sedat-erden-surgun-yillar-20251208065707416.jpg


Sedat Erden yerli Jack London’ımızdır. Jack London sağlığındakitaplarından para kazandıünlüoldu ama bununnedeni ABD yayıncılıksistemive okur kesimininbilinçlioluşuydu. ABD ulusuyükseldiği yıllardayazarlarını da yüceltiyoriyiylekötüyüayırabiliyordu. O zamanlardayazarolmanınşakasıyoktueftenpüftenyazıcılarayazar kimliğikimsedağıtmıyordu.

Sedat Erden, yaşamı maceradan maceraya sürüklenmiş ender yazarlarımızdandırArkadaşlarının çoğu emekli general albay filandır ama o Askeri Hava Lisesi’nden sonra Hava Harp Okulu’nu (1964) bitirmesine ve teğmen olmasına karşın bu mesleğe 5 yıl dayanabildi ve 1969 yılında istifa etti 

Altmışlar ve yetmişler dünyada devrimci hareketlerin kaynaştığı yıllardıHer ülke devrimcilerin yurduydudevrimci her yerde devrimciydimeslekti. Bu mesleğe kapıldığı anlaşılan genç yazarımız subaylıktan sonra Mersin’e gidip sol kitaplar satan kitapçı dükkanı açtıHatta hızını alamadı Mersin Devrimci Gençlik Derneği’nin kurucuları arasında yer aldı. 

Genç Sedat Erden askeri okul yıllarında yetenekli bir yazardı. Dönemin ünlü edebiyat dergilerinde öyküler yayımlıyor öyküleri beğeniliyordu. İzmir edebiyat ortamına omuzlarında yıldızlarla çeşit katıyorduİlk gençlikte hem devrimci, hem bir yazar hayaline sahip olmak çok büyük bir ikiliktir. Geleceğin büyük yazarı yanlış kararda ölürÖyle bir an gelir ki ya tam ‘mesai’ devrimci olacaksın ya yazar! İkisinden birini tercih etmek gerekirİkisini bir arada götürmek yazarlığı ertelemek demektir ki bu işi devrimden sonraya havale etmek anlamında intiharla  değerdir 

Mersin’de sermayeyi tüketince inadını bu kez denizaşırı maceralarda arayan Sedat Erden bir gemiye atlayıp Avustralya’ya göçmen olarak gittiSürgün Yılları romanının adına bakarsak göçmen değil de kendinden sürgün olduğu anlaşılıyor.  

Orada da tabi devrimci devrimciyi mıknatıs gibi çeker derlerdaha önce Sydney’e gelmiş Türkiye’de devrimin yolunu gözleyen Cengiz’le tanışır. 

Cengiz'i Sydney'e ilk geldiğim günlerde tanımıştım. O günlerde tek düşüncem vardıDevrimci bir dernek kurmak. Bu tasarıiçimdeki boşluğu dolduruyorgündelik hayatın seline kapılmış yabanci işçilerin akıbetinden beni koruyordu. Bir ‘görevim’ vardı benim. Bu görevdünyanın dört bir yanındadaha yüzlerini bile görmediğim yoldaşlarla aramda mistik bir bağ kuruyorbeni gündelik sıkıntılarınumutsuzlukların üstüne çıkarıyordu. Bu köhne dünya her yandan zorlanıyorçöküyordu. Ve ben hareketin buradaki koluydum. Kendi payıma düşeni yapmalıher yandan kundaklanan bu yapının temellerini ben de buradan kemirmeliydimÜzerimde tarihi bir sorumluluk vardıSydney'de yalnız değildimDevrimin gözleri benim deüzerimdeydi. Türk kahvehanelerini dolaşıpzemin yokluyordum. (s. 10-11) 

Genç devrimci Sedat Erden, Avusturalya’ya kendinden önce Almanya’da tutunamayıp gelmiş ama gerçeği az çok anlayıp hayal kırıklığı yaşayan Cengiz’e bile cesaret vermeye çalışır. (Daha sonra Türkiye’ye dönünce Cengiz’in ağabeylerini bulurilginç bir hayal kırıklığı yaşar.) 

Sydney, yabancıların tutunabilmelerini engellemek için elinden gelen her şeyi yapan bir kenttirÖnce kalacak bir yer bulmak gerekir. Sonra İş elbette beden işidir. Bir tren istasyonu deposunda eski lastikleri taşıma işi bulurKafasındaysa geri dönmek vardır. Ne var ki 600 dolarlık yol parası ayda 60 dolar kazanan bir emekçinin biriktirebileceği para değildir. Resmen mahsur kalmış iki arada bir derededir devrimci/yazarımız. 

Bir işe giriyor oradan ayrılıp diğer işe giriyordu: 

Bant işçisiydim. Yüksek bir sahanlıkta serinlik yapması için çalıştırılan büyük bir vantilatörün altındayağmur gibi akan otomobil lastiklerini toplayacakistif edecekbunları trıraş edilmek üzere karşı banttaki İspanyolm işçiye yollayacaktım...” (S. 24) 

Sydney’den demiryolu ile başka şehirlere gönderilecek malların toplanıp dağıtım yapıldığı bir merkezdi.. (...) Gelecek vaatetmeyen bir iştiVerdikleri asgari ücret ancak oda kirasına yiyeceğe ve arada bir bira içmeye yetiyordu. (...) Burada çalışanlar daha çok çömez göçmenlerAborjinler göğüslerine savaş karşıtı rozetler takmış uzun saçlı gençler (üç beş gün çalışıp işten ayrılırlardı genelliklebir de hiç tutkusu kalmamışyorgun ve bezgin tiplerdi (s. 63) 

“Sonra... Su İşleri İdarende işe girdim. Kanalizasyon yapımına gönderilmiştik. Bir hendeğin içinde bazılarımız kazma ile toprağı kazıyorsonra kürekçiler çamurları hendeğin dışına atıyorduk. Ben kürekçiydimFırlattığım çamurların çoğuhendek derin olduğundan tekrar üstüme geliyorduİçinde ayaklarımın yüzdüğü iri çizmelerbaşımda kask ve takım elbisemle gülünç bir görünümüm olmalıydı." (s. 78) 

Bu tür işlerde çalışmaya fazla dayanamıyor genç subay / yazar / devrimci göçmenimiz 

Böylece sık sık işsizlik dönemleriyle kesilen göçmen hayatım başlamış olduHosteldeki hayat artık içimi daraltıyorbu yeni ülkenin Sydney’in uzaktan gelen uğultusu beni kendine çağırıyordu.” (s. 78) 

Banliyölerden şehrin içene karışan göçmenimiz Avusturalyalı gençlerden yumruk yeryatağına giren kadınla yatamazeşçinsellerle takışır. 

Kitapta tanıdığı insanlarla birbikte kaldığı yerlerkitapçı dükkanı vs. de başlıklarla  anlatılıyor. Ama anlattığıgöçmen Sedat Erden’in belleğine kazınmış insanlardırSydney’den insan manzaraları... gibi... Ki has edebiyatın da asıl öznesi insan değil midir? 

Ev sahibi Ukrayna göçmeni İvan, oda arkadaşı Yılmaz... Utangaç bir aşk yaşadığı Yugoslav kız Borka. (Tüm aşkların son tahlilde döşeği öptüğünü bilemeyen utangaçlığının yaşattığı acı.) Yine Redfern’de bir kahvehanenin sahibi olan babacan tavırlı Orhan Usta, yaşama sıkı sıkıya sarılan Haydar Amcapsikolojik sorunları olan Hayrettin, oda arkadaşları Hüseyin Tevfik, ErkalSydney’deki ortama çok iyi uyum gösteren Mustafa, sürekli İngilizcesini geliştirmeye çalışan Arif Bey, George, Matt. Çin yanlısı kitapların satıldığı Eastwınd Kitabevi’ni işleten Bob, yoldaşları İrlandalı Dan, Dave, Betty, Berth. Polonyalı ve Yugoslavyalı göçmen işçilerİzmitli Burkan, Karslı Nedim, İskender Alex… Laz Recep Usta. Konsoloslukta güya çalışma ataşesi ama işçilerin derdini dinleyecek yerde kendi derdini onlara anlatan dil bilmeyen çalışma ateşesi Halit Bey... 

Kahramanımız Sydney’de iki yıl değişik işlerde çalıştıktan sonra 1972 yılında Halit Bey’in katkısıyla BETA adlı bir yük gemisinde tayfa olarak  bulur.   

Hint Okyanusu üzerinden haftalarca süren serüvenli bir gemi yolculuğundan sonra Kızıldeniz’i geçip El-yat Limanı ve oradan Türkiye'ye kapağı atma şansı yakalar. Ama şans mıdır yoksa çaresizlikumutsuz uyumsuz bir gencin güvenli durağı mıdır kesin değildirAklının Sydney’de kaldığı-aslında gerçek düşünceleridirşu küçük tümcede itiraf edilir: 

“İki yılımı burada boşuna geçirmiştimSıradan bir işçi olarak gelmiştimişçi olarak gidiyordumÇaba göstersem geçerli bir meslek edinebilir, iyi bir kızla evlenebilirdimYıllarım düş kurmakla geçmiştiŞimdi çevreme ilk kez dikkatlice bakıyorbinlerce alımlıgüzel kadın görüyordumBunlardan biriyle şimdimucize türündentanışıversem... Biri eşyasını düşürmüş olsa meselaalıp uzatsamgülümseyerek teşekkür etse... Bir yere otursakkonuşmaya başlasakbir saat içinde on yıldır birbirimizi tanımış gibi olsakona yarın gideceğimi söylesem... Paniğe kapılıp, ‘Hayırolamaz!' dese. "Böyle bir rastlantıyla seni buldumartık bırakmam... Gemiden eşyalarını alalımsonra evimize gideriz." (s. 90) 

Dünyayı değiştirmek isteyen, başkaları için hayatını zamanını tehlikeye atmaktan çekinmeyen genç devrimcilerin aslında kendi yaşamlarındaki o keskin ve dönüşü olmayan dönüm noktalarındaki kararsızlıklarınınbeceriksizliklerinin nelere mal olduğunu kendi devrimci dönem” yaşamımdan çok iyi biliyorum. Tıpkı İsa’nın kendi yaşamını yönetememesi gibi pisi pisine bir şeydir. 

133 sayfalık bu küçücük içi dolu turşucuk romanın üçte biri (84 – 133 sayfa arası) BETA adlı gemideki tayfalık günlerini anlatıyor 

“İki yıldan beri ilk kez Tazmanya'da yeniden kar görüyordum. Hava soğuklu, Güney Kutbu'na yaklaştığımız belli oluyorduDünyanın öteki ucundaki bu adada insanı kendine çeken bir şey vardıSessizlik ve huzur sanki beni kendine çağırıyordu. Acaba gemiden inip burada  kalsaydımBurada evlenircenneti andıran yeşillikler içinde bahçeli bir evim olurduHiçbir sorunun ulaşamayacağı kadar uzak ve tasasız görünüyordu bu ada.” (s. 93) 

İzan yayınlarından 2. baskısı yapılan kitabın anlatımı birinci tekil şahıs.Romanın kahramanı anlatıcının kendisi. Ana konu yabancı bir ülkede tutunmaya –ya da tutunmamayaçalışan bir göçmenin tanıdığı kişiler ve onlarla ilişkileri. 

Sedat Erden, romanını çok basit ve kolaya kaçmış gibi görünen biçimde her kahramanını ayrı başlık altında ayrı öyküler içinde anlatıyor. Romanda adı geçen kişilerin birbirleriyle ilişkileri yok ama kahramanımızda ve okuyanda derin izler bırakan bir kaç fırça darbesiyle portreleri çizilmiş unutulmaz tipler. 

Geçmiş zaman anlatımının çok iyi oturduğuanı/çağrışım/duygu yüklü bir kitap Sürgün YıllarıElinize alıp bir solukta bitireceğiniz ve bitmesin diye son sayfalarını yavaş okuyacağınız Türkiye’de malüm işgalci tayfanın egemenliğindeki edebiyat ortamımızda ender yazılmış güzel bir roman. 

Kitabını şöyle bir değerlendirmeyle bitiriyor Sedat Erden: 

“İki yıldünyanın öbür ucunda bedenimle çalışarak ekmeğimi kazanmayıişsiz kalmayı öğrendim. Bir gemiye tayfa olarak kapağı atıp, param olmadan yurduma dönmeyi başarıyorumİstersem BETA’da kalıpdünyayı dolaşabilirim ama ben ülkeme dönmek istiyorumKimdim ben? Yazmak için yola çıkmış, ama edebiyatı bırakıpmilitanlığa heveslenmiştehlikeyi sezince yurdundan ayrılmışiki yıldan beri Sydney’de işçilikten başka bir şey becerememiş biriÜlkesine dönerkenaklında hala başka ülkeler olan bir hayalperest.Yaşı 27 ama adı sanı henüz belirsiz biriKimim ben bir devrimci mi, bir yazar bir gezgin mi, yoksa hiçbir işe yaramaz bir serseri mi? Ordan oraya savrulan kuru yapraklara benziyorumŞimdi BETA’nın küpeştesinden kendimi şu denize bırakıversemeksikliğimi kimse fark etmez bile. Dünyayı değiştirmek için yola çıkmıştım ama kendimi bile değiştirememiştim daha. Kaderin bana hazırladığını değiştirmek imkansızKaderime doğru yürümek kalıyor bana yalnızca.” (S. 133) 

Sedat Erden için boşu boşuna geçmiş kayıp yıllar belki, ama Türk edebiyatı için bence tüm zamanlarda okunacak değerli ender bir romana malzeme oldu. 

Kimse yaşamadan iyi roman yazamaz 

Geçmiş zaman anlatımının çok iyi oturduğuanı/çağrışım/duygu yüklü bir kitap Sürgün YıllarıElinize alıp bir solukta bitireceğiniz ve bitmesin diye son sayfalarını yavaş okuyacağınız Türkiye’de malüm işgalci tayfanın egemenliğindeki edebiyat ortamımızda ender yazılmış güzel bir roman. 

 

Ahmet Yıldız 

Gercekedebiyat.com 


ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler