Son Dakika



Öyle zannederim ki şair de bizim gibi insan soyundan birine mensüb, benzer bir adamdır. Meğer öyle değilmiş. Yeni tarifler bu zannımı iptal etti. Bakın, ne inandırıcı bir tarif ki o günden beri aradım bu kıyafette bir adam göremediğim için belki Çin Mâçin'de veya Avustralya'da veyahut Patagonya ile meçhul Afrika'da yaşayan bir canlı olduğuna inandım. Çünkü bir kere düşününüz:

Açık bir alın, insana yakın bir bakış, içerisini kimse görmeyecek derecede kapalı bir yaratılış, ucu bucağı bulunmayan bir boşluk. Denizler, dalgalar, henüz tanyeri ağarmadan evvel görünen uyanık ışıklar, geceler karanlığı, yanardağlar, şiddetli şimşekler, gök gürlemeleri, serpilip küsmesinden yüzünde hâsıl olan renk renk havadis. İşte bu çok garip yaradılış bir tecelligâh, bir âlem değil midir? İşte bu âlem... Durun... Biraz daha sabredin, zira bitmedi. Aktarayım.

Gözünüzün önüne şu koca tabiatı getirin. Ondan büyük hem de pek büyük dünya kurun. Bu dünyanın içinde hakikatler kanat açmış uçuyor, havasında bir dudak yüksek şiirler okuyor, suratında en ziyade açık, göze görünen, bir anda anlaşılan bir belirsiz yüz duruyor, mezarlarda gezen hayaller, tayflar, gulyabani, cadı, peri, cin, velhâsıl ne kadar korkunç yaratıklar varsa onların hepsi kainatın telaş ve ıstırabından elini eteğini çekmiş, ne kadar can varsa cümlesi örtüsünün gölgesinde oturmuş terlerini kurutuyorlar, patırtı mı dediniz, gırla, Aman ne hengâme, ne arbede, Fakat mesut ve şüpheli, neşeli, keyifli ve hüzünlü kederli, anlıyorum. Yüzünüzde hâsıl olan çizgilerden henüz tarifin bir ifadesi olan şeyi anlayamadığınız tezahür ediyor. Aman, biraz daha sabredin. Zira ben de şaşırıyorum. Zihnime durgunluk geldi. Malüm a. Nasreddin Hoca'ya biri susuzluktan şikâyet etmiş.

Hoca sormuş demiş ki: “Sizin kuyu yok mu?”

“Var,”

"Ala, oradan çekin, kullanın.”

“Pek derin!”

“Öyleyse tersine bir kuyu yaptır.”

İşte böyle yukarıya doğru bir derinlik. Cansız cisimlerin üst tarafında bir baş gülüyor. İnsan buna baktıkça lâhüti bir boşluk, geniş bir kanat çırpıntısı görüyor.

Artık anladınız değil mi? İşte bu karmakarışık şey şairdir. Gördünüz a. Dehşetli bir vücut. Ben okurken korktum. Evde çocuklara anlattım. Umacı diye kaçıştılar.

Direktöre okudum. Kulaklarını tıkadı. Musahhihe gösterdim. Benim böyle gürültülü işe aklım ermez, dedi. Topatanlardan birine naklettim. Benzi attı. Dekadanlar'ın reyini sormaya kalkıştım. “Yeni Nefi!” diye güldü. Kimbilir kafiyeli sözlerindeki sanatsal incelik ve tesirine hayran olduğumuz övülmeye değer şairlerimiz bunu görürse ne kadar şaşacaktır, işte hayat-ı matbuat sahibinin üç sene evvel “o teceddüt” diye kalemini korkusuzca sermaye ettiği yeni edebin göz önünde olan bütün kainatın duygulu manzarasına temas eden parçaları. Öyle umarım ki bundan zerre kadar alay kokusu alınmaz. Yalan yok. Tasvir ve tasavvurdaki zayıflık ve samimiyet ve tabiati tâ esasından söküp atarcasına görülen taşkınlık ve mübalaa ise meydanda.

Taze havadis:

Ereğli kömürlerinden kalkan tozların kaybından emin olunması maksadıyla kerpiç kömür imaline mahsus olmak üzere Avrupa'dan sipariş edilmesine karar verilen makinenin Karamanyan ve Şürekâsı tarafından zikrolunan tozların İdare-i Mahsusa vapurlarında yerel istifadeye terk edileceği taahhüt edildiği vesilesiyle alınmasından vazgeçilmiştir.

Umum İstanbul tramvayları müdürü Perdika ris Efendi'nin Sabah'ta görülen vasıf ve meziyetlerini bildiren bir arzıhal tertibiyle takdimine cüret eden bir arabacıya iki maaşı miktarında bahşiş verdiği memurlar arasında duyulmuş olmakla ima edilenlerin para vermediğine veyahut veremeyeceğim dediğine doğru olarak bakılmıyor. Rivayete nazaran Sabah'ın memuru iş göreceğim diye sıkışmış ve sıkışa sıkışa kapıdaki adamın engel olmasına karşı çıkmış, çıkışınca Perdikaris Efendi'ye de yürek darlığı arız olarak ikisini de harice ihraç etmişmiş. Elbette Sabah benden iyisini bilir!

(Şehir Mektupları, Say y. Yayına hazırlayan: Doç. Dr. Handan İnci, Günümüz Türkçesine uyarlıyan Korkut Tanrıkuter, İstanbul 2006, sayfa 45 – 55)

 

AHMET RASİM KİMDİR? AHMET RASİM’İN HAYATI

(İstanbul, 1864 - 1932)  

Ahmed Mithat Efendi'nin teşviki ile basın hayatına atıldı. İlk yazısını Tercüman-ı Hakkikat’ta yayımladı. Cumhuriyet devrinde İleri, Vakit, Akşam, Cumhuriyet gazetelerinde ve çeşitli dergilerde yazdı.

Romantik aşk hikâyeleri ve basit aile facialarını konu alan roman ve hikâyeleri, İstanbul hayatına ait renkli ve realist tasvirler bakımından dikkate değerdir.

Meşrutiyetten sonra tarihi konuları işledi; dört ciltlik Resimli ve Haritalı Osmanlı Tarihi'ni (1910-1912) yazdı. (Bu eser yeni harflerle ilk defa 1966 yılında Meydan gazetesinde yayımlandı.) Bu eserin asıl kıymeti ifade başlığı ile verdiği dip notlarıdır. ,

Ahmed Rasim, II. Abdülhamid devrinin İstanbul'unu, bütün özellikleri ile eserlerine geçirir. Şehir Mektupları (1912-1913); Makalât ve Musahabâd (Makaleler ve Sohbetler, 1909); Menâsib-i İslam (İslâmın Rütbeleri, 1909-1910); Eşkâl-i Zaman (Zamanın Şekilleri, 1918); Cidd ü Mizah (1902); Gülüp Ağladıklarım (1924); Muharrir Bu Ya (1927) adlı eserleri fıkraları arasında sayılabilir.

Bu, çok çeşitli sahalardaki eserlerin ortak özelliği Ahmed Rasim'in okuyucuyu ilk eserlerinden itibaren çeken, sade, yumuşak ve kıvrak üslubudur. Bütün hüneri, samimi ve sıcak bir ifade kullanarak, okuyucu ile her konuda sohbet etmesidir.

Alaturkanın bütün inceliklerini bilen Ahmet Rasim, aynı zamanda altmış kadar da şarkı bestelemiştir.

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM