Hünkâr çayırındaki ölü / Halit Payza
Yalnızca II. Mehmet için söyleniyor. Konstantinopol’ü fethettiğinde daha yirmi bir yaşında ve bin yıllık bir imparatorluğun sonunu ilan ediyor. Yeni bir çağın başlatıcısı. Fetihten sonra Büyük Türk unvanına yenileri ekleniyor...
Fatih Sultan Mehmet ilginç bir sultan. Bilindiği gibi Osmanlı sultanları bir kaçı dışında yabancı kandan gelir, saf değillerdir. Dahası Türk değiller, Atamanlı olarak biliniyorlar. 1444’de, II. Murat tahttan kendi isteğiyle vazgeçtiğinde yerine on iki yaşındaki şehzade Mehmet oturdu. Buna en çok Çandarlı Halil Paşa üzüldü, II. Murat’ı tahta kalmaya ikna edemedi. Yalnız değildi, İshak Paşa ve Uzguroğlu İsa Bey’le birlikteydi. Asıl adı Tûr-ı Sînâ olan ve Tursun Bey veya Dursun Bey olarak anılan tarihçinin Tarih-i Ebu Feth’te çocuk sultan için “Be kişi hey ne turfa ettin / İşin altunken kem iş ettin / Getirip oniki yaşar tanayı / Geçirip yerine gümüş ettin” diyor. Çandarlı ve taifesi kadar ordu da Mehmet’i istemiyor. Mehmet’i fethe Şehabettin ve Zaganos destekliyor. Yeniçeriler Şehabettin Şahin Paşa’yı Mehmet’i desteklediği için öldürmek üzere evini basıyorlar, kendisini bulamayınca yağmalıyorlar. Ortak sloganları “Mehmet’i istemezük.” Kuşkusuz arkalarında Çandarlı var. Mehmet tahtı bu isyan üzerine bırakmıyor, Çandarlı’nın daha ileri gitmemesi için ikna olmuş görünüyor ve devretmeye razı oluyor. İki yıl tahta kalıyor, Çandarlı sonunda Murat’ı da ikna ediyor, 5 Mayıs 1446’da yola çıkan Murat, Ağustos’ta Edirne’deki saraya geliyor ve tahtı Mehmet’ten teslim alıyor. Tarihte söz edilmez ancak tahtını yitiren Mehmet’in katledilmekten korktuğu düşünülebilir. Çandarlı ile Mehmet’in anlaşamamalarının farklı gerekçeleri olabilir, en önemlisi Mehmet fetih istiyor, Konstatinopol’ü almakta son derece kararlı, Çandarlı Konstantin’den aldığı rüşvetle fethe karşı. Despot Yorgi Brankoviç aracılık ediyor. Sonrası biliniyor, Murat aniden ölünce Mehmet ikinci kez tahta çıkıyor, bu kez Çandarlı’nın desteklediği görülüyor. Zorunlu bir destekten söz edebiliriz, belki Mehmet’e kendisini bağışlatmak, canını kurtarmak istiyor. Ne var ki Mehmet kendisine yapılanları unutmuyor, rüşvet savı da eklenince daha fazla beklemiyor, Konstatinopol’ü fethettikten bir gün sonra 1 Haziran 1453’de Çandarlı Halil’i azlediyor. Azil ödül sayılabilir ancak yetmiyor tutuklanıyor, yine yetmiyor çocukları da tutuklanıyor. Yedikule’de Altın Kapı’daki zindanda kırk gün hapsediliyor, 10 Temmuz’da gözlerine mil çekiliyor ve idam ediliyor. II. Mehmet dindar değil, din karşıtı da değil. Annesi Huma Hatun olarak biliniyor. Yalçın Küçük annesinin bilinmediğini ileri sürüyor, bir cariyenin oğlu olarak yazıyor. Aynı yerde Gezgin Brocquiere’ye dayanarak Asyalı olmadığını da söylüyor. Dahası var, kanca biçimli burnunu bir yana yüzünün babasının yüzüne de benzemediğini belirtiyor, hatta Babinger’e dayanarak fizyonomisini Yahudi olabileceği düşüncesine dayandırıyor. Annenin Hıristiyan olma olasılığını yüksek tutuyor, bir vakıfta adının Hatun binti Abdullah olarak geçtiğini söylüyor. Abdullah’ın kızı anlamına geliyor ve Abdullah daha çok babasızlar için verilen isimdir, Allahın kulu anlamındadır. Müslüman değil, din değiştiren bir cariye. Bursa’daki kadı kayıtlarında Hüma Hatun olarak yer alıyor. Lord Kinros, Küçük’ü doğruluyor, gayrimüslim bir köle olduğuna inanıyor. Tarihçi Franz Babinger bir Türk/Acem söylencesine gönderme yaparak adının Hüma olarak değiştirildiği kanısındadır. Halil İnalcık’a göre de Hıristiyan cariyedir. Osmanlı’da kim öyle değil ki? Bunların önemi yok. Avrupa’da ‘Büyük Türk’ olarak biliniyor. O güne değin böyle bir unvan taşıyan Osmanlı imparatoru yok. Yalnızca II. Mehmet için söyleniyor. Konstantinopol’ü fethettiğinde daha yirmi bir yaşında ve bin yıllık bir imparatorluğun sonunu ilan ediyor. Yeni bir çağın başlatıcısı. Fetihten sonra Büyük Türk unvanına yenileri ekleniyor: ‘Ebû’l-Feth-Fethin Babası’, ‘Çağ Açan Hükümdar’, ‘Sultanü’l-Berreyn, Hakanü’l-Bahreyn-İki karanın ve iki denizin hükümdarı’, daha ilginci var: ‘Kayser-i Rûm-Roma İmparatoru.’ Öyleyse II. Mehmet’i yalnızca Osmanlı sultanı saymak yeterli olmuyor, o aynı anda Roma sultanıdır. “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” Böyle söyleniyor. Hadis olarak geçiyor, Kur’anda yok. KRT televizyonundaki ‘Bana Dinden Bahset’te İhsan Eliaçık, bu hadisin Yezit için uydurulduğunu söylüyor. Yezit Konstantilopolis’e akın düzenliyor, yarıda kalıyor. Eliaçık’a göre bu söylencenin ‘aslı/astarı yoktur.” Mehmet inatçılığı, kararlılığıyla biliniyor ve henüz şehzadeliği sırasında Murat, dikbaşılığı nedeniyle eğitmeni Molla Gürani’ye yaramazlık etmesi halinde onu dövmesini istiyor. Kaynaklarda ‘Değnek verdi’ deniliyor. Mehmet Saruhan’da -Manisa- şehzade iken Avrupa tarihini, Antik Yunan filozoflarının kitaplarını okuyor, Latince, Arapça, Farsça, Yunanca, İbranice, Keldanice, Slavca ve İtalyanca biliyor. Çok kültürlü ve çok dilli. Pulutarque’nin Geographia’sını Yunancadan Türkçeye çevirtiyor. Mitolojiyle ilgileniyor. Homeros’un İlyada’sının bir kopyasını hazırlatıyor. Yayımlanan vakayinameleri ilgiyle okuyor. İslam’ın resim, suret, tasvir yasağını önemsemediği şehzadelik yıllarında tuttuğu defterine çizdiği Roma ve Osmanlı figürleri çizimlerinden çıkarsanabilir. Şehzadeliğinde resim çizen bir şehzade, sultanlığında kendisinin ve saraydakilerin portrelerini yaptıracaktır. Konstantinopol’ün fethinden sonra Galata’dan kaçmış olan Rumları, Cenevizlileri geri çağırıyor. Dinlerine karışmıyor, aksine Rum Patrikhanesi’nin yeniden açılmasına, Yahudi Hahambaşılığı ve Ermeni Patrikhanesi kurulmasına izin veriyor. Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi olduğu biliniyor. Okuyor, yetinmeyip Avni takma adıyla şiirler yazıyor. Nesir ustası Sinan Paşa ve Şair Ahmed Paşa’yı vezirliğe yükselterek yazına verdiği önemi kanıtlıyor. Eğitime önem verdiği açıktır, dünyadaki ilk yükseköğretim kurumu olarak bilinen Sahn-ı Seman’ı kurdurtuyor, müfredatını hazırlayanlar arasında matematikçi ve astronom Ali Kuşçu bulunuyor. Resim, Arapça resm kökünden türetiliyor. Suret ve tasvir de deniyor. Sözlüklerde “bir şeyin çizgi veya boya ile kâğıt, bez, tahta gibi düz bir satıh üzerine yapılan şekli, bunu yapmak için gerekli yöntemleri öğreten sanat; fotoğraf” olarak tanımlanıyor. Başka tanımları da var. Ayrıca yontu için ‘gölgesi olan’, resim için ‘gölgesi olmayan suret’ deniliyor. Ayrım gölgeler üzerine kurulu, yontu üç boyutlu, resim iki. İslam tasvir ve suret çizmeyi yasaklıyor, çizenleri Cehennemde azapla tehdit ediyor, Kıyamet gününde şiddetli azap vaat ediyor. Buhârî ‘Tefsir’de İbn Abbas’ın, putperestliğin kaynağını, dönemin ‘iyi adamlarının’ heykellerinin yapılmasına dayandırıyor. Ancak bir süre sonra kendi putlarını yapanlar ona tapmaya başlıyor. Tevrat’ın ‘Çıkış’ bölümünde yer alan On Emir’in ikincisi, “Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın yahut aşağıda olanın yahut yerin altında olanın hiç suretini yapmayacak, onlara eğilmeyeceksin” diyor. ‘Tesniye’ bölümünde “erkek, kadın, kara hayvanı, balık ya da kuş suretinde put” yapılmasının yasak olduğu yazıyor. Suret yasağına ilişkin başka örnekler var: “Evde gördüğü resimli bir örtüyü asılı olduğu yerden çıkaran Resûl-i Ekrem, ‘Kıyamet günü insanlardan en şiddetli azaba uğrayacak olanlar Allah’ın yarattıklarının benzerini yapanlardır’ buyurmuş, bunun üzerine Hz. Âişe örtünün kumaşından yastık yapmıştır (Buhârî, “Libâs”, 91). Resimli bir eşya satın alan Âişe’ye Resûlullah, ‘Bu resimleri yapanlara kıyamet günü azap edilir ve onlara, ‘Hadi, yaptığınız şu sûretlere can verin!’ denilir; içinde resim bulunan eve melekler girmez’ demiştir (Buhârî, “Libâs”, 92). Ümmü Habîbe ve Ümmü Seleme, Habeşistan’da içinde suretler bulunan bir kilise gördüklerini anlatınca Hz. Peygamber, ‘Onlar içlerinden hayırlı bir kişi öldüğünde kabri üzerine mâbed inşa ederler, içine de bu suretleri yaparlardı; işte onlar kıyamet günü Allah katında yaratılmışların en kötüsüdür’ demiştir (Buhârî, “?alât”, 48; Müslim, “Mesâcid”,16). Resûl-i Ekrem, üzerinde canlı resimleri bulunan eşyalar sebebiyle Cebrâil’in eve girmeyip (Buhârî, “Libâs”, 92), resimlerin baş tarafının kesilmesini veya örtünün yere serilmesini istediğini bildirmiştir (Nesâî, “Zînet”, 114).” II. Mehmet bunları biliyor ve önemsemiyor. Gentile Bellini’yi İstanbul’a davet ediyor, yalnız kendinin değil saraydakilerin de suretini/tasvirini/resmini/portresini ‘azap’ düşüncesi olmaksızın yaptırıyor. Gentile Bellini, 1429’da ressam bir ailenin çocuğu olarak Venedik’te dünyaya geliyor. Babası Jacop Bellini, erkek kardeşi Giovanni Bellini dönemin ünlü ressamlarından. Genç Rönesans İtalya’da; Floransa ve Venedik gibi kentlerde yaşayan sanatçılarla görkemli dönemini yaşıyor. Ressamlar, sanatçılar el üstünde tutuluyor, toplumdan saygı görüyor. Venedik’teki Scuola Grande di San Marco binasının içindeki tablolar da Bellini kardeşlerin imzasını taşıyor. Ne yazıktır ki birçok tablosu gibi Gentile Bellini’nin Dükler Sarayı’nda yaptığı tablolar da günümüze ulaşamıyor, 1577 yılında çıkan yangında yok oluyorlar. II. Mehmet Konstantinopol’ü fethettiğinde kentte hatırı sayılır sayıda Venedikli yaşıyor. Kent düşünce Venedik-Osmanlı ilişkileri bozuluyor. Altı yıl süren çatışmadan sonra Venedik barış yaparak Osmanlı’ya tazminat ödemeyi kabul ediyor. Mehmet portresini yaptırmak üzere İtalya’nın en tanınmış ressamını saraya davet ediyor. İsteği kabul görüyor, Gentile Bellini atölyesindeki çıraklarıyla 1479’da İstanbul’a geliyor. Sarayda on altı yıl kalıyor. Mehmet, Bellini’nin ustalığını sınamadan portresini yapmasına izin vermiyor. Bellini sarayda kaldığı süre içinde Fatih’in portrelerinden önce başka tablolar ve yontular yapıyor. Fatih bundan sonra portresini yaptırmak için Bellini’nin karşısına geçiyor. Fatihe ait olan üç portre başına bir şey gelmeden günümüze ulaşıyor. Bu sayı doğru olmayabilir, daha fazla portre yapmış olması olası. On altı yıl boyunca üç portreyle yetinmeyeceği ortada. Kaldı ki pazarda haraç mezat satılan tabloların sayısı belli değil. Bu tablolardan en önemlisi tablonun sağ alt köşesinde Latince 25 Kasım 1480 tarihini taşıyan, Londra’daki Victoria and Albert Müzesi’ndeki National Gallery koleksiyonundaki portredir. Mehmet tabloyu yaptırdıktan yaklaşık altı ay sonra 3 Mayıs 1481’de zehirlenerek öldürülüyor. İktidar arenadır, iki kişi girer ve biri sağ çıkar. Taht iki kere arenadır, bir kişi sağ çıkar, sağ çıkamayanların sayısı belli değildir. Fatih kundaktaki altı aylık kardeşi Şehzade Ahmed’i 1451’de Edirne’deki saray hamamında boğdurtarak öldürtüyor. III. Mehmet tahta çıktığı an on dokuz kardeşinin ölüm fermanını veriyor. Yavuz Sultan Selim 16 Aralık 1512’de, yeğenleri Şehzade Mehmed, Musa, Orhan, Emir ve Osman’ı; 1513’te yeğeni Şehzade Mustafa ve Osman’ı; 1513’te kardeşi Şehzade Korkut’u, 1518’de yeğeni Şehzade Kasım’ı boğdurtuyor. III. Murad, kardeşleri Şehzade Mustafa, Osman Süleyman, Cihangir ve Abdullah’ı boğdurtuyor. Başkaları da var. Fatih “Ve her kimesneye evladımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem içün katl itmek münasibdir. Ekser ulema dahi tecviz etmişlerdir. Anınla amil olalar” diye fetva buyurmaktadır. Emirdir ve uygulanmaması olası değil. Saray bir yanda şenlik yapar öte yanda yas tutar. Tahta çıkan oğlunu, kardeşini, annesinin karnındaki yeğenini öldürtür de, oğullar babalarını öldürtmez mi? Fatih’in zehirlenerek öldürülmesinin ardında da böyle bir yazgı aranabilir. II. Mehmet ya da nam-ı diğer Fatih Sultan Mehmet, 1481’de sakalından başka kimsenin bilmediği bir sefere çıkıyor. Tarihçiler Papalık olduğu kanısındadırlar. 3 Mayıs’ta Gebze yakınlarında Hünkâr Çayırı’na vardığında zehirleniyor. Ordugâhında ölüyor, öldüğü saklanıyor, saraya geri götürülüyor. Ölümüne gerekçe olarak gut gösteriliyor, oysa zehirlenmiştir. Yeniçerilere padişahın ‘hamama gereksinimi’ olduğu söyleniyor. Gerçek ortaya çıkınca Yeniçeriler tahta çıkacak yeni sultan adına ayaklanıyorlar. Cem’i istemediklerini ilan ediyorlar. Cem yanlısı Karamanlı Mehmet Paşa’yı öldürüyorlar. Fatih sarayda çürümeye terk ediliyor. II. Bayezid’e Baltacılar Kethudası Kasım Efendi yazdığı mektupta Fatih’in cenazesinin üzerinde üç gece mum yanmadığını, kokudan yanına varılamadığını bildiriyor. Tahnitçi, tahnit edebilmek için derisine yapışmış elbiseyi çıkarmak için kesmek zorunda kalıyor, iç organlarını çıkarıyor, bozulmaması için ilaçlıyor. II. Bayezid, Fatih’in Sitti Mükrime Hatun ya da Emîne Gülbahar Vâlide Hatun’dan olan büyük oğluydu. Veziriazam Karamânî Mehmet Paşa Şehzade Cem’i, İstanbul muhafızı İshak Paşa, Bayezid’in damadı Anadolu Beylerbeyi Sinan ve yeniçeri ağası Kasım, Şehzade Bayezid’i tahta çıkarmak istiyorlar. Cem’e gönderilen ulağın yolu kesildiğinden haber geç ulaşıyor. Kapıcılardan Keklik Mustafa Bayezid’e ulaşıyor, payitahta tahta çıkmak üzere davet edildiği haberini veriyor. Tahtta vekâleten Bayezid’in oğlu Korkut oturuyor. Şehzade Cem haberi öğrendiğinde her şey olup bitiyor, Cem hakkı olanı almak için ordusunu topluyor İstanbul üzerine yürüyor. Bursa’ya geldiğinde adına hutbe okutuyor, para bastırıyor. Anadolu beyliklerinde, Selçuklu ve Osmanlı’da para bastırmak, hutbe okutmak hükümdarlığın ilanı olarak kabul görüyor. Bayezid, Cem’in üzerine yürüyor, Yenişehir Savaşı’nda karşılaşıyorlar, Cem Bayezid’e yeniliyor, Mısır’a kaçıyor, döndüğünde Bayezid’in eline düşmemek için Rodos Şövalyeleri’ne sığınmak zorunda kalıyor. Papa VI. Aleksandr’ın sonra VIII. Charles’ın elinde rehindir. 25 Şubat 1495’te babası gibi zehirlenerek yaşamını yitiriyor. Ölümünün arkasında Bayezid’i aramak gerekir. Bayezid zehirleme uzmanıdır. Kendisi de aynı akibete uğrayacaktır, baba katili, kendi oğlu Selim’in zehriyle zehirlenerek ölecektir. Şairdi, Adli mahlasıyla şiirler yazıyordu. Hattattı, bestekârdı, bestelerinden yalnızca sekizi -Fahte usulünde Neva Peşrevi, Neva Saz Semaisi, Çifte Düyek usulünde Rahatu’l Ervah Peşrevi, Rahatu’l-Ervah Saz Semaisi, Ağır düyek usulünde Aşiran Buselik Peşrevi, Düyek usulünde Evc Peşrevi, Evc Saz Semaisi, Sakıyl usulünde Nişabur Peşrevi- günümüze kadar gelebildi, diğerleri kayboldu. Sofuydu, Fatih’in ilericiliğine karşı gericiydi. Sofuluğu nedeniyle Bâyezîd-i Velî olarak anılıyordu. Babasının Gentile Bellini’ye yaptırdığı tabloları İslam’ın suret/tasvir yasağına uyarak toplattı ve pazara sürdü. Tablolar üç kuruşa elden çıkarıldı. Yurt dışına çıkan ya da kaçırılan eslerler bunlarla sınırlı değil. Pergamon Antik Kenti’ne ait Zeus Sunağı, Athena Tapınağı Propylonu, Milet Agora Kapısı, Milet Antik Kenti Traianus Tapınağı Ön Cephesi, Aphrodisias Antik Kenti İhtiyar Balıkçı Heykeli Gövdesi, Hacı İbrahim Veli’nin Türbesindeki ceviz ağacının gövdesinden oyma tekniğiyle yapılan işlemeli sandukası, Beyhekim Camii’nin çini mozaikli mihrabı olması gereken yerde değil Almanya’da Berlin Pergamon Müzesi’nde. Xanthos Antik Kenti Nereidler Anıtı, Xanthos Antik Kenti Payava Lahdi, Knidos Antik Kenti Knidos Aslanı İngiltere Londra British Müzesi’nde. Truva Savaşında Akhalar’ın başkumandanı olan Agamemnon’un maskı Atina Milli Müzesinde. Yine Truva Antik Kenti’ne ait alınlık, küpe gibi diğer hazinelerinin tamamına yakını Rusya’da. Hera, Athena ve Aphrodite’nin Paris’in hakemliğinde İda dağında yapmış oldukları güzellik yarışmasını gösteren Üç Güzeller Mozaiği Paris Louvre Müzesi’nde. Hermes’in çocuk Dionysos’u kucağında taşıdığını gösteren Dionysos Mozaiği Amerika Worcester Müzesi’nde… Yurt dışına kaçırılan ya da padişahların sorumsuzluğuyla hediye edilerek götürülen bilinen dört bin üç yüz otuz bir eser günümüzde olması gereken yerde değil. Bunlardan bazıları, örnek olsun İngiltere’ye kaçırılan milattan önce üç bin-iki bin tarihine uzanan iki boğa tarafından çekilen kağnı heykeli ve üç parçalı Sidamara tipi lahit geri alınabildi. Kaçırılsın, armağan edilmiş ya da satılmış olsun hepsini kayıp sayıyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in günümüze kadar gelebilmiş olan ve sayısının üç olduğu varsayılan XV. yüzyılda İtalyan ressam Gentile Bellini’nin yaptığı tahmin edilen portrelerinden biri Londra’da Christie müzayede şirketince açık arttırmaya konularak İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından en yüksek teklif verilerek satın alındı. Tablo’nun yuvasına dönmesi uygundur. Bellini’nin tablosunda II. Mehmet karşısında ikinci bir kişiyle resmedildiği görülüyor. Tablodaki ikinci portre Semavi Eyice, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy ve İlber Ortaylı’ya göre II. Mehmet’in sevdiği oğlu Cem Sultan’dır. Tablodaki ikinci portrenin Cem Sultan olduğu savı, tablonun arkasındaki yazıda tablodaki kişinin bir şehzade olduğunun belirtiliyor oluşudur. Bu yazıya ne kadar itibar edilebilir? Gerçekten de bu yazı tablonun ressamı tarafından mı yazıldı? Bilmek olanaksız. Semavi Eyice, İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın savlarının dayanağı Şehzade Mustafa’nın, Bellini İstanbul’a geldiğinde vefat ettiği, Beyazid’in Amasya’da, Cem’in Konya’da olmasına karşın İstanbul’a sıklıkla gelip gitmesi… Bazı tarihçiler tablodaki kişinin Cem Sultan değil, Fatih Sultan Mehmet’in evladı kadar yakın bulduğu Bosna Kralı İshak Bey olabileceği, II. Mehmet’in biyografisini yazan Franz Babinger de portredeki ikinci kişinin Bosna Hükümdarının İstanbul’da rehin tutulan oğlu olduğu kanısındadır. Tarihçi yazar Murat Bardakçı da tablodaki kişinin Cem olamayacağı kanısındadır. Rivayet muhtelif… Semavi Eyice ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın savlarının dayanaksız olduğu açıkça anlaşılıyor. Cem Konya’da olmasına karşın sıklıkla İstanbul’a gelebiliyorsa, Bayezid niye gelemesin? Bu soru yanıtsızdır. Sanat Tarihçisi Prof. Dr. Nurhan Atasoy ve İlber Ortaylı’nın savı her iki portrenin kaftanları ve başlıklarının birbirine eş olarak çizili olduğuna dayanmaktadır. Bu doğru olabilir mi? Konstantinopol’ü fethetmiş bir cihan padişahı tablosunu yaptırırken yanında başka birinin -bu kişi her kim olursa olsun- portresinin eşit çizilmesine izin verir mi? Hangi ressam buna cüret edebilir? Osmanlı’da böyle bir geleneğin olmadığı biliniyor. Babinger’in savı buna dayanarak çürütülebilir, oğluyla bile resmedilmesi olanaksız bir sultan niye bir rehinle aynı tabloda bulunsun? Kaldı ki tabloyu mezata çıkaran Christie müzayede şirketi müzayede katoloğunda Cem’in adını bile anmıyor. II. Mehmet’in bu tablodan haberinin olmadığı ileri sürülebilir mi? Eğer bu portre Bellini’nin çizdiği portreyse, II. Mehmet’in çizilmesine izin vermeyeceği, ressamın daha sonra düşsel olarak önceki çizimlerden yararlanarak çizdiği bir portre olabilir mi? Şimdi bir başka portreden söz etmek gerekiyor. Gentile Bellini’nin Boston’da Isabella Gardner Müzesi’nde önemli bir tablosu daha sergileniyor. Tablonun adı ‘Oturan Kâtip’. Oturan Kâtip, Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı ve İskender Pala’nın İtiraf romanlarının kapağında da yer alıyor. Tabloda yer alan kâtip’in yüzü, Fatih’in tablosunda yer alan ve farklı çıkarsamalar yapılan tablodaki ikinci portrenin yüzünü andırıyor. Her ikisi de sakalsızdır, kaftanın yakası -desen farklı da olsa- birbirine benzemektedir. Sağ kulağın kıvrımı, kaşların biçimi, burnun yapısı da iki tabloyu birbirine yakınlaştırmaktadır. Tablodaki ikinci kişi kim olursa olsun bunun önemi yok. Bu ayrım ve gerçeğin teslimi sanat tarihçilerine düşer. Hatta Oturan Kâtip tablosuyla da benzerlikleri olsun ya da olmasın II. Mehmet’in bu tabloyu görmemiş olabileceği büyük bir olasılık. Belki de Bellini, sarayda kaldığı uzun yıllar boyunca Fatih’in portresini çizmeden önce ustalaşmak için kendini sınadığı farklı portrelerden biri ya da Venedik’e döndükten sonra sultanın bilgisi olmaksızın yaptığı yeni ve farklı bir tablo. II. Mehmet büyük bir olasılıkla bu tabloyu görmedi, görseydi tabloyu ortadan kaldırdığı gibi, böyle bir tabloyu yapmaya cüret ettiği için ressamını da ortadan kaldırabilir, başını omzunun üzerinde bırakmayabilirdi. Halit Payza Hünkar Çayırındaki Ölü, Denemeler, Klaros Yayınları Gercekedebiyat.comSURET VE TASVİR YASAĞINA KAFA TUTAN SULTAN
BELLİNİ YA DA FATİH’İN PORTRELERİNİN RESSAMI
HÜNKÂR ÇAYIRINDAKİ ÖLÜ
ZEHİRLEME UZMANI SOFU PADİŞAH
PORTREDEN HABERİ OLMAYAN SULTAN: II. MEHMET