Sevaplar Kenti / İsa Küçük
Kırkgöz Gölü’nü geçerken Karain’i anlatıyor rehberimiz Buluntular tarihin hangi dönemine ait henüz bilen yok. Sarnıçlar kurumuş; çoğunun ağzını taşla kapatmışlar Geri kalanı sanayi yutmuş; Dev elektrik santrali saniyede ne kadar su çürütüyor? Hesap bilmezlik, Yakında, döküldüğü Akdeniz’i de öldürecekmiş. Döşemealtı’nı geçip Çubuk Boğazı’na giriyoruz “Akdeniz limanlarını Batı Anadolu’ya bağlayan bu yol biraz sonra çatallaşacak” diyor rehberimiz; mitolojik zamanların kervan yollarını düşünüyorum. (…..) “Biri, Afrodisias üzerinden Efes’e, İzmir’e Diğeri Sagalassos’un içinden geçip Isparta, Afyon ve Kütahya’ya Denizi ulaştıracak ve ticaret mallarını” diyor rehberimiz Giray Bey, Anadolu’yu kucaklar gibi kollarını açıyor bunu söylerken, K, belli kalu beladan beri Akdenizli: Çubukbeli Anıtı konuşulalı çok olmuş lakin yapan yok, Türkünün mü, akça kızın mı, türkü yakanın mı-derleyenin mi anıtı dikilmeli? Cevat Ağa ne cevap verirdi bu soruya? Bir aşka türkü yakmak sevaptır, derdi mutlaka, anıt dikmekse ibadet… O aşka (hangi aşka) şiirler ve öykülerle örülü çiçekli çelenk gönderiyoruz Bir de atlı tahsildara vurulan köy ağasının kızının aşk öyküsünü Kurşun gelip çeşme başında bulmuş, taşla ezmişler aşkın başını. Kanıyor yüreğimiz. “Akça Kız’ın göçü” deliyor havayı Mahir, kameraya çekiyor bu yörük türküsünü Gönlümüzü hüzünlü bir yolculuğa çıkaracak belgeselin yolunu gözleyeceğiz Cevat Ağa’nın uçuşan türkü sözlerini heybesine atışının yankısı kulaklarımızda çınlarken. birden anımsayacağız türküyü yürekten çığırdığı akşamı: Selçuk (Ülger) anlatmıştı, Antalya’da, buğulu bir akşam, “eşek semeri meyhanesinde,” Cevat Uyanık ve şair Metin Demirtaş aynı masada şiirler kitaplaşırken, senirkent şarabı içiyorlar,. Demirtaş diyor ki, “Beni şarapla ilk sen tanıştırdın Cevat Ağa, anımsıyor musun? “Bu sevabı ne zaman işlemişim yeğenim” diye soruyor Cevat Uyanık; Şarap buğusuyla esrimiş portakal ağaçları çiçekleniyor birden, bahar Akça kız çıkıyor antik kemerli kapıdan… Sevaplar kenti Antalya’yı geride bırakıp ovaya çıkıyoruz, iklim değişiyor; “ya, yağmur yağarsa” korkusunu atıyoruz içimizden Sagalassos’u arıyor gözlerimiz uzakta, bulutların üstünde İhtimal, yağmur yok. Kızılkaya ovasında “Menderes’in Develeri” ni solda bırakıp Sağa dönünce “ağaçayaklı türkmenlerin” şahını çağırıyor rehberimiz; (Bozmusa dağından inip geliyor Tekeli Türkmenleri ‘şahin küçüktür amma kimseye vermez avını’ Kaostan maceraya uzanıyor düşlerimiz), Tarihe yaklaşıyoruz, dağın başı dumanlı. Sagalassos göründü görünecek. ** Mola veriyor kaptan, “Bundan sonra durmak yok,” diyor dikiz aynasında yakaladıklarına. Rehberimiz değişiyor moladan sonra (Adını sormamışım, bu benim hatam). İşini seven biri -kimliğini ele veriyor bilgi dili. Arka koltuklardan bir ses, “Google a baktım,” diyor, “aşıklar çeşmesi varmış…” “Aşka inan, google’a inanma” diyor içimdeki çocuk Susuyorum. Sagalassos’a çıkıyoruz: Susayan oluğu bulurmuş söylenceye göre… Sagalassos’a çıkıyoruz, yol bizi çeşme başına götürecek, Aşkın ateşine! Çeşmeden daha çok, bu şehir niçin 1700 metre yüksekliğe kuruldu diye merak ediyorum. Tehdit mi yoksa istek miydi burayı yurt tutmayı mecbur eden? Sadece su bolluğu ve güvenlik ihtiyacı mı? Bu kaçıncı soru? Burası Olimposluların yaylağı olmalı diye düşündüm, Prometheus’un peşinde ellerinde çıralarla göç eden o ilk yörüklerin. İster misiniz, günün birinde el değmedik yerlerden çıkıversin tanrılar ve tanrıçalar evi! Ferruh (Tunç) haklıymış, soyadını söylemek zor bizim için: Profesör Inge Uytterhoeven yarın bize bugün gördüklerimizi (görmediklerimizi?) anlatacak diye seviniyoruz antik kenti anlamaya çalışırken. Görmek önemli, çünkü Türk’ün aklı gözündedir, diyor akıl tebessümüm. “Halet Abla’yı” anımsıyorum: “Inge Hanım’a bizim yörükler çoktan ‘Inge Yenge’ demiştir,” diyor, kaç kapısından fırlayıp gelen çocuk ve ekliyor: “Ağlasunlular ağlamasın Çocukların yüzü gülsün, diye, İnge Yenge neler yapmış gelin bakın: Ecel konmuş canı sahiplenip İskender’e inat, kentin eğik başını yukarı kaldırmıştır. Yukarıda gök, aşağıda Akdeniz tanıktır, Zaman geçer aman kalır; Tanıktır taşın, ahşabın ve suyun sesi, Aklı, coğrafya ve tarih buluşturmuştur.” Kolay anlaşılmaz tarihin akışı; Ares’i yanına alan İskender bile ikinci kuşatmada fethedebilmiştir Dünyada “en yukarıya” merdiven dayamış bu kenti. Çeşmeler güneşe hafiye, ki rivayet, süt yolunun başlangıcıdır Çeşme başında Zeus, Hera ve Herkül’ün varlığı say ki buna işaret. Duy da inanma, demiş bilge: Gördüklerimin fotoğrafını kızıma gönderdim beş bin yıl önceden; Akdeniz’e yakışan bir yanıt geldi, “Adamlar savaşçı değil sanatçıymış.” ** Akşam, onur ödülü törenindeki konuşmacı, Derviş yüzlü Tarık Günersel’in teşekküründeki içtenliği Gece yarısına doğru “Hammurabi’den ileti”yi okuyunca anlamış, ki Yazılı kağıdına öğretmeni pekiyi vermiş (Meğer ‘boşluk, kulağa çalınınca da dolarmış’). İşte böyle sevgili okur: Taşın toprağın, havanın suyun sesini duydum Edebiyat Patikasını b/öyle geçtim; Yarısı yalan yarısı uydurma, İster inan ister inanma. Kasım-Aralık 2024 *9. Antalya Edebiyat Günleri programından esinle… İsa Küçük
Gercekedebiyat.com
YORUMLAR