Yazınsal çevrilebilirlik sorunu / Akşit Göktürk
Yazınsal iletişimin en belirgin yönü, nesnel gerçekler dünyasıyla doğrudan doğruya ilgili kullanmalık türden bilgilerin bir alışverişi olmayışıdır.
Çeviri etkinliğinin değişik amaçlara yönelik değişik biçimlerinden biri olarak yazınsal çeviri, kendine özgü birtakım sorunlar içerir. Her tür çeviride olduğu gibi yazınsal çeviride de bu sorunlar, en başta, söz konusu metin türünün yapısal niteliklerinden dağar. Metni, ilkin bütün yazınsal ürünleri kapsayan bir üst kavram olarak düşünürsek, nedir bu nitelikler? Nasıl bir iletişim yapısı gösterir? Nasıl bir iletişim konumunu gerektirir? Yazınsal iletişimin en belirgin yönü, nesnel gerçekler dünyasıyla doğrudan doğruya ilgili kullanmalık türden bilgilerin bir alışverişi olmayışıdır. Bir romandan kesin olgusal bilgiler, bir sevgi şiirinden gündelik gönül ilişkilerinizi istediğiniz yönde kestirme çözümlere götürecek yöntemler, söz gelişi konusu mutfakta geçen bir öyküden de akşama hemen deneyebileceğiniz bir yemek betimi çıkarmanız gerekmez. Das UrteiI bir hukuk ya da mantık yapıtının başlığı olarak karşımıza çıksa, Kafka’nın 1910’larda Almancada yayımlanmış -Türkçeye de Duruşma başlığıyla çevrilmiş romanı- önünde gireceğimiz iletişim konumundan bambaşka bir konuma girmemiz gerekir. Çünkü bir hukuk ya da mantık yapıtının ilettiği bilgi ile Kafka’nın romanının iletisi arasında nitelik yönünden bir benzerlik olamaz. Yazınsal metin, bir dilin kullanmalık bilgi alanlarından alabildiğine yararlanır gerçi. Ama bu bilgileri yeni bir dilsel yoğrumda birleştirirken bunların ötesinde bir ileti amaçlar. İşte bu bireşimin, başka bir deyimle yazınsal metnin bilinen kullanmalık bilgiler ötesinde amaçladığı iletinin, gündelik yaşam deneylerimizden doğrudan doğruya karşılığını bulmak olanaksızdır. Yazınsal metin dile getirdiği her anlamı bildiğimiz, belli bir nesnelliğe gömen gaye, bir anlam nesnesine bağlayabilmek kolaylığını vermiyor bize. Böyle olunca yazın metninin iletisi, o metindeki dilsel ögelerin belli bir biçimde düzenlenişinden, bu ögelerin alışılmışın dışında anlamsal ilişkilerinden oluşuyor. Metnin anlam göstergesi, metin içi birtakım dilsel düzeneklerin güdümü ile çıkıyor ortaya. Metnin diliyle iletisi, kullanmalık metinlerde hemen hemen hiç rastlamadığımız bir ölçüde özdeşleşiyor.(1) Yazınsal metindeki tek tek dilsel ögeler, sesler, sözcükler, tümceler, tümce öbekleri, sözlüklerde dilbilgisi ya da dilbilim kitaplarında saptanmış kurallar dışına taşabilecek işlevlere yani yeni anlamsal ilişkilere girerken yazınsal metnin iletisi de gündelik yaşam deneyimleri çerçevesine tümüyle oturtamayacağımız bir yazınsal gerçek olarak belirir. Deneyimlerimiz dünyasında değil, kurmaca bir dünyada geçerlik kazanır bu gerçek. İşte bu nedenden dolayı, genellikle yazınsal ürünlerin çevrilmesi; bir gazete haberinin, ilaç betiminin, iş mektubunun ya da gezi kılavuzunun çevrilmesinden ayrı nitelikte bir iştir. Çünkü bu tür kullanmalık metinler herkesçe bilinen bir olgular bağlamında anlam kazanırlar. Oysa yazınsal yapıt bize bildik olmayan türden bir yaşam gerçeğini bir kereliğine özgün bir dil düzenlemesi ile kurmaca bir bağlamda sunmaya yöneliktir. Bir yazınsal metnin dil öğelerinin metin içi ilişkileri anlama yön veriyor demek. Bu metin içi ilişkiler; izleği de, göndergeyi de, anlamı da belirliyor. Anlamın nesnesi, göndergesi metnin dışında değil, dilin özel işlevleriyle metnin içinde oluşuyor. Metnin dili ile estetik göndergesi özdeşleşiyor bir bakıma. Yazınsal çevirinin, çoğunlukla çetin bir çeviri türü olarak tanımamasının nedeni de yazın metninin bu özelliğinden doğar. Herhangi bir doğal dil üstüne temellenmiş, kendine özgü bir dil düzenlemesi olan metin; başka bir dile, o kendine özgülüğünden bir şey yitirmeden ne ölçüde aktarılabilir? Çevrilebilirlik - çevrilemezlik sorunu bu noktada çıkıyor ortaya. Bu sorunun niteliğini birazcık açmak, birtakım yönlerini örneklemek başlıca çabamız olacak burada. Geleneksel yazın türleri ayrımını göz önünde tutarsak roman, öykü, deneme gibi düzyazı metinlerin daha kolay şiirin ise daha güç çevrilirliği yolunda yaygın bir kanı vardır. Düzyazıyla yazılmış oyunun da her koşulda şiir türünde yazılmış olandan daha kolay çevrilebileceği düşünülür. Şiirin çevrilemezliği konusundaki romantik 19. yy kökenli görüşün ise bugün bile birçok yandaşı olduğu açıktır. Geleneksel türler kuramının bugün yazım ürünlerini tanımlamakta her zaman yeterli olamayacağını biliyoruz. Şiir çevrilir - çevrilmez tartışmasının da bizi bir yere götüreceğinden kuşkuluyuz. Ancak yazın türleri için yapılan kolay çevrilir, güç çevrilir ayrımının temelinde şu olguların yattığını da söyleyebiliriz: 1. Bir yazınsal metin, dil düzeni doğal dilin kullanım kalıplarına benzediği ölçüde kolay çevrilebilir. (Düzyazı türlerin kolay çevrilebilirliği görüşü de düzyazının gündelik dil kullanım kalıplarını yansıttığı genellemesinden doğar. Bu genelleme özellikle 20.yy yazınsal düzyazı metinleri için geçerliğini yitirmiş durumdadır.) 2. Bir yazınsal metin gündelik yaşam olgularına bağlanabilecek bilgiler ilettiği ölçüde kolay çevrilebilir. 3. Bir yazınsal metin, iletişimde bilgi yitimi ile sonuçlanacak anlam belirsizlikleri gösteriyorsa güç çevrilebilir. (Şiir ya da benzeri nitelikte metinlerin tam çevrilemezliği, giderek hiç çevrilemezliği yolundaki genellemeler bu olgudan doğar.) Bkz. Lurij M. Lotman. Struktur Litterarlscher Texte, München 1972, 839 Çevirinin her şeyden önce kuşatıcı biçimde bir anlama, sonra da anlatma, başka deyimle yorum etkinliği olduğunu biliyoruz. Nitekim, türü ne olursa olsun, bir yazınsal metnin çevrilmesi yalnız taşıdığı bilginin değil kaynak metnin yapısal - anlambilimsel işlevlerini de yansıtacak bir eşdeğer dizgenin amaç dile aktarılmasıdır. Evet, şöyle bir dil kullanımını yansıtan metinlerin kolay, şöylelerinin de güç çevrilebilirliği bir gerçek. Ama buna dayanarak yazınsal türler arasında genel bir kolay çevrilebilir, güç çevrilebilir ayrımı yapmak bir katkı sağlamaz. Her bireysel yazın metninin kavranışı başka bir olaydır. Her birinin kavranışı bambaşka ön bilgileri, alımlama koşullarını gerektirebilir. Bu koşullar yalnız metnin yazınsal türüyle değil, başka yönleriyle tanışıklığı gerektirebilir. Çevirmenin, çevirmek istediği bir yapıtı alımlamasında özellikle önemli olabilir böyle bir tanışıklık. Yapıtın, metin ötesi dizgeleriyle bir tanışıklıktır bu: Metnin içinde oluştuğu toplumsal ve kültürel bağlam, yazınsal gelenekler, tarihsel konumla tanışıklık yani kısacası. Şu ya da bu tür yazınsal metnin çevirmence kavranışında ortaya çıkabilecek bilgi yitiminin ya da anlam belirsizliğinin giderilmesinde dilsel öğelerin metin içi işlevleri sonunda gelip bu metin ötesi dizgelere dayanabilir. Bu bakımdan çevirmene, çevireceği metni belli bir yazınsal akım ya da dönemle olan ilişkiler bağlamında görebilmek kolaylıklar sağlayabilir. Çevrilebilirlik böyle bir durumda çevirmenin önbilgisiyle doğru orantılıdır. Sözgelişi, Yunus Emre’yi bir başka dilde söyleyecek çevirmen: Severim ben seni candan içeri dizelerinde ilk anda büyük ölçüde yitmiş olarak alımlayacağı anlamın boşluklarını doldurmak için gerek doğal gerekse şiirsel Türkçede seyrek geçen “ütmek” sözcüğünün buradaki özel anlamlı kullanımını, “can” sözcüğünün yan anlamlarını, “erkân” sözcüğünün birtakım dinsel törelerle yöntemleri belirttiğini bilmek zorunluluğunu duyacaktır. Türkçenin, Yunus’ta kullanılan Oğuz lehçesinin özelliklerini bilmesi, işini daha da kolaylaştıracaktır. Bu tür metin ötesi bilgilerin eksikliğinden doğacak anlam boşluğu doldurulmadıkça metnin gerçek anlamda çevrilebilirliğini sugötürür. Divan yazınından bir başka dile çevrilmesinde ise, son derece karmaşık metin içi dilsel ilişkiler yanısıra, metnin gereçler donanımında kesinlikle süren yazınsal kuralların, dünya görüşünün, belli bir “mazmun”lar dağarcığının tanınması, çeviride sağlıklı çözümlere dayanak olacaktır. Ayrıca, batı dillerinde Petrarch geleneği diye adlandırılmış bir şiirsel sevgi konumunun, divan şiirinde doğulu bir yaşam dünyasında büründüğü ruhsal süreçlerle anlamların değişik niteliğini de görecektir çevirmen. Anlaşılacağı üzere, yazın çevirmeni, her şeyden önce iyi bir okur olmak zorundadır. Sorumluluğu en büyük olan okur odur. Gerçekte bir yazınsal metnin güç ya da kolay çevrilebilir olmasında önemli etkenlerden biri, iletisinin bu tür metin ötesi bilgi alanlarıyla ilişki oranıdır. Bu alanlar, ayrı bir kültürün adamı olan bir çevirmene yabancı gelebilir. Dolayısıyla, metnin iletisi, bütünlenmek için bu tür bir toplumsal -kültürel art-alana bağlanmayı ne denli gerektirirse, çevrilebilirlik de o denli sınırlıdır. Ancak, bu tür bir metin ötesi art-alanın büyük ölçüde zorunlu olmadığı kimi durumlarda da, dilsel öğelerin metin içi ilişkileriyle işlevlerindeki birtakım özelliklerden dolayı, çevrilebilirlik oranı düşük olabilir. Metnin iletisinin, sözcüklerin düz anlamlarından daha çok yan anlamlarıyla oluştuğu durumdur bu. Metnin göstergelerinin ilk elde gösterdiği anlamlar yanısıra, yan anlamlarla çağrışımsal bir gösterilenin de oluşması durumu. Çağrışımsal bir anlamın hem somutlanması, hem de göndergesinin kurularak amaç dile aktarılması karmaşık güçlükler taşıdığından, bu durumda çevrilebilirlik oranı düşüktür. Bu düşmenin nedeni çevirmenin toplumsal -kültürel art-alana yabancılığından daha çok metindeki anlam gücüllüğünün bulutsu, örtük niteliğidir. Hem geniş ölçüde bir art alım bilgisini hem de çağrışımsal örgülü bir anlam gücüllüğünü taşıyan yazınsal metinler ise çevrilmesi belki en güç metinlerdir. Bu nitelikte güç çevrilebilir bir metnin en somut örneği, James Joyce'un Finnigan's Wake'idir. Ahmet Haşim'in (1884-1933) “Merdiven" şiirini, çevirisinde toplumsal-kültürel bir art-alana ilişkilerinden daha çok, anlamca belirsizlikler gösteren çağrışımsal yapısı yönünden güçlük çıkarabilecek bir yazın metni olarak görüyoruz. Bir divan şiirinin ya da çoğu zaman bir halk şiirinin gerektireceği metin ötesi birçok önbilgiyi bile gerektirmediği söylenebilir “Merdiven”i çevirmek için. Şiiri, elimizdeki bir Almanca çevirisiyle karşılaştırarak, bu tür bir metnin çevirisindeki güçlükleri daha somut bir biçimde saptamaya çalışacağız. “Merdiven" şiirinin metni, deyiş biçimi yönünden, sözcüklerin çok tutumlu bir kullanımına, iletişimde artık-bildirimin hemen hemen hiçe indirgenmesine bir örnek. Telgraf dili (2) diye tanımlanan’ bir deyişle yazılmış metin. Eksiltili bir deyiş biçimi bu. Söylemin en belirgin özelliği, öğelerinin çağrışımsal çoğul işlevliliği oluyor. Şiirsel etki de bu çoğul işlevlilikle sağlanıyor. Bu bakımdan metin, kendi dilinin bütün okurlarıma da tüketici bir anlamda kavranabilecek türden bir metin değil. Bu durum, anadili Türkçe olmayan bir çevirmen için de aynı olduğundan, hiç kuşkusuz çevrilebilirliği belli ölçüde etkiler. DIE TREPPE Langsam, ganz langsam wirst du die Treppe hinaufgehn, Gelblich die Wasser, bleicher wird dein Gesicht Rosen, wie sie verblutend zur Erde sich neigen, Eine verborgene Sprache im Herzen nun spricht- Çeviren: Annemarie Schimmel MERDİVEN 1. Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden 4. Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta, 6. Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller, 9. Bu bir lisân-ı hafîdir ki ruha dolmakta, “Merdiven”in Almancaya çevirisinde çevirmen için temel güçlük metindeki dilbilimsel yapıların ses, sözcük, sözce, söylem düzeylerinde Almancadakinden çok değişik olmasıdır. Sözdizimi, vurgulama kalıpları, ad çekimi, eylem çekimi Türkçe ile Almancada çok ayrı özellikler gösterir. Hint - Avrupa kökenli bir dilden ötekine, sözgelişi İngilizceden Almancaya çevrilecek benzer türden bir metinde bu güçlüğün aynı ölçüde olmayacağı açıktır. Oysa bu Türkçe metnin Almancaya çevirisi, bütün dilsel düzeylerde kaynak metnin amaç dilde bambaşka yapılarla dile getirilmesini zorunlu kılar. Yalnız, bu metni başka dile çevirecek kimse, o amaç dilde anlam yönünden buna benzer nitelikte birtakım metin örnekleri tanıyorsa iletinin kavranıp anlatılmasında başka tür bir kolaylık doğmuş olur. Sözgelişi, Rilke’nin sözcüklerin izlenimci duyu etkileriyle anlamsal işlevler kazanan bazı düzyazıları ile şiirlerini tanıyan çevirmen, Ahmet Haşim’in birçok şiirini, bu arada “Merdiven”i Almancada daha kolay söyler gibi geliyor bana. “Merdiven” şiiri ile elimizdeki Almanca çevirisine bakarken iki metni ilkin çağrışımsal anlam ekseni açısından sonra da dizimsel açıdan karşılaştırarak çeviri güçlüğünden doğan anlam daralmaları ile şiirsel etki yitimini saptamaya çalışacağız. Almanca metni şiirin oldukça başarılı bir çevirisi saydığımızı ve burada amacımızın yanlış avcılığından daha çok güçlüklerin, çevrilemezlik anlarının irdelenmesi ile açıklanması olduğunu baştan belirtelim. Türkçe metin bir ikileme ile başlıyor. “Ağır ağır” belirteci bir eylemin yavaşlığını pekişik bir biçimde dile getirirken bir yandan da “ağır” sözcüğünün Türkçedeki başka bir çağrışımı ile ağırlık niteliği dizedeki anlamın oluşmasında bir işlev yükleniyor. Yavaş bir tırmanış söz konusu burada. Ağırlıktan, kolay kımıldamamaktan doğan bir yavaşlık bu aynı zamanda. Almanca metindeki “Langsam, ganz langsam” ise yavaş anlamıyla sınırlı kalıyor kesinlikle. “Ganz” sözcüğü ile sağlanmaya çalışılan pekiştirme ise “ağır ağır” ikilemesindeki çağrışımlı yoğunluktan bir ölçü belirtecinin sınırlarına indiriliyor. Oysa ozanın kendisi de burada “yavaş yavaş” demeyi seçebilirdi. Şiirde kullanılan aruz kalıbına da uyardı bu: mefâilün. Burada çevirmenin, sözün metindeki düz anlamını aktarırken yan anlamını yitirdiğini görüyoruz. Şiirin ikinci dizesindeki “bir yığın” belgisiz sıfatı, eteklerdeki güneş rengi yığınla yaprak görüntüsüyle yaz sonunu, güzü, yaprak dökümünü kurmaca göndergeler olarak çağrıştırırken çeviride bu belgisiz sıfat kullanılmadığı için yalnız metin içi, eteklerinde güneş rengi yapraklar, anlamı kalıyor. Birkaç yaprak mı, bir sürü yaprak mı, yığınla yaprak mı, belli değil. Bir anlam daralması ilk dizede olduğu gibi burada da karşımıza çıkıyor. Gerçi, gün ışığının eteklerde yansıması duyusal bir algı görüntüsüyle eşdeğerini buluyor çeviride ama “bir yığın”la yaprak dökümünü, giderek yaşam sonunu çağrıştıran örtük anlam boyutu yitiriliyor. Şiirin üçüncü dizesindeki “bir zaman” sözü, çıkışın belli bir noktasına varınca ya da “bir gün” anlamındayken, çeviride bir süre anlamına gelecek “eine Weile" zaman belirteci ile karşılanmış. Böylece kaynak metinde süregiden ağlayarak bakma eylemi, anlık bir davranışmış gibi aktarılarak gene anlam daralmasına uğramış. Dördüncü dizedeki “sular sarardı” Türkçede bütünlenmiş bir eylem olarak geçmiş zaman kipinde dile getiriliyor. Almanca karşılığı “gelblich die Wasser”da bir bütünlenmiş eylem kesinliği yok. Öte yandan “perde perde” ilerlemesi de solma eylemini gitgide yoğunlaşan bir süreç olarak sürüp giden bir eylem olarak vurgularken Almancada “bleicher” karşılaştırma sıfatı ancak yüzün daha solduğunu belirtmekle kalıyor. Türkçe sözcede solma eyleminin kendisi niteleniyor. Nasıl solmakta? Perde perde. Almancada ise nitelenen anlamın nesnesi “yüz” oluyor. Burada da Türkçede eylemin ucu açık bir süreç oluşu ile kazanılmış şiirsel anlam gücü, kesin bir nesnel belirlenişe dönüşürken daralıyor. “Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta." Nasıl dile getiriliyor akşam? Gene ilerleyen, açık bir süreç olarak. Kızıl havaların seyredilmesinden mantıksal bir çıkarım söz konusu burada. Kızıl havaların seyredilmesi sonucu algılanıyor akşam olgusu. Oysa Almanca çeviride “olmakta” eylemi “ist” ile karşılanırken gene süreklilik yitiyor, “Abend, ist Abend” sözcesinde aşağı yukarı "akşamdır akşam" türünden bir kesin saptamaya dönüşüyor. Burada çevirmenin, Haşim’in başka bir şiirinden “Akşam yine akşam” diye başlayan bir dizeyi tanıdığını, bu tanışıklığın tuzağına düştüğünü düşünüyoruz ister istemez. Çeviri sürecinde çok yararlı olabilecek bu tür tanışıklıklar, çevirmen üstündeki etkileriyle böyle sakıncalar doğurabilir zaman zaman. Altıncı dizede, yere eğilmiş kanayan güller, kaynak metinde bir eğretileme ile birer canlı gibi çiziliyor. Dize içi “kanar ...kanar” yinelemi de gene etkiyi pekiştiriyor. Almanca çeviride ise kaynak metindeki bu yoğun etki “wie” sözcüğüyle sağlanmaya çalışılmış. Kanar gibi anlamına gelen bir benzetmeye yüklenmiş, eğretilemenin çarpıcılığı ortadan kalkmış; “muttasıl” sözcüğü ise hiçbir eşdeğer bulmuyor Almanca dizede. Bu belirtecin düşmesiyle de eylemin, oluşun kanama durumunun sürekliliği bir kez daha yitiyor. Kaynak metnin yüzey anlamının çevirmence yanlış somutlandığı tek önemli yer, sanırım “Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller” dizesi oluyor. Alev benzetmesi Türkçe metinde dallara yönelikken çeviri metinde bülbülleri belirliyor. Alev gibi kanlı bülbüller dallarda, anlamına geliyor çeviri dize. Burada çevirmen, Türkçe sözcedeki dilbilgisel yapıyı bir yanılma ile çözüyor. Gerçekte kaynak metnin bu dizesinde, anadili Türkçe olan okurda da ilk anda bir duraksama uyandıracak bir belirsizlik var. Sözdiziminden doğma bir belirsizlik bu. Nedir alev gibi olan, dallar mı, bülbüller mi? Dizenin başına bir, iki kez döndükten sonra anlıyoruz dallar olduğunu. Çevirmen, sözdizimsel ilişkilerin belirsizliğinden doğma bir sorunla karşı karşıya. Görüldüğü gibi, doğru çevrilebilirliği etkileyen bir sorun bu. Şiirin dokuzuncu dizesinde geçen Türkçedeki bu gösterme anlamı Almancada “eine“ sözü ile belirsizleştiğini görüyoruz. Türkçe metinde bir gizli dilin dıştan ruha sürekli dokunuşu anlatılırken Almanca çeviri, gizli bir dil gönülde konuşur şimdi, anlamında oluyor. Şiirin bitimine rastladığı için önemli bir anlam daralmasına yol açıyor bu durum. Şiirde, dilsel bir birikimin ruhta edilgin bir biçimde oluşması söz konusuyken -tıpkı Wordsworth‘ün “They flash upon that in ward eye” dizesinde görüldüğü gibi- çeviri metinde ruhtaki etkin bir konuşma biçimini alıyor. Bir dolup birikme durumu, somut bir eylem göstergesinde yüklenirken, anlamdan yitiriliyor. Çevirmenin Türkçe dizeyi doğru anlamış olduğunu seziyoruz, tümcenin yapısı dilbilgisel bir belirsizlik göstermiyor çünkü. Ama yaptığı açıklamanın sınırlarını iyice saptayamadığı için yeterince kavradığı bir anlamı amaç dilde yeterli bir eşdeğer sözle aktaramıyor. Türk Dili dergisi, Mart 1979 Sayı: 330 Buraya değin çeviri metni, daha çok kaynak metnin çağrışımsal anlam ayrıntılarına yeterli eşdeğerler sunup sunulmaması açısından ele aldık. Sözcüğü sözcüğüne bir çeviri çabasının bu tür metinlerde çoğunlukla belli bir yerden sonra gelip çevrilemezliğin sınırına dayandığı nokta da budur: Çağrışmısal anlam sorunu. İki dilin anlam alanlarıyla sözcük değerleri yönünden gösterdiği dizgesel ayrımlardan çeviride kullanılan sözcüklerin yeterliliğine değin çok sayıda nedenleri olabilir buradaki güçlüğün. Görüldüğü gibi, daha çok anlambilimsel bir güçlük bu. Kaynak metnin dizimsel yapısından doğan deyişle, bütün söylemle ilgili güçlüklere de bir göz atalım. Ama bu iki tür güçlüğün birbirinden çok kesin sınırlarla ayrılamayacağını da baştan benimsemek zorundayız. Kaynak metnin deyiş biçiminde yoğun bir eksiltili özellik bulunduğunu daha önce belirttik. Çok yalınlaştırarak tanımlamak eylem sözlerinin art arda dizilişinde açıklayıcı, işlev belirleyici dilbilgisi öğelerinden; bağlaçlardan, tanım sözlerinden kaçınılmış olmasıdır. Böylece adlarla eylemlerin her biri bulutsu bir anlam gücüllüğünde salt biçimsel bağlarla değil çağrışım bağlarıyla da birbirine eklemleniyor. Adlarla eylemlerin böyle alışılmışın dışında bir sıklıkta kullanılması sonucunda artık bildirim büyük ölçüde kalkıyor ortadan. Adların eksiltili kullanımına örnek olarak “Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak" dizesinde "yığın“ da addan türeme bir belirteç olarak işlev görüyor. “Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller“ , “Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer? “ dizelerini; eylem sözlerin eksiltili kullanımına ise “Eğilmiş arza kanar, muttasıl kanar güller“ dizesini örnek verebiliriz. Kaynak metnin söyleminde en belirleyici özelliklerden biri olan bu eksiltili deyiş biçimi çeviri metinde başarılı ölçüde eşdeğerini buluyor. “Gelblich die Wasser, bleicher wird dein Gesicht" dizesi en belirgin örneği bunun. Eylem sözlerinin alışılmışın ötesinde bir sıklıkta kullanılışına çevirmenin “ Wirst eine Weile weinend zum hinaufsehen“ adların böyle kullanılışına da “Blutige Nachtigallen wie Flammen auf Zweigen" ile "Brennen die Wasser? Was aehnelt der Marmor der Bronze?" dizeleri örnek verilebilir. Türkçe metnin aruz ölçüsü ile “mefâilün feilâtün mefâilün fa’lün” koşuğunda yazıldığını biliyoruz. Ancak, Türkçenin ses yapısına bile zorlamalarla uyan bu koşuktaki açık kapalı ya da uzun kısa heceler diziminin çeviride korunamayacağı doğaldır. Kaynak metinde böyle bir nitelik, apaçık bir çevrilemezlik örneğidir. Türkçe şiirin uyak düzeni ise, çeviri metnin birinci, ikinci. sekizinci dizeleri dışında korunmakla birlikte, “solmakta/ olmakta/dolmakta/ olmakta” uyakları, koşuk gereği uzuma söylenmeyi gerektirir biçimde sona ererken, çeviride bu özellik korunamadığı için ses düzeyindeki bu değişiklik gene bir anlam daralması ile çağrışımsal eksene yansıyor. Kaynak metinde hepsi birer eylem sözü olan bu uyaklar, sonlarındaki uzun ünlü ile bir süreç, süregiden bir durum anlamı çağrıştırırken Almanca metinde bunların eşdeğeri olacak “Gesicht /Licht / spricht/ Licht” uyakları birer ünsüzle kapanan kesinlikleriyle bu sürekli anlam gücüllüğünü azaltıyorlar. Buradaki güçlük de, gene temelde Almancanın doğal tümce yapısının Türkçeninkinden bütünüyle ayrı oluşu, çevirmenin eylem sözlerini kolay kolay sonda kullanamayışıdır. Nitekim, Almanca metinde bu dört uyaktan ancak “spricht” eylem, ötekilerse addır. “Merdiven” şiiri ile Almanca çevirisini karşılaştırmamız sırasındaki gözlemlerimizi toparlamaya çalışalım: 1.Çeviride, çevirmenin üstesinden gelemediği başlıca güçlük, kaynak metindeki sözcüklerin yan anlamlarını yeterince kavrayabilmek olmuştur. Çeviri metin bu yan anlamlara yeterli eşdeğer sunamadığı için şiirsel anlamı daraltarak aktarmıştır. 2.Çevirmen, eksiltili bir söylem biçimi olarak, kaynak metnin en belirgin dizimsel özelliğini amaç dilde yansıtmayı başarmıştır. 3.Tek tek dizelerde saptadığımız gibi, söylemin bütünü açısından da çeviri metinde yiten en önemli anlam, kaynak metinde çizilen şiirsel durumun sürekliliği, süreç niteliğidir. Şimdi de, “Merdiven” şiirinin Almancaya çevrilmesi sürecini olumsuz yönde etkileyen durumlardan, yazınsal metinlerin çevrilebilirliği çevrilemezliği konusunda birkaç ilke edinmeye çalışalım: 1.Çevrilecek metnin dili ile çevirmenin dili ortak kökenli akraba dillerse çevrilebilirlik artar. 2. Çevrilecek metin, anlambilimsel yapısıyla, kendi dilinin okurlarınca da kuşatıcı bir biçimde kavranamayacak örtük gücüllükler içeriyorsa, çevrilebilirlik azalır. 3.Çevirmen, amaç dilde, çevireceği metninkine benzer etkide iletişim örnekleri ya da yazınsal gelenekler tanıyorsa, çevrilebilirlik artar. 4.Kaynak metin, ses düzeyinde birtakım özel işlevlerden etki kazanıyorsa, vurgulama, koşuk düzeni, uyak düzeni benzeri nitelikler amaç dile kolay kolay aktarılamayacağından, çevrilebilirlik azalır. (1) Bkz. Jurij M. Lotman, Die Struktur literarischer Texte, Munchen 1972, s. 39. Akşit Göktürk
Yolum ütmez bu erkândan içeri
An deinem Saume sonnenfarbige Blaetter...
Wirst eine Weile weinend zum Himmel hinaufsehn-
Abend ist, Abend-schau in das rötliche Licht!
Blutige Nachtigallen wie Flammen auf Zwezgen...
Brennen die Wasser? Was aehnelt der Marmor der Bronze.
Abend ist, Abend-schau in das rötliche Licht!
Türkische Gedichte vom 13
Jahrhundert bis in unsere Zeit.
Milli Egitim Basımevi. İstanbul
1973, s. 142
2. Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak
3. Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak
5.Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
7. Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
8. Sular mı yandı, neden tunca benziyor mermer?
10. Kızıl havâları seyret ki akşam olmakta ...
Ahmet Haşim (1884-1933)
(2)Kuzner, M.D / Skrebnev, J.M., Stilistik der englischen Sprache, Leipzig I968. s.80-81
(Türk Dili dergisi, Mart 1979 Sayı: 330)
Gerçek Edebiyat
YORUMLAR