1960 İhtilâlinden hemen sonra kurulan DPT’nin ilk üç uzmanından biridir Al Nejat Ölçen.
Devlet Yokuşu adlı güldüşün (mizah) kitabında, örgüte girdiği andan başlayarak tanıyoruz onu. O güne değin neler yaptığı ve yirmili yaşlarında o yurtseverlik bilincini, o çelik omurgayı nasıl oluşturduğu takılıyor insanın usuna.
Kitaptan öğrendiğimize göre Ölçen, Ankara’da vatani görevini, askerliğini yapmaktadır. Ve 27 Mayıs 1960 İhtilali’nin çiçeği burnundadır. Genç plancı, ihtilalle devletin yeniden yapılandırılabileceğini düşünüyor, katkıda bulunabilme olasılığı yurtseverliğini ve coşkusunu kamçılıyor.
Bilmediği birilerinin seçimiyle, nöbet yerinden alınarak, kuruluş çalışmaları sürdürülen Devlet Planlama Teşkilatı’na (DPT) uzman olarak atanmıştır. Askerliğinin kalan bölümünü sivil olarak tamamlayacaktır.
Bugün olduğu gibi o zamanlar da devlet dürüst, başı dik, hele biraz da solculuğu varsa yaşama hakkı tanımaz gençlere. Gençlere dememiz boşuna değil. Yaşı ilerlemiş, ‘’devlet umuru görmüş’’ olanların günün geçerli, inançlar üstünden sürdürülen siyaset anlayışına karşı bir dirençleri kalmamıştır çünkü. Bugünlere gelişimizin gerçeğin elinden tutmayışımızla, ona olabildiğince uzak durmamızla, aymazlığımızla o denli açık bir bağlantısı var ki…
İnsan düşünmeden edemiyor. DPT’de, bilime ve gerçeğe sımsıkı sarılan bir değil birkaç A. N. Ölçen olsaydı, olaylar nasıl gelişir, ülkenin yazgısı ne ölçüde değişirdi acaba? Ölçen, DPT’de çalıştığı on iki yıl, başındakilere boyun eğmek, doğru bildiğinden şaşmak şöyle dursun, ‘’büyük devlet adamlarının’’ işbirlikçiliğine set çekmek, hatta tersine çevirmek için boyundan büyük işlere girişiyor. Ölümüne mücadele veriyor, hem de tek başın. Ne bakan, ne müsteşar ne yabancı uzman önünde kırıyor belini. Kendine ve bilgisine güveni tam, sorumluluk duygusu çok yüksek bir gençtir. Başına gelmedik kalmaz doğal olarak. Yetkileri elinden alınır, masasız sandalyesiz kalır, koridorlarda raporlarını ayaküstü yazar ama pes etmez. Planlamada, hem hayranlıkla izlenen, vaz geçilemeyen; hem uzak durulan, kuşkuyla bakılan biridir.
Ali Nejat Ölçen, 12 yıllı aşan planlamacılığı sürecinde sekiz müsteşarla çalışmıştır. Bunlardan yedincisi Turgut Özal’dır. Özal, birkaç yıl içinde medrese haline getirdiği, koridorlarında ‘’Selamın aleykum, aleykum selam’’ parolalarından başka sesin yankılanmadığı bir alan haline getirmiştir DPT’yi. DPT’de yapılan çalışmaların, planların dayanağı kutsal kitaba ve din ulemalarının fetvalarına göre belirlenmeye başlamıştır. Musluk başlarında abdest alanların oluşturduğu kuyruk her gün daha da uzar.
Devrin Başbakan Demirel kendi arkadaşları, partili milletvekilleri tarafından DPT’de olanlar için uyarılmak istenir ama yanıt hep aynıdır, ‘’Turgut bir dehadır, ondan yararlanmamız gerekir, ufak tefek kusurlarını görmeyelim.’’ O ufak tefek kusurlar ki ülkeyi bugün, Süleyman Demirel’in bile ‘’batıyoruz!’’ diye feryat ettiği günlere getiren önemli nedenlerin başında gelir.
1960’lı yıllar hızla tükenmekte, Türkiye bunalımlı yıllar yaşamaktadır.
DPT’deki sayıları çok sınırlı devrimci, yurtsever, hatta ‘’tarafsız’’ kadrolar bile astımlı hasatlar gibi soluk almakta güçlük çekmektedirler.
Boğulmak üzereyken gerçekleşir 1971 darbesi, ilk günler ülke yararına kimi iyileştirmeler yapsa da ardından, yaşattığı daha büyük felaketlerle yurtsever çevreleri düş kırıklığına uğratır.
O arada Demirel’le birlikte Turgut Özal’da yönetimden uzaklaştırılır.
Devlet Yokuşu’nu kısa bir yazıyla anlatmanın güçlüğünü aşabilmek için Ölçen’in, güldüşün (mizah) yüklü kitabından bir alıntı yapmanın doğru olacağını düşünüyorum.
Ölçen, DPT Müsteşarı Turgut Özal’ın danışmanlığına atanarak sözde onurlandırılmıştır. Aslında, etkisizleştirilmiş, elindeki yetkiler budanmış, kızağa çekilmiştir.
O günlerde ünlü iş adamı Vehbi Koç DPT’yi ziyaret etmektedir. Gerisini Ölçen’in kaleminden okuyalım:
‘’Aradan on dakika geçmişti ki odamın kapısı açıldı ve içeriye kısa boylu yaşlı bir kişi girdi.
Masamın karşısındaki deri kaplı koltuğa oturdu ve iki ayağını koltuğun yanından aşağı sarkıttı.
‘Yeğen, ben Vehbi Koç’ dedi.
Bana saygı duymadığını, küçümsediğini göstermek istiyordu.
Ben de ayağa kalkıp pencerenin önündeki radyatörün üstüne oturdum. Pabuçlarımın tabanı ikimizin suratı arasında, istediğim engeli oluşturuverdi. Yüzümü göremiyordu.
‘Sizi dinliyorum’ dedim.
Bir kamu görevlisinin karşısında nasıl oturması gerektiğine karar vermesini ona bırakmıştım. Yanlamasına oturduğu koltuktan kalktı, yeniden yerleşti ve ayaklarını gövdesiyle aynı düzlem içine aldı. Yerimden kalkıp masama oturdum.
‘Sizi dinliyorum efendim’ dedim.
Yeğen demekten vaz geçmişti, ‘beyefendi’ diye söze başlayarak anlatmaya koyuldu.’’
Benzeri yüzlerce ince eleştiriden, dokundurmadan oluşuyor Ölçen’in kitabı.
Devlet Yokuşu kitabının, gençler için bulunmaz bir kaynak olduğunu söylemeliyim.
Celal İlhan
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR