haydar-uzunyayla-yeni-kap-2662024185724.jpg


 Öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki iktidara geldiklerinde gitmek bilmeyen, bulundukları konumu sadece güç, maddi zenginlik ve nepotik ağlar için kullanan politik figürlerden nefes alamaz durumdayız...

Bu durum bütün ülkelerin hemen hemen yüzde 80’ninde görebilir ama yaşadığımız coğrafyanın neredeyse tamamında görülüyor ve her geçen gün daha tedirgin, daha umutsuz ve şaşkın sabahlara uyanıyoruz…  

Maddi ilişkilerin vahşi, kibirli ve cahil hakimiyeti artıkça yalnızlaşıyoruz… Kayboluyoruz… Yaşamı pençeleri arasına alan bir avuç devletli patron, hükmetmek için her gün yeni araçlar ve yollar geliştirirken, biz uydu beyinliler de bu karmaşık ağın içinde oraya buraya dönüp duruyoruz.   

Zengin verilere, ansiklopedik bilgi ve robotik zekaya rağmen, bilgisizlik hala temel sorun olarak karşımızda durmaktadır ve nasıl yaşamamız gerekiyor sorusuna cevap bulamıyoruz.  

Ütopyalardan yoksun, gerçeklikten uzak, neyin iyi neyin kötü olduğunun ayırdına varmadan koşuyoruz. 

PATRONLARIN GÜCÜ

Kapitalizm ve onun alt-üst türevleri veya devletli patronlar maddi gücü merkez alır. Değer yargıları, ahlaki normları, yasaları, kavram ve adalet algıları bile servet ve eşitsizlik merkezlidir. İnsana ve insan dışı canlılara kayıtsızdırlar. Huzurlu bir yaşamın yerine, sürekli huzursuzluk veren girdap bir yaşam dayatırlar ve yine aynı şekilde bireye, kendini anlamasını ve değerli bulmasını değil, hiçliği ve değersizliği öğreterek, onda akli ve duyusal bozukluklar yaratırlar. Daha vahimi iyiyi ve kötüyü, doğruyu ve yanlışı kendi yararı doğrultusunda biçimlendirirler. 

Daha açık şekilde ifade edersek: Patron için kazandıran işçi, iktidar için boyun eğen yurttaş, öğretmen için kurallara uyan öğrenci iyidir ve bunları anlamak pek zor değildir… Zor olan: Patronlar, kurumlar ve benzeri yapılar tarafından yönetilirken veya çalıştırılırken birçok şeye araç olmayı veya neyin iyi neyin kötü olduğunu anlamamaktır…

“Seni işe alıyorum, seni besliyorum… Bu iyiliktir senin için…” gibi iyilik hissi veren ama esas olarak sömürüye dayalı söz konusu “iyiliğin” zaman içinde sürekli bir itaate, boyun eğme veya katlanmaya kaynaklık edeceğini, yaşamın sadece beslenme, barınma, karın doyurma gibi ihtiyaçlardan ibaret olmadığını, “Daha ne istiyorsunuz?... İşiniz, aşınız, ekmeğiniz var. Sosyal yardımlar da yapılıyor,” gibi söylemlerle avcının av alanını genişlettiğini anlamamaktır esas sorun…  

Peki bu böyle sürüp gidecek mi? 

Hareket ya da hareketsizlik, kabul etme ya da etmeme arasındaki seçim hakkını kullanmak tamamen bize bağlıdır. Bizim temel hatamız yanlışı veya doğruyu, iyi veya kötüyü bir kısım devletlinin veya patronun, kültür ve öğretilmiş normları içinde değerlendirmek olmuştur.  

Ötekinin görme ve kavrama açısıyla bakmak büyük hata ve bu, kendi ellerimizle kendimize karşı kurduğumuz tuzaktır…  Oysa bizler bize çizilen sınırlardan çok daha fazlayız… 

İnsan esas olarak kendi olmalıdır… “Kendine faydan yoksa…” ne düzen ne özgürlük ne refah ne de öğrenme ve öğretme geliştirebilir… Uygarlıkları yaratmanın itici gücü “Kendini bilmek-Sokrates” veya “İlim kendini bilmektir-Yunus Emre.” gerçeğine dayanır çok zaman… 

Çünkü bilgeliğin başı bu ilkelerdir ve yeni bir düzen, yeni bir yaşam formu ancak eskinin kalıplarını kırmak üzerinden gerçekleştirilebilir. 

Haydar Uzunyayla 
Gercekedebiyat.com 

ÖNCEKİ YAZI

Benzer İçerikler