Aziz Nesin anlatıyor - 1
Aziz Nesin'in yaşadıklarını Aziz Nesin'den dinlemek en iyisi. Üstelik pek bilinmeyen konuşmalarıyla...
“Duman içerisinde kaldık. İki arkadaş, ben artık bir dakika sonra falan ölüyorum. Çıkmaya çalıştık yok. Arkadaşıma dedim ki, ‘çıkalım, buradan ne olursa olsun çıkalım. ‘Niçin çıkalım?’ dedi. Dedim ki, ‘Erken ölürüz, hiç olmazsa burada kıvrana kıvrana ölmektense’. ‘Dışarısı alev’ dedi. Dışarısı alev. Zaten duvarlar kızmış, elle tutulmuyor. Camlar da erimeye başladı. O zaman ben dedim ki, ‘çıkalım da çabuk ölürüz, aleve atalım kendimizi’ dedim. O zaman arkadaş dedi ki, ‘Bakalım şu otelin cephesindeki camlar açıksa, camların hepsi kırılmıştı ya, oradan belki hava alabiliriz’. Oraya çıktık yuvarlana yuvarlana eşyalardan. Karanlıktı otel çünkü. Zifiri karanlık. Oraya çıktık. Orada camlar kırıktı. Arkadaşım Lütfi Kaleli o camların geri kalanını elleriyle kırdı ve ‘İmdaaat! İmdaat!’ diye bağırdı. Çok bağırdı. Ben bağıramazdım. Çünkü ben ondan yaşlıyım ve erken bunalıma girdim. Ondan sonra oradan aşağıdan seslendiler. ‘Başkomiser, yukardaki başkomiser’ diye. Beni başkomiser sandılar. Eğer başkomiser değil de Aziz Nesin olduğumu bilselerdi zaten aşağı indirmezlerdi. İtfaiye arabası geldi uzun zaman bekledikten sonra. O arkadaşım bağırdı, ‘İmdaat! İmdaat! İtfaiye, itfaiye!’ diye. Ondan sonra geldiler, merdiveni dayadılar. O arkadaşım beni merdivene koydu, ben çünkü merdivene çıkacak halde değildim. Merdivenden inerken benim Aziz Nesin olduğumu anladılar. İtfaiye eri merdivenin yarısından sonra beni yakalayıp yumruklamaya başladı. Ondan sonra aşağıda o anda belediye başkanı ‘Öldürün kafiri, vurun kafire!’ diye bağırıyordu. Onun da elinde büyük bir, itfaiyecilerin ucu demirli bir sopası, ya da bir aygıtı vardı. Onu eline alıp beni öldürmeye kalktı. Onu polisler önlediler. Başımdan yaralandım. Ondan sonra artık kendimi tamamen kaybettim. Yerde sürükleyerek beni polis arabasına bindirdiler. Polis arabasına bile tırmandı o adamlardan birisi, bana vurmaya başladı. Onu ittiler, çıkardılar arabadan. Ve öylece oradan şeye gittik ve giderken de başımdan kan akıyordu. Ayağımdan, bacaklarımdan kan akıyordu. Bir polis, bir sivil polis başıma, ceketini çıkardı başıma yastık yaptı. Hastaneye gittik. Orada birtakım sağaltma yolları denediler. Saat onda beni oradan çıkardılar. "Tabi durum şu: Yakan bir top gibiyim. Herkes bir an önce başımızdan gitsin istiyor. Çünkü, ‘bizim burada öldürmesinler de nerede öldürürlerse öldürsünler’ diye düşünüyorlar. Tavır bu. Askeri havaalanına gittik. Orda saat üç buçuğa kadar kaldık. Üç buçukta askeri bir uçakla Ankara’ya geldim. Ankara’da polis evine koydular beni. Orada bir gece kaldım. Ertesi günü evime geldim, kendi evime. Cumhur Gazioğlu - Karikaturculerderneği.com "(…) "On beş yıl önce de bu oyun… Olayın sebebi alevi Sünni olayıdır. Alevi Sünni olayından daha da temeli din olayıdır. Çünkü aleviler biraz daha hoşgörülü oldukları için, hoşgörüsüz Sünniler bunlara düşmandır. İlk kez olmuyor ki bu. Kahraman Maraş’ta yapmadılar mı aynısını? Orada ben mi vardım? On beş yıl önce Sivas’ta yapmadılar mı? Ben mi vardım? Nasıl bu bakan olmuş insanlar bunu düşünemiyor. Cumhurbaşkanı olmuş insanlar bu açık gerçeği düşünemiyorlar da… Aziz Nesin gitti tahrik etti… Bende ne kadar kuvvet varmış yahu? Ben bu tahriki yapsam işçilerde yaparım, ayaklanır, böyle bir hükümet kalmaz Türkiye’de. "(…) Fanatik Müslümanlar genellikle şunu yaparlar: Önce bir düşünceye, bir eyleme, kendilerine uygun değilse karşı gelirler. Karşı geldikleri neyse, o yenilik neyse onu yenmeye çalışırlar. Yenemezlerse onu özümserler. Kendi malları yaparlar. Bu hep böyle olmuştur. Türkiye’ye matbaanın gelişine karşı çıkmışlardır. Ama bakmışlardır matbaayı yenemiyorlar, matbaa alınması gereken bir şeydir, işte Avrupa’dan iki yüz yıl, üç yüz yıl sonra Türkiye’ye alınmıştır. "Bunun gibi örnekler çok var. Kuran’ın çevrilmesini istememişlerdir. 1522’de Lüther İncil’i Latinceden kendi diline çevirmiş ve büyük Rönesanssın yol açıcısı olmuş. Ama Türkiye’de 1930’a kadar Kuran’ı çevirtmemişler. Sonra anlamışlar ki, yenemiyorlar, özümsemişler. Şimdi çok aşırı çeviri yapıyorlar. Değişik kalemlerden çeviriler yapıyorlar. "Örneğin ezan Türkçeydi. Mustafa Kemal ezanı Türkçeleştirdi. Önceleri buna karşı geldiler. Sonra Arapçalaştırdılar. Sonra da hoparlöre karşı geldiler. Şimdi bugün hoparlörle bangır bangır ezan okunuyor. "Ezan okunması elbette gericilik değildir. Bir Müslümanın hakkıdır ezan dinlemek ama Arapça ezan dinlemenin anlamı yok Türkler açısından. Karikatür: Jilet Kutsana - Endonezya - karikaturculerdernegi.com "Diyelim ki, bugün Atatürkçülük çok moda ve hiçbir Atatürkçülük belirtisi yok. Olmadığı halde moda. Atatürk zamanında hacca gidilmezdi. Yasaktı hacca gitmek. Yani ‘Arapların çölüne para harcamayın, para vermeyin’ denirdi. O da 1950’de Demokrat Parti iktidara gelir gelmez serbest oldu. Çok olaylar var böyle. Gericiler önce karşı gelir yeniliğe, sonra onu yenemezlerse… Atatürkçülük de böyleydi. Atatürk’e karşı geldiler, sonra hepsi Atatürkçü kesildi bunların. Şimdi Atatürk’e karşı gelebiliyorlar. Çünkü gelebilecek ortamı yarattılar.” 1 Aziz Nesin’in İsveç Merkez Radyosu Türkçe Yayınlar Bölümü “Merhaba”da Abdullah Gürgün ile yaptığı söyleşiden alıntılanmıştır. (Merhaba Radyosu’nun Özel Bir Saatlik Yayını, Berfin Bahar Dergisi, Yıl:13, Sayı: 113, Temmuz 2007, s.5-17). Selim Esen
Gercekedebiyat.com