Son Dakika



                                                    Uğur Mumcu’nun ölümsüz anısına

Oğuz elindeki telefonun ekranının içerisine girercesine, sesi sonuna kadar açık videoyu izliyordu.

‘’Kendisine Atatürkçüyüm diyen insan, madde 1: emperyalizme ve kapitalizme karşı koyar. Madde 2: uşak olmaz, uşak, ne Amerika’ya, ne Sovyetler’e, ne Çin’e, ne Avrupa’ya, uşak olmaz, uşak. Madde 3: Kuvayı Milliye ruhuna sahip olur, emperyalizme ve kapitalizme karşı halkı örgütler ve başı dimdik olur. Tam bağımsızlık ilkesinden söz eder. Atatürk devrimleri için inkılap demez, devrim der devrim.’’(1)

‘’Oğuzcuğum, yemek hazır canım gelebilirsin.’’

Telefonu sehpaya koydu, düşünceli ve hüzünlü bir yüzle yerinden kalktı, Melis’in sağındaki sandalyeye oturdu.

‘’Videoya dalmışım canım, kusura bakma, sana da yardım edemedim, salata yapardım en azından.’’

 ‘’Önemli değil hayatım, yardım edecek bir şey yok ki zaten.’’

Çorbadan bir kaşık aldıktan sonra:

‘’Otuz sekiz yıl önce yapılan konuşma, defalarca seyrettim, çok etkileyici.’’

‘’Evet, etkileyici gerçekten, özellikle son kısmı.’’

Oğuz yeni farkına varmıştı:

‘’Oğlanlar nerede canım?’’

‘’Uğur, senin gazeteci arkadaşın Erdem’in yanına gitti, hazır ara tatildeyken.’’

‘’Aaa, çok iyi. Erdem çok iyi çocuktur, hem de çok iyi, namuslu bir gazetecidir. O’ndan çok şey öğrenebilir.’’

Melis Oğuz’un boş tabağını aldı; pilav üzerine kuru fasulye koydu.

‘’Umarım iyi bir gazeteci olur, çok da istiyor, dersleri de çok iyi, annesi gibi çalışkan O   da.’’

Melis Oğuz’un sol elini okşadı gülümseyerek, O da Melis’in mavi gözlerinin derinliklerine daldı yine, otuz iki yıldır olduğu gibi, her daldığında sarhoş olduğu güzel gözlere.

‘’Ben tembeldim, seninle birlikte belki biraz düzelmişimdir.’’

‘’Fasulyeden biraz daha koyayım mı canım?’’

‘’Yok canım, sağ ol. Taner de Jülide ile mi birlikte?’’

‘’Ha, evet. Gezsin biraz. Bu dönem çok yoruldu.’’

‘’Eeeee, siyaset bilimci olmak kolay değil, yorulacak tabii.’’

Melis masayı toplamaya başlamıştı. Oğuz da kalktı, masadaki kalanları toplamaya başladı.

‘’Bugün, kahveleri ben yapacağım hayatım, senin elinden çıkmış gibi olmaz tabii ama,     idare ederiz artık.’’

Oğuz az bir şey tabağa dökülmüş kahve fincanlarını sehpaya koydu.

‘’Şu kahveyi de dökmeden getirmeyi beceremedim bir türlü yıllardır.’’

‘’Olsun hayatım, önemli değil, ellerine sağlık.’’, yanağından öptü.

Kahvelerinden birer yudum aldılar. Melis:

‘’Yarın anmaya gidecek miyiz canım?’’

‘’Öğlenkine mi?, yok ona gitmeyelim. Öğleden sonra gideriz, dört civarı falan.’’

‘’Onun için izin almamız gerekir, mesai saati.’’

‘’Bizim patron yarın yok, birkaç saat erken çıkabilirim, sen de ayarlarsın.’’

‘’Olur, ben de izin alırım da, sen neden öğlenki anmayı istemiyorsun.’’

Oğuz fincanını çalkaladı, son bir yudum aldı, kanepenin yanındaki radyoyu açtı, sesini   biraz kıstı.

‘’Ben oraya gelenlerin bir kısmının Uğur Mumcu’nun düşüncesinde olduğuna inanmıyorum. En son geçen yıl gittiğimizde etnik kimlikçi siyasetçiler bile vardı. Adamların Uğur Mumcu ile ilgileri yok, hemen hemen hiçbir düşüncesine katılmazlar, ama oraya geliyorlar.’’

‘’Doğru.’

‘’Yine geçmişte gittiğimizde, bir gün önce liberallerle toplantı yapan bir parti genel başkanı, ertesi gün anmaya geldi. Uğur Mumcu en çok bu liboşlarla uğraştı, biliyorsun.’’

‘’Bir keresinde de, yanımızda tesadüfen duran bir partili yanındakine, ‘Uff, donduk soğuktan, genel başkan gelsin, O’na bir görünelim de, sonra gideriz.’ demişti, anımsıyor musun?’’

Oğuz radyonun sesini biraz açmak için eğilirken:

‘’Tabii tabii, hatırlıyorum, Onlar da sırf orada boy göstermek, birilerine görünmek için gelmişler işte.’’

Melis kanepeden kalktı, fincanları alıp mutfağa doğru ilerledi. Oğuz sehpanın üzerindeki kitabı alıp, kaldığı yerden okumaya başladı.

‘’Dostlarına karşı ne kadar da ilgiliymiş değil mi Melis?, sen de okumuştun bu kitabı.      Bak ne yazıyor: ‘İpekçi’nin ölümünü duyar duymaz, bu açık oturumu ve bu oturumdan sonra kendisine teşekkür ettiğimde ışıl ışıl parıldayan gözlerini ve güleç yüzünü anımsamıştım; yüreğim bir acıyla burkulmuş ve gözlerimden yaşlar boşanmıştı.(2)’ ’’

‘’Okudum, evet. Dostları ile ilgili çok duygulu yazılar var o kitapta. Edebiyat ile ilgili yazıları da çok bilgilendirici ayrıca. Mehmet Akif ile ilgili yazıları çok ilginçti.’’

Oğuz kitabı sehpaya geri bıraktı.

***

Ertesi gün sabah evden beraber çıktılar, oğlanlar uyuyordu daha. Saat dörtte buluşmak üzere sözleşip, öpüşerek ayrıldılar.

Oğuz, Uğur Mumcu caddesindeki, Uğur Mumcu’nun sokağına yakın olan otobüs durağında saat dörde on kala inip, beklemeye başladı. On dakika sonra Melis de otobüsten indi. Lacivert beresinin altından uzun, yer yer kırlaşmış sarı saçları süzülüyordu.

‘’Yine, her zamanki gibi bere almamışsın, eldiven zaten yok. Seninkileri sabah çantama koyacaktım, ben de unutmuşum.’’

‘’Hava o kadar da soğuk değil. Hem bu sözler bana çok uzaklardan tanıdık geliyor, otuz iki yıl öncesinden sanki.’’

Melis yanağından öptü:

‘’Bu da tanıdık geliyor mu?, Otuz iki yıl öncesinden.’’, derin ışıltılı deniz gözleriyle gülümseyerek.

Oğuz’un elleri cebindeydi. Melis de elini Oğuz’un cebine soktu. Elleri de yine konuşuyordu, otuz iki yıldır olduğu gibi.

Karşı kaldırıma koşar adım geçtiler, yokuş aşağı olan sokağı geçip, Uğur Mumcu’nun sokağına vardılar. Birkaç dakikalık yürümeden sonra, Mumcu’nun evinin önüne geldiler. Melis elini cepten çıkarttı, Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 yazılı anıtın önünde, birkaç  dakika sessiz bir şekilde önlerine baktılar. Yakınlarında kimse yoktu, arkalarından yavaşça bir araba geçti.

Anıtın önünde Melis çantasından iki tane kırmızı karanfil çıkartıp, birini Oğuz’a uzattı. Fotoğraflarının, çiçeklerin, gazetelerin, sönmüş mumların arasına karanfillerini iliştirdiler ve biraz geri çekilip, birkaç dakika baktılar. Sonrasında, aynı anda ıslak gözlerle birbirlerine döndüler. Oğuz kırlaşmış sakalını sıvazladı, diyecek bir şey düşünmeye çalışırken, bulamadı. Elini Melis’e uzattı.

Anıtı on, on beş adım geçtikten sonra, Melis elini ayırıp, çantasından telefonunu ve kulaklıkları çıkarttı, ekranda bir yerlere bastı. Kulaklığın tekini Oğuz’un kulağına, öbürünü kendi kulağına takarak, Oğuz’un önüne geçti ve sarıldı. Birbirlerinin içlerindeki otuz iki yıldır sönmeyen mumların ateşini hissettiler, sessiz iç çekişlerini duydukları gibi. Kulaklıktan gelen Ruhi Su’nun gürül gürül sesiyle söylediği türküyü dinlerken, ıslak gözler kapalıydı: ‘’Ankara’nın taşına bak, gözlerimin yaşına bak’’           

(1)Uğur Mumcu Dikili Konuşması 1987 konuşmasından bir bölüm, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik YouTube kanalı

(2)Uğur Mumcu, Dost Yüzlerde Zaman, um:ag Yayınları, 11. Baskı, Haziran 2021, s. 64

Hasan Murat Doğan
Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM