Son Dakika



Var olan olarak demokrasi, hayatın akışı içinde değişken olarak oluşun bir parçasıdır. Hakikat ile özgürlüğü gerçekleştirmesi gereken siyaset arasında, bu nedenle gerilimli hatta çelişkili bir ilişki vardır. Hakikat kavram bilgisi Özgürlük, kanıların (doksa, yani her türlü bilimsel düşünsel temellendirmeden uzak görüşler) çoğulluk alanında gerçekleşir.

Kanıların kanaatlerin geçerli tek kategori kabul edilmesi, hakikatin kavramsal içeriğinden onun zorlayıcı bilgisinden tamamen kurtulma çabasına dönüştüğünde, totaliter yönetimlerin varlık koşulu oluşur.

Modernite, Leibniz'den bu yana hakikat konusunda Olgusul ve Ussal hakikat ayırımını yapmaktadır. Matematik bilim ve felsefedeki hakikatle, buna rasyonel hakikat diyebilirsiniz, olgusal hakikati ayırt eder. Olgu dediğimizde zihinsel edimde düşünülmüş olanın karşıtı, olmuş olan meydana gelmiş olanı gerçek olanı gerçekleşmiş olanı kastediyoruz. Olgusal hakikatler rasyonel hakikatlerden çok daha kırılgandır. İktidar akılla ilgili ussal hakikatlere saldırdığında bilim felsefe sanat alanına tecavüz eder. Böylece kendi iktidar alanını aşmış olur. Olgusal hakikatlere saldırdığında ise yalana sarılır.

Siyaset olgusal hakikatler üzerine temellendirilir. Platon Devlet adlı eserinde adalet nedir sorusuna yanıt arar. Burada rasyonel hakikatle olgusal hakikati uzlaştırmaya çalıştığını görüyoruz.

Bu çaba sofistlerin hakikat anlayışından doğmuştur. Bilindiği gibi Sofistler hakikat nedir sorusunun yanıtında doksa'ya yani kanı'ya yönelmişlerdir. Platon buna karşı idealara, akılsal hakikate yöneliyor. Hocası Sokrates'e gönderme yaparak, "Gerçekleri söyleyenin hayatı her zaman tehlikededir, hakikati ideada aramak filozofu da kurtarır" demiştir. Filozofların yönetici yahut yöneticilerin filozof olması bulgusu ile olgusal hakikatin peşindeki siyasetçiyi feda ederek filozofu, yani rasyonel usa ait hakikati korur. Platon'da epistemenin, özümsenmiş bilginin karşıtı cehalettir. O halde cehalet bilgi ile düzeltilebilir. Özgürlük oluş alanında ortaya çıkarken, bu alana kavramla bakarak ezeli ebedi ilkeleri getiren kişi olarak filozof, olgusal hakikatin yer aldığı özgürlük alanı olan siyasal yaşama düzen katar.

James Madison, bütün iktidarların kanılara dayandığını söyler. Bu nedenle “Yandaşın hakikate gereksinimi yoktur“ der. Bu koşullarda hakikatin karşısında kanı, diyalog un karşısında demagoji yani laf ebeliği, sağlam akıl yürütme yargıgücü karşısında güçlü hitabet yer alacaktır.

Emanuel Kant düşünce özgürlüğünün kamusal aklın kullanım alanında ortaya çıkacağını söylerken, "Tek başına insan aklı ürkektir. Ne kadarı bir arada olursa o kadar iyidir." diyor. Özgürlük, iletişimin yüz yüzeliğinde dialogla yüz yüze söyleşerek gerçekleşebilir. Karşılıklı konuşma söyleşme farklı düşüncelerin şimdiki anda iletişime girmesidir. Sloganla karşılıklı konuşma olmaz. İsterseniz milyarlara söyletin.

Aydınlanma, hakikati belirleyen kiliseye karşı, kamusal alanda çoğulculuk olarak ortaya çıkıyor. İktidarın çıkarına aykırı hakikat kanıya dönüşüyor. Oysa çoğulun farklı kanıları yorumları olgusal hakikatin varlığını etkilemez. Olmuş oluşmakta olan akışta olana ilişkin Olgusal hakikat siyasal bir kanı değildir. Olgusal hakikate verilen yorumlar siyasaldır.

Siyasetçiler olgusal hakikati şüpheli hale getirebilir. Hugo Grotius, hakikatin gücü ile ilgili olarak "Tanrı bile iki kere ikinin dört etmesini sağlayamaz" derken, hakikatlerin ister ussal ister olgusal olsun tanrıdan da güçlü olduğunu söylemek ister.

Doğruluk olgusal hakikate bağlılıktır. Özgürlük bir yanı ile seçeneklerin varlığıdır. "Yalan" ve "doğru"dan doğruyu seçerseniz erdemi seçmiş olursunuz ve bu sizi özgür kılar. Yalanı seçtiğinizde herkesi kandırabilirsiniz ama içinizdeki tanığı asla. Bir kez erdemsiz davrandığınızda yaşamınızın geri kalanını erdemsiz bir insanla yaşamak zorunda kalırsınız. Baş erdem olarak adil olmak konusunda da, haksızlık yapmış olmanın cezası ne mahkumiyet ne tazminattır. Asıl ceza ömrünüzün geri kalanını haksızlık yapmış biriyle yaşamaya mahkum olmanızdır. Bunun ağırlığını hissetmek için insanın ve evrensel insan değerlerinin bilgisiyle donanmış bilinç gerekmektedir. Bu bilinç insan nedir sorusunun bilgisine ulaşmayı gerektirir. Muhuyittin Abdal “İnsan insan derler idi / İnsan nedir şimdi bildim.” diyor. Bir halk türküsü: “Gül bilmeyen gül kadrini ne bilir?" der. Bizler insan yapmaz dediğimizde insan oluruz.

Olgusal hakikat siyasete bilgisel dayanağını verir. Tıpkı rasyonel hakikatin felsefi düşünceye bilgisel dayanağını vermesi gibi. Olgusal hakikat, yığının yer aldığı olay ve şartlara bağlıdır, siyasal iktidarın eylemlerinin sınırıdır, siyasetin içinde değil onun denetleyicisidir. Olgusal hakikate sadık siyasetçi hakikatin dayatıcı otoritesiyle karşılaşır. Sapmalar bu noktada ortaya çıkar. Bu kasten yapıldığı gibi yanlışlıkla da yapılabilir. Bana böyle göründüğünü söylemekle, bana görüneni, fayda, yarar, çıkar amacıyla olsa da olmasa da çarpıtmak değiştirmek, etik eylemle etik olmayan eylemin ayrıştığı noktadır. Bunun adı yalandır. Yalanın bir kanı olarak yeri de siyaset alanıdır.

Doğruluk, yani olgusal ve rasyonel hakikate uygun olan, siyasal yalanı sınırladığı zaman ancak siyasete dahil olur. Doğruluğun siyasetle bağı buradadır. Tıpkı sanatçının yazarın medya ile ilişkisinin medyatik olmamasında olduğu gibi.

Hobbes, “Siyasette doğrular herkesin çıkarına olmadıkça kabul görmez.” der.

Olgusal hakikatle yarar çıkar arasına sıkışan siyasetçinin olgusal hakikatten kurtulma çabası "Tarihi yeniden yazmak" eylemlerine dönüşür (Falanca sultan döneminde toprak kaybı olmadı!) Yalancının yalanları karşısındakinin istemine göre biçim aldığından, yalancının ikna şansı hakikat anlatıcılarından her zaman daha yüksektir. Hakikat anlatıcıları, filozoflar, bilim adamları, sanatçılar, yargıçlar olgusal doğruluktan korkan siyasetçilerin korkusudur. Doğrudan yana siyasetçinin yar ve yardımcısıdır.

Kimi zaman hakikate kanı olarak muamele edildiği de olur. Bir hakikati dillendirdiğinizde size öyle geliyor denildiğinde yapılan budur. (Baz istasyonları kanseri tetikler. Size öyle geliyor.) Sonuçta hakikate kanı olarak davranmak hakikatin bilgisini öteler. Bu hakikatin değerini düşürmenin, itibarsızlaştırmanın da başka bir yoludur.

Burada Ahu Tuncel'in seminer metninden bir alıntı yapacağım: "Yine de en büyük sorun yalnızca yalanın gerçek, gerçeğinse yalan olması değil; bu dünyada yolumuzu bulmamızı sağlayan 'Doğruluk'  kategorisinin tamamen yok olmasıdır. Yön ve gerçeklik duygumuzun yitiminin sonucu ise gerçeklerin yok oluşuyla, ortak dünyanın yitirilmesi, böylece gerçekliği yeniden inşa eden totaliter yönetimlerin önünün açılmasıdır."

Sayın Tuncel haklı olarak bize kanaatlerin kutsanmasının siyasal yalanların anası olduğunu söylüyor. Demokrasileri “Cahil çoğunluğun azınlık üzerindeki diktatörlüğü" olarak tanımlayan Aristoteles, haklı olarak "Demokrasilerde doğru düşünce eyleme dönüşmedikçe demokratik ilkelerin çalışmayacağı"nı söylüyor. Arent ve Kant'ın dili ile söylersek, "Kamusal alanda, başkasıyla paylaşılan alanda meydana gelen eylem, siyasal eylemdir."

Yalan ve demagoji siyaset alanına dahil ediliyorsa artık doğrunun sınırları silinmiştir. Gündelik yalan bir kişiye söylenir siyasal yalan, modern yalan olarak kitle iletişim araçlarıyla herkese söylenip olağanüstü hızla yayılıyor.

Gerçekliği olgusal hakikati yitiriyoruz. Simülasyon içinde yanılsamalar içinde yaşıyoruz. Oluguları korumak güçleşiyor. Olanın ne olduğu, şöyle mi böyle mi oldu hakkında bilgimizi yitiriyoruz. Bu arada bilgi edinme hakkının insan hakkı olduğunu unutmayalım.

Kanaatlerimizle siyaset yaparız ama onun denetlenmesi, yanılsamaya simülasyona, hakikat yitimine yol açmaması gerekir. Siz gerçeği biliyor ve yalan söylüyorsanız da gerçeğe ait bir bilgi vardır. Bu nedenle yalancının önce kendini aldatması gerekir. Yalan kurguda yaratılır. Hakikatin yerini belleğin aldanması aldığında doğru ortadan kalkar. Bu güven yitimine, krize neden olur. Ortak dünya yitirildiğinde ise siyaset elimizden çıkar.

Hakikati kaçırmak istemiyorsak akademiyi, filozofları, yargıçları sanatçıları iktidardan korumalıyız. Ürkütülüp korkutulanlar yandaşlaşabilirler, yandaşlaşan akademinin, sanatçının, bilim adamının yandaşa da faydası yoktur. Yandaş derken iktidarı muhalefeti ile iktidar taleplilerin tümünü kastediyorum. Onlar da kaybolan hakikatin içinde yok olurlar. Unutmayalım  Hannah Arent, "Susmak şiddettir" demişti.

Susmayalım ama sözümüz akla uygun olmalı. Kanaatlarımız temellendirilmiş olmalı. Çürümüş sakızları çiğnemekten vaz geçelim. Bilgisel temelli yaratıcılığımızı devirdirelim. İnsan değerleri ve hakikat için özgür aklımızı kullanalım. Kendimiz üzerinde, eylemlerimiz üzerinde, olanaklarımız gizil gücümüz üzerinde düşünelim. Adalet, eşitlik, toplumsal ahlak ve etik üzerinde bilgilenelim. İnsan olarak dünya ile bilgi arasında etkin özne olalım. Ekranlardan başımızı kaldırıp dünyaya bakalım.

Biz bakmazsak başkalarının yarattığı dünyada insan olarak kalamayız.

 

*Bu çalışma Ahu Tuncel ve öteki siyaset felsefesi kaynaklarından yararlanılarak hazırlanmıştır.


Mucize Özünal

GERCEKEDEBİYAT.COM

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM