun da yorumunu üretme
gibi tatlı ve sonsuz bir uğraş alanı edindiler. Sanatçı da bu girdaba soktu
kendini, kendisiyle uğraşılmaması işine geldi! Çünkü yayınlanabilme, kabul
edilme, dağıtım ağına girebilme gibi zorlu yollar veya tersi,
önü cömertçe açılıp altına serilen konforlu yatak, onun
reflekslerini köreltti. Günümüzde, -edebiyat özeline
çekersek- “Bu şiiri bu şaire yazdıran nedenler nedir?” gibi
önemli ve büyük bir soru, yanıtını, çogu kez sanatçıyı
sanatçı yapan etkenlerin çok uzağında bir yerlerde bulmaktadır.
Ne var ki bu “özerk”lik ona,
konfor, tatlı dünyevi çıkarlar için bahşedilmiş değildir.
Sanatçı olma özelliklerinin silahlarını hep bileyli tutması
içindir. Kendini “feda” edebilmesi için kurulmuş tuzaklardır.
Karşı gelebilme, eleştirme, nefret edebilme, daha başka'yı, daha
yeni'yi deneyebilme, Arthur Rimbaud'nun dediği, “yığınların
iğrenç dürüstlüğüne" başkaldırma, “büyük
insan çölü”nde başka bir insan olma, mevcut sistemle her
türlü uzlaşmaya karşı koyan radikal bir isyancı (ve böylece
Theodor Adorno'nun belirttiği, “tarihsel meşruluğa” sahip)
olabilmenin olanaklarını hep koruma güdüsü içinde olması,
sanatçı olabilmenin olmazsa olmazlarıdır. Bu da uzlaşmazlığa, uzlaşmazlık
ise acıya tekabül eder. Eh, mutlu bir aile yuvasının sıcaklığını
kim özlemez. (Bu çürümüş sistemle uzlaşmanın en önemli
yolunu!?)
Ama modernistlerin refleksine
sahip sanatçıların, nefret ettikleri bu dünya sisteminde
(kapitalizmde) mutlu olmaya ne kadar hakları vardır?
Öyleyse, sanatçıların, onlarca
nedenle çözülmez yumak yapıp acı çekmelerinin altyapısını
adeta bile bile hazırlamaları, artık anlaşılır bir durumdur. Charles Baudelaire, “kardeşi”
bir fahişeden bile bile kaptığı frengi yüzünden daha kırk altı
yaşında niçin öldü? Ahmet Erhan niçin hep mutsuzdur?
(Bir gün, yolda düşüp beş altı kemiğini kırdığını,
alçılar içinde yattığını söylemişti telefonda bana.) Van Gogh istese Paris'te Teo'nun
galerisinde “konfor” içinde gününü gün edemez miydi? Enis Batur, yüzünün kendisini
yansıtmadığından yakınmıştı bir yazısında. Honore de Balzac'ın, Anton Çehov'un,
Edgar Allen Poe'nun, Dostoyevski'nin, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın,
Beethoven'in (dünyada sevdiği ve evlenmek istediği tek kadınla
buluşacağı otele bence bile bile geç gitmiş, böylece ömür
boyu mutsuz yaşamıştır!) fotoğraflarında mutlu bir yüz gören
var mı?
Oysa her sanat yapıtının temelinde sanatçı öznenin,
yaratıcının kendisi yatar. Onun en büyük özelliği de bağımsız
(özerk!) kalabilme yeteneğidir. Edebiyat kurumunun, edebiyat
bürokrasisinin, siyasal partiler vs.nin karşısında kendisini
(sanatçı olmasını) dayatmasıdır.
Son bir kaç yıl acılar içinde yaşadığım
yıllar oldu. Ondan önceki yıllar da aslında öyleydi; bundan
sonraki yıllar da böyle geçecek!
Ahmet
Yıldız
Gercekedebiyat.com