Yıkım / İlhan Akalın
Kalkıp oturma odasına geçti. Perdeler kapalıydı. Orta yerden aralayıp dışarıyı gözetledi. Sokak lambaları yanmıyordu.
Sıçrayarak uyandı. Karanlığın sessizliğini dinledi. El yordamıyla yastığının altındaki çakmağa ulaştı. Her zaman olduğu gibi Japonları saygıyla andı. Nasıl akıl etmişler de çakmağın dibine fener yerleştirmişler diye hayranlığını tekrarladı. Fenerin beyaza çalan huzmeleri birkaç metre uzaklıktaki duvar saatine yansıdı. Biteviye ilerleyen zamanın, şafağı yaklaştırdığına hükmetti. Kalksa mı, yoksa uyumayı denese miydi? Günlerden bir gün… Düşünceleri başka yöne kaydı. Sahi ne olmuştu da uyanmıştı; hem de sıçrayarak. Gümbürtü! Güm gümler beyninde yeniden yankılandı. Gözlerini yumdu. Başını avuçlarının arasına alıp bir süre öylece kaldı. Kazma vuruşu mu? Hayır. Balyoz darbesi. İyi de, nereye? Darbeler dış kapıya olmalı. Menteşeler? Sanki çivileri yuvasından dışarı fırlamış gibi. Bir omuz darbesi ile işi tamam. Hırsız mı dersin? Daha neler! Başka amaçlı olmalı. Kimin ya da kimlerin ne amacı olabilir? Günlerden bir gün… Kalkt. Çakmak fenerinin yol göstericiliğinde dış kapıyı ve menteşeleri yokladı. Her bir şey yerli yerinde! İyi de düş neden kâbusa dönüşmüştü? Yanıt üretemedi. Yatak odasına yöneldi. Ürperdi; yatağa uzanıp yorganın altına girdi. Gün ışıyana dek uyanık kalmalıydı. Darbeler gerçek ise anında kalkıp müdahil olacaktı. Hayır diye geçirdi içinden müdahil olmak değil de kaynağı hakkında bilgi sahibi olmak için diye düzeltti. Ardından korktuğunu itiraf etti. Günlerden bir gün… Kalkıp oturma odasına geçti. Perdeler kapalıydı. Orta yerden aralayıp dışarıyı gözetledi. Sokak lambaları yanmıyordu. Odayı aydınlatırsa dışarının dikkatini çekeceğini düşündü. Göz lambasının fersiz kırmızı ışığının yol göstericiğinde televizyona yöneldi. Kumandayı yönlendirdi. Görüntü netleşince birden yükseliveren sesi kıstı. İnanılması güç ama gecenin mi yoksa sabahın mı desem bu vaktinde yabancısı olmadığı bir dizi vardı ekranda: Sabahı Beklerken! Sürekli izlediği bir diziydi. Konu biraz ilerleyince tekrar olduğunu anladı ve televizyonu kapattı. Yatak odasına yöneldi. Gün ışıyınca markete gidip erzak deposunu takviye etmeyi düşündü. Marketlerin geç açıldığını hatırlayınca uyumaya karar verdi. Günlerden bir gün… Yatağa uzandı. Gözleri kapandı. Uyanık kalmalı ve darbeleri anında defetmeliyim düşüncesi sökün ettiğinde korkusundan eser kalmadığını anladı. Yorganı bir yana atıp oturdu. Kulağında yankılanan “dik durmalıyım” sözlerinin kendi ağzından çıkmış olabileceğine inanası gelmedi. Sözleri yüksek tonda tekrarladı ve sesini bir önceki ile kıyaslayarak doğruladı. Uzandı ve hemen uykuya geçti. Uyandığında gün ışığı kalın perdelerden süzülüp odayı aydınlatıyordu. Günlerden bir gün… Mutfağa geçti. Kahvaltı hazırlarken bir yandan da dolapları karıştırdı. Cam kavanozlar bakliyatlarla doluydu. Ambalajını açmadığı makarna paketleri üst üste yığılmıştı. En alt rafta beş kiloluk süzme zeytinyağı tenekesi henüz açılmamıştı. Tenekenin yanında başka marka natürel zeytinyağı şişesi iki üç parmak eksilmişti. Buzdolabına yöneldi. Önce üstteki derin dondurucuyu açtı. Hiç boşluk bırakılmamacasına doldurulmuştu. Ana bölmenin altındaki sebzelik ve meyvelik de doluydu. Peynir, yoğurt, zeytin; ya ekmek diye geçirdi içinden. Buzdolabını kapatıp ekmek sepetinin kapağını açtı. Dilimlisi, tost içini, tam buğdaylısı, kepeklisi, bazlaması ne istersen iste, mevcuttu. Günlerden bir gün… Markete gitmeye gerek yoktu. Kahvaltıdan sonra televizyonun karşısına geçti. Kumandayı yönlendirdi. Ekranda aynı kanal görüntülendi. Bir yeni dizi başlıyormuş: Gündüzün Karanlığı! Kalktı; ağır perdeleri iki yana iteleyerek gündüzün karanlığını odaya doldurmayı denedi. Günlerden bir gün… Günlerden bir gün hangi yılın hangi ayının kaçıncı ve haftanın hangi günüydü? Hatırlamadı. Etrafta, duvarlarda ve masalarda takvim aradı. Yoktu; ya da bulamadı. Aradığını dışarıda, yaşadığı mekânın dışında bulabilirim umuduyla pencereye yöneldi. Ağır perdeyi aralamasıyla kapatması bir oldu. Saniye bile sürmedi bu eylem. Gözlerini de perdeyle aynı anda mı kapatıvermişti ne! Açıp kapamanın süresi bir saniye sürmüş ya da sürmemişti de kısacık zaman aralığında dışarının karanlığı mı içeriye dolmuş, yoksa içerinin aydınlığı mı dışarıya kaçmıştı. Gözlerinde taşıyamayacağı ağırlıkta yük varmış hissine kapıldı. Ağırlığı boşaltmak için banyoya yöneldi. İşte banyoda aynanın karşısında olmalıydı. Gözlerini açtı. Doğru yönlenmiş ve aynanın tam karşısında konumlamıştı. Gözlerindeki ağırlığı aynaya yöneltti. Yansıyan görüntü ile yüzleşti: İki sivil, kollarına girdikleri parkalı birisini sürükleyerek birkaç metre uzaklıktaki arabaya götürüyorlardı. Birden aklına kaybettiği parkası düştü. İlk görüntü derinlikteki arabaya doğru ilerlerken yenileri sökün etti ardı ardına. Gözleri bağlı, elleri arkadan kelepçeli insanlar yanlarında ve artlarındaki silahlı kişilerin arasında görünüyor ve onlar da derinliğe ilerlerken kafilenin ardı arkası kesilmiyordu. Görüntüler aynadan taşıp duvarı kaplarken paniğe kapıldı. Telaşla antreye çıktı ve salona ulaştı. Ne ki görüntüler evin tüm duvarlarını kaplamıştı. Günler birbirini kovaladı. Görüntüler bir daha ziyarete gelmediler. Bu durumu, mekânın dışına göz atmamasına yordu. Yapının dış duvarlarındaki derin darbe izlerinin her geçen gün artması endişelerini artırsa da çaresizliğe bürünüp günlerini bir diğerine ulamayı kâh uykudan sıçrayarak kâh uyanık kalmaya çalışmasına rağmen uykuya yenik düşerek sürdürdü. Aylar mı yoksa yıllar mı geçmişti hesap edemedi. Bir süredir ne televizyon izlemiş ne de gazete okumuştu. Yiyecek ve içecek işini nasıl hallettiğini de hatırlamıyordu. Yine sıçrayarak uyandığında karanlığın içinde buldu kendini. Çakmak feneri artık yol göstermiyordu. Yataktan çıktı. Gözleri karardı. Bir yerlere tutunmaya çalıştı. Ardından kapıları fark etti. Ne kadar da çoktu. Birini itekledi. Olmadı. Kapı içeriye açılıyordu. Hızla çekti. Açılan kapıdan doluşan gün ışığı gözlerini kamaştırdı. Karanlık ve aydınlık; sır gibi. O da nesi? Burası banyo olmalıydı. Olmalıydı da duvarları nedense dışarıya doğru yıkılmıştı. İçeriden biri yıkmış olmalıydı; ama kim! Yerde küvet ve üzerinde sallanan duş olmasa buraya banyo denilemezdi. Bak şu işe: Bir alakarga küvete pike yapıp küçük yeşil sabun kalıbını kaptı ve yıkıntıların arasından geldiği gibi süratle uzaklaştı. Çekerek açtığı kapıyı iterek kapatınca ortalık yeniden karanlığa büründü. Işığa kavuşmak için bir yeni kapıya yöneldi. İterek açılmayanı çekerek açıp iterek kapattı; çekerek açamadığını iterek açıp çekerek kapattı. Açtığı hiçbir kapının ardında aydınlığa ulaşamadı. Kapıların tükendiğini anladığında olduğu yere çöktü. Günlerin birinde yıkıntıların ortasında bir klozetin kapağı üzerinde, başında şapkası ve takım elbisesiyle otururken görüntülendiğinin farkında olmadığı “düşünen adam” pozisyonundan anlaşılmaktaydı. İlhan Akalın Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR