mehmet-ulusoy-26032025213329.jpg


Tam da “umudun toplumsal temelleri”, “umudun enerjisi”, “umudun ekonomi politiği” vb içerikli bir yazıya başlamışken, birden sanki dalga geçercesine masamın üstüne bir kuş dışkısını bırakıverdi. Bir an için neye uğradığımı şaşırdım. Bu bir kötülüğe mi alametti, yoksa başka bir şeyi mi haber veriyordu? Umut üzerine bile düşünüp yazmamı engellemek isteyen şeytani bir güç müydü bu?... Yazmaya ara verdim...

Akşam haberlerinden bir de öğrendim ki, İBB Başkanı İmamoğlu'nun, önce 30 yıllık diploması iptal edilmiş, hemen arkasından göz altına alınmış. Zaten çoktandır toplumda adalet duygusunun yok edildiği, hiçbir şey şahlanmasa da adaletsizliğin ve hukuksuzluğun “şahlandığı”, bütün umutların karartıldığı bir süreçten sonra, bu son olaylar, her şeyin üzerine adeta tüy dikti.

Deve mi kuş mu olduğu belirsiz, sivri aklı ve zekasıyla belli marifetlere sahip kargaya benzeyen bu tuhaf kuşun görevinin ve niyetinin ne olduğunu nihayet anlar gibi oldum... Cin mi, şeytan mı, yoksa Umay mı belli olmayan kuş kılıklı bu garip ruh, kötülükler ve çirkinlikler ikliminin yarattığı bunaltıcı havaya karşı, umudun adalet, iyilik ve güzellikler vaadeden ruhu, elinde davul-zurna ile alanlara mı çıkıyordu yoksa?..

Evet, hızla gelişen toplumsal muhalefet, kötülükler ve çirkinlikler saltanatına karşı yeşeren, bin bir çiçek açan ve düşmana inat direnen umudun, iyimserliğin habercisiydi kesin. Artık o, meydanlara çıkan yüzbinlerin, aydınların, emekçilerin, vatansever gençliğin kalp atışlarında yeniden doğuyordu. Bütün yaratıcı heybetiyle, bütün pislikleri, çürümüşlükleri, ahlaksızlık, sahtelik ve ikiyüzlülükleri süpürüp atan, ruhlardaki, kişiliklerdeki kirlenmeleri hızla arındıran enerjisiyle boy veriyordu. Çünkü, akan su kir tutmaz, üreten ve eylem yapan kirlenmez, kirlense de hemen temizlenir.

Bu büyük dalga turpun büyüğünün ne ve nerede olduğunu da beklenmedik bir sürprizle “deşifre” etti: Evet, turpun büyüğü gençliğin ve halkın heybesindeydi.

Bu arada, umudun haksızlık ve kötülüğün bağrından doğup geliştiğini, onlara karşı bilenerek güçlenip büyüdüğünü de unutmayalım. Tarihsel ve toplumsal bir yasadır bu. Haberci kuş ya da ruh, bir kanadında karanlık, bir kanadında aydınlık taşır. Bir kanadında yıkım ve ölümü, diğer kanadında umut ve yaşam enerjisini içeren evrenin kadim diyalektik yasasıdır. Kuşkusuz kötülük olmadan, kötülük bütün yıkıcılığı ve ibretliğiyle yaşanmadan, insanlar kötülük ve çirkinliğin derin ve ölümcül nefesini, çürümüşlük ve ceset kokan yüzünü tanımadan umudun ve iyimserliğin bir anlamı, bir değeri olmazdı.

Hak ve adaletin, bu değerleri belli yasa ve kurallar sistemiyle yaşatan hukukun hoyratça çiğnendiği yerde hiç kuşkusuz derin ekonomik ve toplumsal adaletsizlikler vardır. Bunu da, insani ve ahlaki değerlerin, vicdanın kirlenmesi, dahası demokratik protesto hakkını kullanan vatandaşlara karşı her alanda uygulanan orantısız baskı ve önlemlerle barış, sevgi ve güzellik duygusunun yok edilmesi, yani çirkinliklerin egemen hale gelmesi tamamlar.

Şu anda, tıpkı koyu karanlıkla şafak aydınlığının iç içe ve karşı karşıya olduğu bir eşikteyiz. Kuşkusuz bu eşiği aşmak, yüksek irade ve bilinç gerektiren, zorluklar, sıkıntılar ve özveriler içeren bir çabayla mümkündür. Şimdi yükselen ve binlerce, milyonlarca çiçek açan umut dalgasının en tepesine bağımsızlık, demokrasi ve adaletin kutsal salını oturtma zamanıdır.

Umut çiçekleri kara toprağı delmiş ve işte ellerimizdedir. Kötülüğün ve korkunun duvarları yıkılmıştır. Artık, “bu ülke düzelmez”, “bu iktidar değişmez”, “her şey kötüye gidiyor, bu önlenemez”, “ben bu ülkeden umudumu kestim” gibisinden acizce, çaresizce, zavallıca yakınma ve karamsarlıklara yer yoktur. Tavşan korkuyu kaçarken üretir misali hiç yoktan kendi kendine üretilen hem kibirli ve bencilce hem de korkakça ve pısırıkça korku hezeyanlarının toplumsal bir karşılığı kalmamıştır. Mustafa Kemal'in dediği gibi “korkulacak durum yoktur, ancak korkak insanlar vardır.”

Korkuyla bağlantılı günün en önemli, en temel sloganını yine gençler üretti: “Gençlerin hiçbir şeyi kalmadı, korku da dahil!..”

 

***

 

Korkuyu ve umutsuzluğu dolaylı olarak besleyen ve meşrulaştıran, böylece egemen sistemin, özellikle de emperyalizmin ve karşıdevrimci operasyonların değirmenine su taşıyan ideolojik ve siyasal anlayışlar da “icra-i siyaset”ten vazgeçmiyor kuşkusuz...

Bir zamanlar okuyucunun çok yakından tanıdığı bir partinin lideri, savunduğu devrimci ilkelere ihanet terk ederek, adaleti FETÖ yargılamalarına indirgeyip, “adaletin altın çağı”, “yargının altın çağı” teraneleriyle gerici iktidara övgüler düzmüştü. Biz de, bu iktidar yaltakçısı tavra karşı çıkmış, ister “adalet” ister “yargı” densin, yaşanmakta olanın “altın çağ” değil, tam aksine adaletsizliğin altın çağı olduğunu vurgulamıştık.

Üstelik çok daha önemlisi, her ne kadar adalet ile yargı yer yer aynı anlamda kullanılsa da, bizim kültürümüzde ikisi arasında önemli farklar olduğunu belirtmiştik. Özellikle adaletin, yargı olarak tanımlanan ve hukuk kurallarına göre yargılamalar yapan mahkemeler sistemi olan yargıdan farklı olarak, başta devlet olmak üzere, toplumun her alanındaki yetkili kurum ve kişilerin bütün uygulamalarının ölçütü olduğun dikkat çekmiştik. TDK sözlüğünde de çok belirgin olarak bu iki kavramın farkı açıkça görülür: “Adalet: Haklı ve haksızın ayırt edilmesi, hakkın gözetilmesi ve yerine getirilmesi. Hak ve hukuka uygunluk.” Yargı: Devlet adına hukuku yorumlayan, savunan ve uygulayan mahkemeler sistemi.”

Dahası, hukuk doktoru bu sahte devrimci lider, hızını alamamıştı o zaman; hukukun felsefesini, ilke ve kurallarını, bağımsız bir üstyapı kurumu olarak özerkliğini yok sayıp kısa devre ve sivri zekalı bir mantıkla “hukuk siyasetin köpeğidir” diye de fetva vermişti. Böylece yandaşlığını yaptığı Saray iktidarının bugünkü, her yola başvurup iktidarını sürdürme siyaseti adına toplumdaki adalet duygusunu yerle bir eden hukuk dışı uygulamalarının gönüllü akıl hocalığına soyunmuştu. Şimdi ise, hukuk ve adalet çiğnenirken, savunduğu ve hukuku siyasetin köpeği yapan kulvarda çukurlaşmış yandaş-yalaka siyasetleri gereği sus pus!..

Üstelik gençliğin ülke çapında meydanlara çıkmasıyla İmamoğlu-CHP ve AKP tartışmasını, açıkça hukuki bir darbeyle haksızlığa uğrayan İmamoğlu'nu savunma düzlemini çoktan aşan gençlik ve halk hareketini yaftalamakla, karalamakla meşgul. İktidarın her alandaki haksız ve adaletsiz uygulamalarına ortak tepkide yoğunlaşan bir halk hareketini “dış kaynaklı”lıkla, “kaos yaratma amaçlı”lıkla suçlayarak, ülke ve toplum gerçekliğindan, kamu vicdanından kopmuş, Cumhuriyet dinamiklerine tamamen yabancılaşmış tam bir aymazlık ve perişanlık sergiliyor.

 

***

 

Türk milleti, tam bir hukuk darbesiyle, iktidar koltuğunu tehdit eden bir muhalif adayını, tamamen siyasal amaçlı ve çoğu uydurma iddialarla ortadan kaldırma planını sahneye koyan, yasa ve hukuk tanımaz bir kifayetsiz muhterislik ile karşı karşıyayız. Bu operasyon, meşru ve milleti birleştirici olmaktan uzak, kamplaştırıcı niyet ve tutumlarla Türkiye'nin dış tehditlere karşı ulusal birliğini, hoşgörü ve iç barışını, toplumsal huzur ve dayanışma geleneğini, güne ve geleceğe güven duygusunu berhava eden bir noktaya getirmiştir.

Siyasal iktidarın içine düştüğü hızlı meşruiyet yitimi, çaresizlik ve acizlik içinde, İmamoğlu ve CHP'ye karşı yürütülen yasal sınırları aşan saldırılar, açılan davalar ve sivil darbeler karşısında, bazı vatansever arkadaşlar, nedeni ne olursa olsun, kendilerini kullanışlı eleman durumuna düşüren aptalca bir “süper vatanseverlik” yanılgısı içindeler. Güya bağımsız ve vatansever gazetecilik adına, iktidarın İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanı adaylığını önleme amaçlı ve önceden planlanmış, kesinlikle siyasal hesaplı soruşturmalarında, takıntılı bir diploma haberciliğiyle, niyet ne olursa olsun, figüran rolü oynanmıştır.

Oysa bağımsız bir devrimci siyasetin olmazsa olmaz koşulu, iki sistem partisinde de var olan yolsuzlukları, kamusal yetki ve sorumlulukların ağırlığı oranında ve ölçüsünde tartmak ve muhalefetin dozunu, yoğunluğunu ona göre ayarlamak zorunluluğudur. Yani ikisi de sistem partisi olsa bile, halkın vicdanı ve sağduyusunun da temel ölçütü olan, devleti ve kamuyu soyma olanağı, anlayışı ve araçlarına sahip ve ülkeye zarar verme oranında, siyasal ayrım yapmaksızın iktidar ve muhalefeti sorgulamak ve siyaset yapmak daha doğru değil mi?

İktidarca muhalefet belediyeleri didik didik edildiği halde bugüne kadar bir kaç soruşturma konusu dışında ciddi hiç bir şey çıkmazken, üstelik sadece İBB ve ABB'deki Toptaş dönemi ve hele Gökçek'in yolsuzluklarıyla ilgili hazırlanmış onlarca dosya bakanlıklarca işlem yapılmaksızın sümen altı edilip bekletilir ve çeşitli bakanlıklarla ilgili benzeri binlerce aynı durumda olay ve dosya mevcutken... Birden İmamoğlu'nun Erdoğan'a karşı adaylığını ilan etmesiyle, hemen devreye konan, FETÖ'cü gizli tanık kumpaslarıyla üretilen suçlamalarda peşinen taraf olmak ne kadar adil, inandırıcı ve gerçekçi olabilir? Ve böyle bir yaklaşım, ne kadar samimi bir vatansever, devrimci tavır olarak algılanır? Ki siyasette algının da çok önemi olduğu bir gerçek. En temiz, en katıksız vatansever biziz, diğerleri hepsi kirli, güvenilmez diyen, hatta “Türk aydınına güvenmiyoruz” diyerek her şeyi sıfırdan ve kendileriyle başlatan bu kibirli tavrın benzerlerine ne yazık ki devrimciler 50 yıldır çok tanık oldu.

Su katılmamış, pirü pak bir “süper vatansever”lik adına kibirlice ortaya konan bu siyasal tavır, kendini kitlelerde meşruiyet kazanan ve ideolojik-stratejik tutarlılığı olan bağımsız bir eksene oturtamadığı sürece kaçınılmaz olarak kendinden daha güçlü en yakın strateji ve siyasetin etki alanına girer; siyaseten onun kullandığı bir araca dönüşür. Stratejisi olmayan bir taktik siyaset, ona en yakın stratejinin çekim alanına, hizmetine girmekten asla kurtulamaz. Bu, hem fiziğin, hem toplumbilim ve siyasetin değişmez yasasıdır. Elbette “süper vatansever” tavrın kaynağı ve onun nerede saf tuttuğu “adaletin altın çağı” şifresi ile kolayca çözülebilir.

Oysa vatanseverlik lafta değil, pratikte, eylemde kendini gösterir. Ayakları havada, halkın somut gerçekliğinden, ekonomik toplumsal sorunlarından kopuk bir vatanseverlik, amaca ulaşma, halkı bu amaç doğrultusunda birleştirme bakımından hiçbir inandırıcılığa ve işleve sahip değildir. Olsa olsa bu, kısa evreli gösterişli bir gürültü olmakla kalır. Temelleri çürük, toplumsal sorunlarla ve Türk halkının haksızlığa uğrayana sahip çıkan özgün davranış biçimleriyle bağı sağlam olmadığı için, konjonktürün hızla değiştiği koşullarda bir de bakmışsın ki kimseyi beğenmeyen bu “süper vatanseverlik” tam tersine dönüşüvermiş.

***

Eylemin alanı günlük siyasettir. Söz konusu vatanseverlik olunca, bu, sağ-sol ayrımı yapmadan siyasette bütün milleti birleştirecek bir tutumdan asla ayrılmamayı gerektirir. Hele bizim gibi, siyasetin, iktidarıyla, ana muhalefetiyle son derece kirli olan siyasetler labirentinde karmaşıklaşan, özellikle iktidarın koltuğunu koruma adına her yolu mubah gören, gerçeğin alabildiğine karartıldığı ve çarpıtıldığı bir süreçte doğru yerde durmak, bazen gerçeği savunmak kadar hatta ondan daha da önemli hale geliyor. Tıpkı yargıda, belli bir anlamda usulün iddia (sav) ve savunmanın içeriğinden önce geldiği gibi.

Bugün doğru yerde durmanın temel ölçütü nedir o zaman? Vatanseverliğin altını dolduracak, onun maddi toplumsal koşullarını yaratacak siyasetlerdir kuşkusuz. Bu siyasetler nelerdir? Birincisi, milletin direnme gücünü ve birliğini baltalayan iktidarın derin toplumsal-konomik eşitsizliklere yol açan siyaset ve uygulamalarına kesin ve sistemli karşı çıkmaktır. İkincisi, bu sorunların çözümü konusunda, liyakatsızlığa dayanan, karnı doymayanlara karşı gözü doymayanları, eşi dostu, yandaşı kayıran ve zenginleştiren, geniş halk yığınlarının sıkıntılarına kulağını kapatan ya da algısal yalanlara başvurarak kitleleri aşağılayan, dolayısıyla halkı bölen tutumlarla, sahteliklerle ödünsüz mücadele etmektir. Gözü oymayana ve iktidar yandaşına hak, açlara, yoksullara ve muhalefete gelince suç olan uygulamalar, yandaşı koruyan, muhalifi cezalandıran adaletsizlikler milleti açıkça bölmekte ve vatanseverliğin altını oymaktadır. Üstelik bütün bunlar, sahte vatanseverliğin toprağına gürül gürül su taşımaktadır.

İşte, İmamoğlu'na yapılan hukuki haksızlıklar ve kesinlikle keyfi ve zorbaca olan tutuklamalar karşısında, özellikle gençliğin ülke çapında kitlesel infialinin ve sokağa çıkmasının arkasında bu kabul edilemez, katlanılamaz hale gelen olgular vardır. Bu haksızlık ve hukuksuzluklarda gençlik, kendine yapılan, işsizlik ve açlık teklikesi, diplomanın ve liyakatın değerssizleşmesi, düşünce ve haber alma özgürlüğünün yok edilmesi ve hepsinin toplamı olarak da geleceğinin elinden alınmasını ve umutsuzluğu görüyor. Özetle gençliğin direnişi, umutsuzluğun umuda dönüştürülmesi mücadelesidir.

Tekrar vurgulayalım, ülke çapında yaygınlaşan ve özellikle gençliğin kitlesel katılımı ve enerjisiyle büyük ivme kazanan bu tepkinin esasını İmamoğlu'nu savunmak oluşturmuyor. İmamoğlu'nun simgesel özne olduğu ve kararlı, dirençli ve kitleleri kucaklama yeteneğiyle bardağı taşıran son damla rolü oynadığı, halkın, mafya-tarikat sistemine karşı Mustafa Kemal'in Askerleriyiz sloganıyla simgeleşen bir direnişidir söz konusu olan.

İnsan, başkalarının, geniş kitlelerin sorumluluk yükünü taşımadan, kendi küçük dünyasında, tertemiz, lekesiz bir vatansever olarak, küçük bir yurttaş gururuyla yaşayabilir. Ancak ulusal siyaset sahnesine çıkıldığında her sözün, her davranışın nesnel olarak neye ve kime hizmet edeceğinin siyaset bilimsel ve pratik açıdan doğru hesabını yapmak zorundasın. Bunlara uyulmazsa, iddialar, bilgi ve haberler, istenmeyen, hatta karşıt başka güçler için yararlı bir malzemeye dönüşür.

Toplumsal sorunları, haksızlık ve adaletsizlikleri önemsemeyen, bunlara somut güncel siyaset ve eylemlerle karşı çıkmayan bir vatanseverlik, ayakları havada, içi boş, palavradan bir vatanseverliktir. Ete-kemiğe bürünmeyen, maddi bir varlığa ve bağımsız bir siyasal kimliğe dönüşmeyen böyle bir vatanseverlik, egemen sınıf ve güçlerin sahte vatanseverliğine her zaman teslim olmaya mahkumdur. Hele günümüzde, emperyalizmin ve işbirlikçilerinin türlü stratejik manevralarla ve medya üzerinden türlü maskelerle ürettiği her şeyin sahte, yapay algısal söylemlere indirgendiği koşullarda...

***

Birçok nedene ve etkene bağlı olarak özellikle gençliğin ülke çapında eyleme geçmesiyle, umutsuzluk ve korkunun umuda ve cesarete dönüştüğü yeni bir döneme giriyoruz. Gençliğin eylemli olarak sahneye çıkması, İmamoğlu’na yapılan haksızlığa tepki göstermenin çok çok ötesindedir. Ulusal bağımsızlık ve Cumhuriyet karşıtı bütün haince çaba ve girişimlerin panzehiri, bir umut potansiyeli ve yoğunlaşması olan gençlik ve kitle direnişindedir.

Bütün sorun, bu olağanüstü toplumsal enerjiyi, Kemalist Devrimi tamamlayan bir Devrimci Cumhuriyet atılımıyla iktidara taşımaktır. Bunun için, bütün Cumhuriyetçi muhalefeti asgari bir programda birleştirecek güçlü bir siyasal kuvvet merkezinin yaratılması zorunludur. Yaşanan siyasal gelişmelerin ve kitle hareketinin ana mesajı budur.

 

Mehmet Ulusoy
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler