İyileştirici sevgi hangisidir?
Öfke, nefret, kin ve benzeri duygularımız gibi sevmek ve sevilmek de (kısaca SEVGİ) varlığımızın bir yan ürünüdür ve biz birbirimizi anlamayı anlaşılır hale getirmenin tek yolunun sevgi olduğunu kavramak zorundayız. Çünkü sevgi iyileştirmeye yöneliktir; değerini asla yitirmez… Taze hava gibi nefes alma gücü verir, soğuk ve kasvetli oluşumlara karşı koruyarak, sıcak bir canlılık kazandırır. Hatta barışçıl ve adil bir yaşamdan yana olmamıza kapı aralayarak, insan olma sürecimizi etkileyecek başarıyı geliştirir… Çocuğun acılarını, yaşlının sızılarını, komşunun ıstıraplarını, çiçeğin güzelliğini, bülbülün güle aşkını anlamamızı sağlayan ve sevdiren potansiyel güçtür sevgi ve sözün özü, eğer benden sevgi üzerine bir tanımlama istenirse, sevgi yararlı olma eylemidir, derim kısaca. Ne var ki her sevgi eylemi aynı işleve, aynı özelliğe ve etkiye sahip olamıyor. Aynı oranda iyileştirme yeteneğini gösteremiyor. Kimi bize, tehlikeli bir dünyadan korunma ve güvende olma hissi verirken, diğeri boyun eğmeyi ve çaresizliği, bir diğeri teselliyi öğretiyor. Sevginin başka bir yönelimi bizi, herkes için yardımlaşma ve dayanışmaya özendirirken, diğer taraftaki sadece kısmi olanı görmekle sınırlandırır. Biri çıkar gözetmez, öteki baştan sona bencillik doludur ve bu gerçeklerin kanıtı şudur: İnsandaki sevgi örgütlenmesi ya da yapılanması sadece bir nokta üzerinden yükselmez. Onlarca rengi ve eğilimi vardır. Hepsini veya birkaçını aynı anda yüklenebildiğimiz gibi sadece biriyle yetinerek de devam edebiliriz ve ben burada üç örnek üzerinde duracağım. Üç önemli örnek… İlk sırada anne ve çocuk sevgisi yer alır, çünkü en iyi yapılanmadır ve hiç kimse bu sevginin nasıl işlediği hakkında kesin fikre sahip değildir ama en saf, en yüce sevgi olduğunu biliriz. Bu sevgi kendiliğinden gelişir. Annenin çocuğuna yönelttiği sevgide herhangi bir beklenti ya da çıkar söz konusu olmaz. Çocuğuna, “Uyu yavrum uyu, dünya dipsiz kuyu…” şarkısını söylerken, derin bir sevgiden oluşan kesintisiz bir yol üzerinden yürür, son derece sağlam, incelikli, düzenli halde ilerler ve bu esnada sarsılmaz, güven dolu duygusal bir bağ oluşur. Annenin söz yeteneği, melodik sesi, sevgiyi yükselterek çocuğun gelişimi üzerinde iyileştirici güç oluşturur. Fizikteki dış neden etkisi burada da işler; annenin ninnileri, fısıltıları, sıcak bakışları çocukta iyi yöne evrilecek kişiliğin şekillenmesine neden olur. Bu açıklamada dikkatinizi çekmek istediğim nokta ise: Bütün bu gelişmeler yaşanırken, her şey baştan sona beklentisiz, çıkarsız ve karşılıksızdır… Dolaysız sevgi denilen şey tam da budur. Sevginin en yalın halini burada buluruz. Doğrudan, herhangi bir aracı kullanılmadan gerçekleşir… (Kardeşler arasındaki sevgi de anne ile çocuk arasındaki bağa benzer özellikler gösterir ama birebir değildir. Aynı soydan gelmenin verdiği sıkı bir işbirliği üzerinden yürüse de içinde mutlak şekilde beklenti ve karşılık barındırmaktadır…) Örneğimizin ikinci sırasında ise sevginin başka bir türü, belki de en karmaşık olanı, kadın ile erkek arasındaki sevgi yer alır ve kaynağında istenilmek vardır. Özelliği gereği saf sevgiden uzaktır. Başka şekilde söylersek, kadın ya da erkeğin, birinin diğeri tarafından istenilmesi ya da karşılıklı istenilmesi üzerine kuruludur ve çıkarlar söz konusudur… Bu ilişkinin ayrıntılarına girmeye, çok sayıda örneklemeye gerek yok ama söz konusu sevgi biçimi çok defa sevgiden kuşkulanmamıza neden olmuştur. Zaman içinde güvensizliğin oluştuğu, deforme edildiği bu aşk biçiminde, birçok kimsenin dokunaklı öyküsüne tanıklık etmişizdir. “Yıllarca sevdim ve umulmadık biçimde tarumar edildim… Binlerce parçaya ayrıldım…” sözlerini duymuşuzdur… Bu şu anlama gelir: Karı koca ya da iki aşık ya da iki arkadaş veya komşu arasında sürekli ve sonsuz güvene dayalı sevgi asla oluşmaz. İlişkilerde geleceğe yönelik sürekli bir tedirginlik, sürekli bir endişe varlığını sürdürür. Bunun aksini iddia edebilirsiniz ama inandırıcı olamazsınız… Hatta bazen öylesine garip durumlarla karşılaşıyoruz ki eşlerden biri, kendi ev hayvanını bile daha çok önde tutabiliyor. Kardeşini, yakınını daha çok seven, daha çok inanan eşlere rastlayabiliyoruz. Para, mülk ve benzerlerini sevgiye tercih edenleri görüyoruz. Üçüncü örneğimiz ise hayatımızda önemli işleve sahip olan Tanrı sevgisidir. Hem semavi hem pagan inanışlarda önemli bir yer tutar, ancak bu sevgi de kendiliğinden değildir. Doğal, karşılıksız, beklentisiz eğilimler taşımaz. Temelinde korku, teselli bulma ve huşu vardır. “İnanmazsam ve sevmezsem cehennemde yanarım… İyi bir hayat için Tanrıya ihtiyacım var… Yoksa işlerim yolunda gitmez…” ve benzer nedenlerle vücut bulur. Böyle olunca da Tanrı sevgisi öğretilmiş sevgidir, demekten başka bir kanıt bulamıyoruz. Saf ve duru sevgiden yoksunluk psikolojik ve duygusal olarak sürekli bir eksikliğin oluşmasına neden olur. Eğer birey dolaysız sevgilerden yeterli oranda yararlanmamışsa, hayatını sürdürebilir ama yüreğinde, görünmeyenin arka yüzünde kırgınlık ve zihinsel ıstırap barındıracaktır mutlaka. Güvensizlik, kuşkuculuk geliştirecektir ve hayatının bir bölümünde anlamsızlığı ve değersizliği yaşayacaktır. Anlamsızlığa ve değersizliğe sahip biri ise muhtemelen şu ya da bu şekilde aynı şeyi çocuğuna, yakınına, komşusuna ve yurttaşına bulaştıracak ve tehlikeli koşullarda kötücül kimliğe bürünerek vahşet yaratabilecektir. Sevmek, sevilmek her koşulda iyidir. Güven veren, geliştiren her şey ise daha iyidir ve şu anda iyileştirici olarak saf, temiz, çıkarsız sevginin yerine koyabileceğimiz başka bir eğilimimiz yok. Konuyu, sevginin gerekli olduğuna, bunu göstermenin daha da gerekli olduğuna inanarak bitirelim… Haydar UzunyaylaHER SEVGİ AYNI DEĞİLDİR
ANNE ve ÇOCUK SEVGİSİ
SEVGİNİN EN KARMAŞIK TÜRÜ
TANRI SEVGİSİ
SAF ve DURU SEVGİ
SEVMEK SEVİLMEK
Gerçekedebiyat.com