Kitabın değerlendirilmesine geçmeden önce, yazar üzerine düşüncemi belirtmek isterim.

Sülbiye Yıldırım, gerçekçi bir yazar. Öykülerini okuduğumuzda, gerçekçi yazarlara özgü niteliklerin onda da var olduğunu görürüz.

Bu nitelikler içinde, en başta, öykülerinin kaynağını yaşamda olagelenlerden alması gelir. Salt bu durum, bir yazarı gerçekçi kılmaz elbette. Öykülerin kaynağını yaşamdan alması, gerçekçilik için bir ön koşul olsa da, yeterli değildir. Bu öykülerin, estetik yasallıklar içinde, hem doğru hem de güzel bir biçimde işlenmesi gerekir.

İşte, Sülbiye Yıldırım’ın gerçekçiliği, bu yasallıklar içinde öykülerini yaratmış olmasıdır.

İlkin, dile özen göstermiş… Yaşam-insan gerçekliğini açık eden yalın bir dille yazmış öykülerini. Nedensellikle, gereksiz ayrıntılara yer vermeksizin ördüğü bu öykülerdeki nesneleri, karakterlerle ilişkilendirerek işlevli kılmış. Çoğu öyküsünde, tekil olan-genel olan diyalektiğini kurarak, tekil olan’ı işlerken, genel olan’ı göstermiş.

SÜLBİYE YILDIRIM'IN ÖYKÜLERİNDEKİ İNSAN

Sülbiye Yıldırım, alt sınıf insanın acıklı öyküsünü anlatır, Yüreğine Bak öykü kitabında… Birbirini boğazlayan, yaşamı cehenneme dönüştüren erkek egemen dünya içinde, başta kadınların, çocukların yaşadığı bedensel, tinsel yıkımı gözümüzün önüne serer… Yazar, tüm bu olup bitenlere, insani bir duyarlılıkla yaklaşır. Tanık olur, tanık olmaya çağırır okuru…

Birkaç öyküden ele alınıp işlenen insanı görelim şimdi.

Son Model öyküsünde yazar, işçi çocukların gerçekleşmeyen düşlerinin öyküsü anlatır.

Sürgün öyküsünde ise, yaşamı ona zehir edenlere inat, insanca bir dünyayı, yaşamı düşleyen “sürgün” insanın öyküsü anlatılır.

Geçmişte Kalan öyküsünde yazar, 12 Eylül’ün paramparça ettiği yaşamları; gurur kırıcı yenilmişlik duygusuyla yaşamını bir umutla sürdürmeye çalışan insanları anlatır. 

Önce Leylekler Gitti öyküsünde, kapitalist düzende; düşü, yaşamı, emeği elinden alınan insanın, Birgül’ün öyküsü anlatılır.

Suskun öyküsünde, kadın cinayetleri konusu işlenir. Yazar, kızının öldürülmesi üzerine, yaşadığı acının ağırlığına dayanamayan bir annenin, içine düştüğü güç durumu, tinsel yıkımı anlatır.

Suriye’de yaşanan savaş… Savaşın yarattığı yıkım… Ortaya çıkan trajik insan manzaraları… Tüm bu olup bitenler, Sülbiye Yıldırım’ın çoğu öyküsünün çıkış noktasını oluşturur.

İşte birkaç örnek...

Galip öyküsünde, savaşın, çatışmaların içinde, yaşanılır olmaktan çıkmış bir yaşam… Yıkık dökük bir kent… İnsanın insanla çatışması… “Galip”in belli olmadığı, yenilenin insan olduğu bir ölüm kalım savaşımı anlatılır.

Vicdan öyküsünde, birbirini boğazlayan, yaşamı cehenneme dönüştüren “insan”ların dünyası… Ölümler… Yakarışlar… Acılar… Böylesi bir dünyada yaşamanın olanaksızlığı anlatılır.

Yüreğine Bak öyküsünde, savaşın yerinden yurdundan kopardığı, parçaladığı ailelerin/insanların acı dolu bir yaşam içinde savruluşlarını anlatır.

Asiye öyküsünde, insani duygulardan, değerlerden yoksun (İşid’li) militanların, yaşamlarını cehenneme dönüştürdüğü kadınların öyküsü anlatılır.

Sülbiye Yıldırım, tüm bu öykülerinde, savaşın insanı alçaltan yüzünü tüm çıplaklığıyla gösterir okura.

SÜLBİYE YILDIRIM'DA TEKİL OLAN - GENEL OLAN DİYALEKTİĞİ

Sülbiye Yıldırım’ın öykülerinin odak noktası, insani-toplumsal sorunlardır. Çoğu öyküsünde,insani-toplumsal sorunlar, geneli yansıtan tekil karakterler üzerinden gösterilmiş. Az da olsa, bireysel sorunlarla sınırlandırdığı öykülere de yer vermiş kitabında.

Her iki durumu, öykülerden örneklerle görelim şimdi.

Tekil olan da genel olanı gösterdiği öyküler arasında; Son Model, Uyku, Yüreğine Bak, Suskun öykülerini sayabiliriz.

Son Model öyküsünde, “Dördüncü sınıfa geçtiği yaz tatilinde”, babasının eliyle “demirci dükkanı”na getirilip; “Nasıl olsa fazlasına gücüm yetmeyecek, bu yıla kadar okulda öğrendiklerin sana yeter, zaman kaybetmeye gerek yok, artık bir meslek öğrenme, eve katkıda bulunma zamanı. (…)” denilerek, çalışmaya itilir çocuk, demirci çırağı olur… Yalnız da değildir, bu dükkânda. Ondan iki yaş büyük olmasına karşın, ustasından da yaşlı görünen Sado’da çocuk işçidir. Her iki işçi çocuk, ağır demir çekicin altında ezile ezile çalışırlar.

Nicedir düşlerini süsleyen “son model telefon”u kendi parasıyla alma isteği, çocuk işçiyi zor çalışma koşullarına katlanmaya itse de, bunun bir bedeli olacaktır.

Sülbiye Yıldırım, tekil karakterler üzerinden, alt sınıf çocukları için bir yazgıya dönüşen; emeği, yaşamı, düşleri sömürülen çocuk işçi olgusunu gösterir bize…

Uyku öyküsünde, Barış’ın dramı anlatılır. Barış, bir gökdelen inşaatında işçidir. Yorucu bir işi vardır. Betonarme binanın on sekizinci katında, ölümle burun buruna çalışır. Bunca yüksekliğin verdiği ürperti, Barış’ı daha da yorar. Bir an önce “mesainin” bitmesini, onlar için kurulan derme çatma çadırlara gitmeyi, kafayı vurup yatmayı sabırsızlıkla bekler.

Çadırlarda çıkan yangın, Barış’ı uykuda yakalar. O denli yorgundur ki, işçi arkadaşlarının onu kurtarmak için uzanan ellerine, uzanıp tutunamaz.

Yazar, bu öyküde, tekil bir inşaat işçisi üzerinden, kapitalist düzenin, onlar için göğü delen saraylar yapan işçi sınıfınabiçtiği değersizliği gösterir. Böylesi zorlu çalışma koşullarında, emeği yok pahasına sömürülen Barış’ların sonu, ya yüksekten düşmek ya da yanarak ölmektir… 

Yüreğine Bak öyküsünde, bir aile üzerinden savaşın yerinden yurdundan kopardığı insanların dramı anlatılır.

Türkiye’de kadının toplumsal yaşama karışmasıyla birlikte, erkek egemen kültürün çatırdadığı görülür. Bu tutucu kültürün sürgit sürmesini isteyen, aynı zamanda kaba gücü olan erkekler, kadının nesne konumundan özne konumuna yükselmesini bir tehdit olarak algılayıp, şiddet yoluyla bu süreci engellemeye çalıştıkları görülmektedir. Erkek şiddeti, kadının öldürülmesine dek gitmektedir.

Ülkemizin kanayan yarası olan bu olguyu, Suskun öyküsünde, kızını erkek şiddetine kurban veren bir annenin yaşadığı bedensel, tinsel yıkım üzerinden gösterir bize yazar.

Kitapta, toplumsala bağlanmayan, salt bireysel sorunların işlenmesiyle sınırlı kalan öykülere; Merak, Ebru öyküleri gösterilebilir.

ÖYKÜDE NEDENSELLİK

Gerçekçi yapıtlarda ilişkiler nedenselliğe dayanır. Nedenselliğin kurulmadığı yapıtlar, gelişigüzelliğin acısını yaşar. Böylesi bir durum, o yapıtı gerçekçilikten uzaklaştırır.

Sülbiye Yıldırım, öykülerindeki ilişkileri nedensellikle örmüş.

Bir örnekle bu durumu görelim şimdi.

Örneğimiz, Son Model öyküsünden…

Öyküdeki ana karakter olan çocuk işçi, çalıştığı demirci dükkânına gelir. Hava buz gibidir. “(…) her eline aldığında ağırlığına küfrettiği çekicini alıp dışarı, işinin başına (…)” çıkar. “Demire indirdiği her çekiç darbesiyle ısınmaya (…)” başlar. Çalışma sırasında, alacağı parayla yapacaklarını düşler… Bu düşle, bilinci yaptığı işten kopar. “Bu kez aldığı parayı babasına vermeyecekti, hayallerini süsleyen, ne zamandır almayı düşlediği o, son model telefon için ayıracaktı. (…)”

Çekici demire vurdukça, alacağı telefona bir adım daha yaklaştığını duyumsar. “Bir süre sonra çınlayan çekiç sesi, almayı düşlediği son model cep telefonunun zil sesine (…)” dönüşür.

Cep telefonu, çocuk işçide güdücü bir nesneye dönüşerek bilincini kuşatır. Dövdüğü ızgaranın ortasında görmeye başlar telefonu.

Cep telefonu alma düşü, bilincin bunca koşullanması, çocuk işçinin dikkatini yaptığı işten, gerçeklikten koparır. Böylece yaşanan kazanın, çocuğun çekiçle elini yaralamasının somut nedeni oluşmuş olur.

Yazar, tüm bu süreci nedensel ilişki içinde gösterir…

SÜLBİYE YILDIRIM ÖYKÜLERİNDE NESNELERİN BİRLİĞİ

Güzel sanat yapıtları nesnelerin estetik düzenlenmesiyle oluşur. Böylesi yapıtlarda nesneler işlevlidir. Nesnelerin işlevsiz olması, yapıtın gerçekçiliğini, estetik güzelliğini zedeler.

Yapıtta nesnenin işlevli olması, o nesnenin konunun akışına etkide bulunması, karakterle ilişkilendirilmesi anlamına gelir.

Bir yazarın gerçekçi olup olmadığına, yapıtındaki nesneleri işlevli mi, işlevsiz mi kullandığına bakarak anlayabiliriz.

Bu açıdan Sülbiye Yıldırım’ın öykülerine baktığımızda, nesneleri işlevli kullandığını görürüz.

Son Model öyküsündeki “cep telefonu” nesnesi, bu anlamda örnek gösterilebilir. “cep telefonu” nesnesi, öyküyü devindiren işlevli bir nesnedir.

Bir diğer örnek, Suskun öyküsündeki “tablo” nesnesidir.

Önce öyküden bir alıntı okuyalım.

“Salona geçti, her zamanki koltuğuna oturdu. Kızıyla birlikte, koltuğun karşısındaki bu koca duvar için günlerce dolaşıp zorlukla seçtikleri, tabloya dikti gözlerini. Aldıkları günü hatırlamak, hep iyi geliyordu ona. (…)

Çocuklar gibi eğlenmişlerdi o gün. (…) Eğlenceli aramaları sonunda, ikisinin de deniz tutkusunu ve ana kız olarak kendilerini ifade ettiklerini düşündükleri, kıyısında olgun bir kadınla genç bir kızın oturup denizi seyrettiği bu resimde karar kılmışlardı.

Tabloyu duvara astıkları gün üniversite sonuçları açıklanmıştı. Kızı istediği okulu kazandığını öğrenmiş ve bunu tablonun uğuru saymıştı. O kadar inanmışlardı ki güzel şeylerin olacağına, tabloya ‘Uğurlu’ adını vermişlerdi. (…)”

Gel gör ki, kötü bir şey olur. Üniversitede okuyan kız, erkek şiddetine kurban gider… Acılı anne için bu tablonun özel bir önemi vardır artık. Kadın tabloya her baktığında, kızını, kızıyla geçirdikleri güzel anıları anımsar…

SON SÖZ

Sülbiye Yıldırım, Yüreğine Bak kitabında, insanın yakın dönem acıklı öyküsünü anlatsa da, bu öyküler türdeşine yabancılaşan insanın düştüğü durumu göstermesi açısından da önemlidir. İnsan türü, bu yabancılaşmış konumdan sıyrılarak esenlikli bir yaşam kuracaktır elbet. Bu öyküler, esenlikli bir yaşamın kurulmasına birer katkıdır.

*Sülbiye Yıldırım, Yüreğine Bak, Kanguru Yayınları, Mart 2016, Ankara

Mehmet Aslan
(Berfin Bahar, Ocak 2021)

Sülbiye Yıldırım

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)