Yazarlık nedir / Arda Cevahir
Mutluluk, başarmışlıktır, varsılın beş parasıza varlık hakkı tanımayışıdır başarısızlık karşısında, mutsuzluk da doğası gereği başarısızlıktır.
Mutlu yazar yoktur. Çünkü mutluluk, kendisinden başka her şeyi sur dışında tutan bir olumsuzlama, başka hiçbir şeye ihtiyacı olmayan olumsal varlık doluluğudur, yazarsa tersine içeri sızılacak bir çatlak, çürük bir aksam, önlem alınmazsa büyüyebilecek bir gedik arayıp öngösteren kişidir. Olmayanın ispatına yönelmiş bilinci, boşluğunu gösterdiği şeyin varlığında ayak diretir, çok sonraları anlaşılacak bir yanılgının ileride fark edilecek parmak izleri gibi geriye kalmaktır tüm dileği. Mutluluğun, başkasını dıştalayan ve varlık payı tanımayan tartışılamaz doğası onu çılgına çevirir, mutlak karşısında deliye döner, hep sınır dışında kaldığından hep muhalefette ve iktidar mutlaklığı karşısındadır. Mutluluk, başarmışlıktır, varsılın beş parasıza varlık hakkı tanımayışıdır başarısızlık karşısında, mutsuzluk da doğası gereği başarısızlıktır. Bu yüzden, mutsuzluk barındırmayan saf mutluluğa inanmaz yazar, imanı içermeyen bilimi ilim gözüyle görmeyen mümin gibi, hüzün içermeyenin gerçekliğini yapaylıkla öteler; acıyı, dertlileri, kaybedenleri, yoksulları umursamayan barbar gülüşüdür mutluluktan ibaret her kahkaha. Düşman kesilir, varlığına nefes payı bulacağı bir sızıntı arar gözleri, minicik bir kırışık arar baktığı teni zar gibi sarmış kumaşın pürüssüzlüğünde, bulamadıkça nevri döner, dağılmış birliğini toparlamak için gözlerini kaçırır ama toparlanmayı sağlayacak olan da yine kendisini dağıtanın bütünlüğü olduğundan, döner döner tekrar bakar o yekpare bedenin ya da yüzün ödünsüz geçirimsizliğine. İncecik göğüs çizgisi, ufacık yırtmaç soluk bulacağı tek aralıktır, baktıkça nefes alır, tutuşmuş tutsaklığının özgürlüğü soluduğu soluk borusu gibidir, serinliği tadar o göğüs çukurunda. Başarısızlık mutsuzluk olduğundan ve kendisi de mutluluğu düşman bildiğinden, neşeli öyküler yazamaz, Baudeliare gibi çatal kaşığın ışıltısından ürküntü duyar, Sartre’ın Baudeliare için pek isabetlice imlediği gibi, aslında ondaki doğallık ürkütür onu, ışıltı mutluluğun geçirimsizliğiyle ciğerini sökmektedir, gündüz aydınlığında da yazamaz çünkü “Minerva’nın baykuşu karanlık başlarken uçar,” Balzac gibi gündüzü uykuyla geçirip ancak el ayak çekilince oturup yaza yaza sabahı eder. Akademilere, yarışmalara başvurur, amacı ödül değil büyük ambar kapısının fare yarığından içeri geçebilmektir. Ödül geçiş peyniridir yalnızca. Alkolik, tiryaki ve otuzbircidir, yazmak olumsal ve sonsuz olduğundan, sonsuzluk korkutur onu, kunduzun eşelediği toprağı geriye çekip yönünü tayin etmesi, eminlikle ilerlemesi gerekir. Taksici ters yöne saptığında telaşlanan doğası hemen müdahaleye sevk eder. “Nereye gidiyoruz?“ Besteci mutluyken keman çalabildiği, ressam neşe içinde fırçasını tuvale sürebildiği halde, yazar mutluyken yazamaz. Güzelim yemek kokularını tok karınla algılayamaz çünkü. Berikiler mevcut olunanı aksederken o namevcut olanın içindedir, namevcut olanı, namevcut oluşunu, olunanı yazar, yoksun kalınanın peşindedir hep, var olan on para ama yoksun kalınan yüz paradır gözünde, kovulmuş şeytan sadık melekten daha fazla toprağa sahiptir, özgürlüğü seçmiş, koca bir çölün tek hakimi olmuştur. Büyük davaların adamı oluşu bundandır. Vietnam Mahkemesi yargıcıdır örneğin çünkü herkesten üstün olana diklenmek aynı varlık düzeyindekine çıkışmaktan daha tehlikesizdir. Kısacık bekleyişe sabırsızdır, boşanma heveslisidir ama ömrünce sürecek bir siyasetin sadık hizmetkârıdır. Hemen nakit on liraya yüz liralık alacağından vazgeçer, on liraya peşin almaktansa yüz liralık veresiyeye dünden razıdır. Pire için yorgan yakar, daldaki kuş için itfaiyeyi ayağa kaldırır, gönüllü izin uğruna yevmiyesini bırakır, izmarit için sokak sokak çöp arar, cennetin sıradan arkadaşlığındansa aşkın cehennemliğidir, beş kilometre öteden mamacı bulup yol kenarındaki kediciğe getirir. Bir anlık öfke uğruna yıkıp dökebilir çünkü somutu soyuta baştan feda etmiştir, bir anlık acıma uğruna her şeyinden geçebilir, bağışlayabilir, nitekim başına belalar açan şehvet duygusu da bir an içindir. Noktayı çembere yeğlemiştir bir kere. Verlaine Rimbaud’ya silahı doğrulttuğunda, Raskolnikov indirmek üzere baltayı kaldırdığında, mollalar ortasındaki yarı beline gömülü kadına taşlar yağdırıldığında, hayatın geri kalanı o bir anın pahası uğruna gözden çıkarılmıştır. Sokrates, baldıranı ağzına götürdüğünde, Zola “İtham ediyorum!” diye ses yükselttiğinde, Orhan Veli “suda yüzen karpuz kabuğu”ndan söz ettiğinde de bütün parçanın, tümel tikelin varlık fonuna geçirilmiştir. Beyaz kumaşta kahve lekesi olmaktır yazarın varoluşu. Kalbi delik doğduğuna inanmıştır hep. Onu diğerlerinden ayıran genetik bir bozukluk, oyundışılık, sonunda onu edebiyatçı yapacak bütüne talihsizliğini kanıtlamaya mecbur kılan sanıklık, üst dudak beni ya da doğum lekesi gibi işlenmiştir ruhuna. Başarı dolu gülen bir yüzün kederden iz barındırmamasını anlayamaz yazar, kederin eksikliğini duymayışını aklı almaz, ağustos böceğinin kıştan ve karıncadan habersizliğinden hiddete kapılır, mutluluğun mutsuzluğu aklından bile geçirmeyen geçirimsizliğini öznelliğe aşırtıp, ‘fakirleri uslarından bile geçirmeyen’ zenginlere öfke kusar. Dondurmacı, “Nasıl olsun?” dediğinde, “Sırf beyaz” diyen arkadaşının karışık tatlara ihtiyaç duymaması şaşırtır onu, tüm parasını tek hisseye yatırmak, lise aşkını ömrüne seçmek, pazarın geri kalanını gezmeden ilk tezgahtan alışveriş, ruhundaki paganlığın akıl sır erdiremediği tek sesliliklerdir. Eğer komünist partisinin bir neferi olamıyorsa, bu, koronun bütünün tek bir sesi çıkarışındandır. Mümin olamıyorsa, cennet çayırının kara çalısız bütünlüğünün çıtırtısız sıkıcılığındandır. İtiraz hakkı yoksa, orada işi yoktur. İtiraz onun varlık hukukudur. Özgürlüğünü nesnellikle değil özsellikle ilişkilendirdiğinden, kendisini engelleyen çelişmeyi nesnel bir soru değil varoluşsal sorun olarak yaşar. Varlığı bir varoluş sorunudur, o, bir kişinin düşünceleri değil, düşüncenin insan suretidir, cinsel arzusu değil bu arzunun bedenleşmiş halidir, inanışı değil inancın veya erdemin ya da günâhın insan şeklindeki belirişidir. Kişioğlu ancak varlıkla arasındaki bu çelişkinliği gördüğü an, artık bir Akıl’dır. Tikelle tümel, toplumla kendi, ağaçla orman arasındaki çelişkin birliği kendinde gözlemlediğinde, yerelle evrensel arasındaki gerçek ilişkiyi de kendinde yaşadığını fark eder. O durumda da çağın diğer düşünsel akıllarıyla çatışması kaçınılmaz olur. Din adamlarının ya da burjuva egemenlerinin güttüğü ideolojilerle esaslı bir hesaplaşma zorunuyla yüz yüze gelir. Yazmak budur, kendisini kuşatan varlıkla sürekli bir çatışmanın verdiği sıkışıklıktan, ezinçten ya da usançtan boğazını kurtarıp özgürleştirme çabasıdır. Ama aynı zamanda onu muhafaza da etmektir çünkü beslediği çelişkilere ayrılıkla düğümlenmiştir. Bu, kaçmaya çabaladığı düğümlenmişlikten kurtulmaya çalıştıkça, bu çaba için her seferinde o düğümlenmişliği yeniden kendinde üretmesi anlamına gelir. Bir birey olarak yaşadığı zeminin onu varlığın kıyısında ve fakat uçurum eşiğinde tuttuğunu anladığında nasıl kaleme tutunmaktan başka bir yolu olmadığı gördüyse, o toprak parçasında kendisiyle aynı varlık düzleminde yaşayan diğerleri için de kaleme sarılma bilincine erişemeyen bu insanların kendisiyle aynı eyleme geçmesi mümkün olmadığından, kendisi kalemiyle onlarla aynı tarafa yönelip insan özgürlüğü adına yazmak işini üstlenmesi gerekir. Ancak bu durumda çağının bilgisiyle bütünleşen bir gerçek yazar ya da aydınlanma sürecinin aydını olabilecektir. Belki ilk yapıtını çıkardığı döneme kadar hayalperest bir ergenlik ruhu sürse de eserin ardından gerideki kimliği yerine yazarın eylemiyle var olması gerekir. Ya çelişkilerin erken olgunlaştırdığı bir bilinçle olgun bir yapıtla başlamıştır ya da o önceki kimliğin hayalperest insanı olarak, sadece harfleri kağıda çiziktirmekten ibaret bir yazı hayatı sürecektir. Yazarlık, varlığını yabancılaştıran doğayla ve onun egemenleriyle arasındaki çelişik birliğin insan özgürlüğü adına dile getirilişidir. Anımsamak gerekir ki Nâzım Hikmet hayatta olsa, varlığıyla bütün arasındaki çelişkilerden bilincini ya da yapıtlarının, çelişkileri örtbas etmek ve insanları yabancılaştırmak adına kurulmuş banka yayınevince basılıp satılmasına, izin verebilir miydi? Arda Cevahir
Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR