“Gul, gurban olduğum Hökümet Baba! / Baa bir alfabe veremez miydin?” Şemsi Belli’nin, bir döneme damgasını vurmuş olan “Anayasso” şiirini, bu iki dizesini görünce bile hemen anımsarız değil mi?

 

70’li yılların ilk yarısında, bir kitapçısı dahi olmayan kasabalarda yaşayan ve o yıllarda ortaokul-  lise öğrencisi olanlar daha iyi bilirler; o günlerde Anayasso şiirini ezberden okuyamamak büyük bir eksiklik sayılırdı. Ancak; Anayasso şiirinin yer aldığı kitap kimde vardı, işte onu bildiğimiz yoktu. Arkadaşlarla toplandığımızda, bazıları bu şiiri bilir ve ezberden okurdu. Oysa çoğumuz şiiri yazılı olarak bir türlü ele geçirememiştik. Dinlediklerimizle ise belleğimize sadece birkaç dizesini yazabilmiştik, daha ötesini bilemiyorduk. “Gara dağlar gar altında galanda / Ben gülmezem / Dil bilmezem / Şavata`dan Hakkâri`ye yol bilmezem / Gurban olam, çaresi ne, hooy babooov.”

 

Şiiri ezbere okuyan şanslı kişilerin okuyuşlarına dikkat kesilerek, belki bu kadar bir bölümünü ezberleyebilmiştik ama daha ötesi yoktu. Ortada kitap yok, yazılı bir gereç yok, soracağımız kimse yok...

 

Biz birçok öğrenci şiiri yazılı olarak nereden bulacağımızı araştırıp duruyorduk. Bilenlere sormaya da utanıyorduk, zira kesinlikle bilmemiz gerektiğini sanıp, bilemediğimizin bilinmesini de istemiyor, bunu bir onur meselesi sayıyorduk.


Sınıfımızda ilçenin bir köyünden gelen Abuzer adında bir arkadaşımız vardı. Yoksul mu yoksuldu. Onun okuma isteğini kıramayan ailesi, eline bir kat çamaşır torbası verip, hadi git oku, diyerek kasabaya yollamıştı. Kasabanın dışında, neredeyse terk edilmiş bir mahallede, sadece bir odası sağlam kalmış, elektriği- suyu olmayan yıkık bir evin ayakta kalmış bir odasında oturuyordu. Oralardaki bir pınardan her gün bir kova su getirir, geceleri gaz lambasını yakar, ders çalışırdı.

 

Bir kez odasını görmüştük: Yere serili bir yatak, küçük bir gazyağı tenekesi, duvarda asılı gaz lambası, su kovası, bir iki kap kacak; tüm eşyası bunlardı. Sabahları okula giderken yolunun üzerindeki fırından sıcak bir ekmek alır, öğlene ise bir dürümcüde, ucuzundan bir dürüm yerdi. Akşama ise eve dönerken bakkaldan yarım francala alırmış, bakkal da yavan yemesin diye, francalanın arasına katık olarak birazcık acı kırmızı pul biber ekermiş.


İşte bu gariban Abuzer, o sıra kafayı müthiş çalıştırdı ve birdenbire kasabanın dört masalı küçük lokantasında her öğlen kuru fasulye - pilav yemeye başladı. Abuzer, Anayasso şiirini nereden bulmuşsa bulmuş, bir deste beyaz kâğıtla, beş on karbon kâğıdı alıp, kâğıtların arasına karbon kâğıdını koyarak Anayasso şiirini çoğaltmış; belki yüz, belki iki yüz adet. Sonra bu şiirleri el altından hatırı sayılır bir fiyata satmıştı. Ben de aldığım için biliyorum, her kâğıdı birer tabak kuru fasulye- pilav fiyatına almıştık. Zaten herkes bu şiirin peşinde, kaçırılır mı? Birkaç gün içinde, okulda Anayasso’yu ezberden bilmeyen öğrenci kalmadı. Hemen herkesin dilinde Anayasso, bazen tümünü bazen aradaki kimi dizelerini okuyup duruyorduk: “Yerin, yurdun adresesin bilmirem  / Angara`da: Anayasso! / Ellerinden öpiy Hasso / Yap bize de iltimaso / Bu işin mümkini yoh mi hooy baboov.”

Abuzer daha sonraları ortaokulun çevresinde de gezinerek oradaki öğrencilere de satmış. Hatta ileriki günlerde terzi, berber, kalaycı, tenekeci, demirci gibi bu şiirin peşinde olan kasaba esnafına da satmış. Böylece, hem herkes Anayasso şiirine sahip olarak ezberlemiş, hem de Abuzer her öğlen kasabanın o küçük lokantasında kuru fasulye- pilav yemişti.

Edebiyatımızda sanırım hiçbir şiir, yazıldığı dönemde bu kadar yaygınlaşmamış, Anadolu insanı bir şiiri bu kadar benimsememiştir. Herkes işinin başındayken bile Anayasso şiirini okur olmuştu. Berberde, terzide, demircide hep bu şiir; kalaycı kap kalaylarken, tenekeci lehim yaparken, demirci demir döverken… O dönemleri yaşamayanlar için belki fazlaca bir abartı gelecektir ama o dönemde bizim kasaba için durum abartısız aynen böyleydi.  Gençler, kasabanın caddesinde gezinirken aralarında ne yapıp edip Anayasso şiirini okurlardı. Derslerden başarısız not almak değil, Anayasso’yu ezbere okuyamamak eksiklik sayılırdı. Başka kasabalarda öyle miydi bilemem ama bizim kasabada böyleydi.

Ne var ki böylesine sevilen, dilden dile dolaşan Anayasso’nun şairi pek bilinmezdi. Toplum Anayasso şiirini öylesine benimsemişti ki sanki bir şairin değil de toplumun kendi yarattığı bir şiir olarak bilirdi. Bu şiir belki de Güneydoğu insanının bir çaresizlik marşıydı. Bu şiirin Şemsi Belli’nin bir şiiri olduğu çok zaman sonra öğrenilmişti. Anayasso şiiri, Hakkâri'de Zap Suyu'nun çevresinde yaşayan ve sayrı çocuğunu doktora kavuşturabilmek için ölümü göze alıp, üstte gerili teldeki vargelle suyun öte yakasına geçmek zorunda olan insanların çaresizliğini anlatmaktaydı: “Çoçiğ ağliir,  çoçiğ öliir, geçit vermiy Zap suyu / Parasizo/ Çaresizo / Ben halsizo, ben dilsizo, şeher uzah, yolsizo / Bu ne haldır, bu ne iştir hooy babooov!”

Bu şiirden ilk defa 15 Mart 1968 tarihli Savaş Gazetesi'nin bir haberinde söz edilmiş. Haberde, Trabzon Devrim Ocağı'nın kuruluşunun 6. yılında Attilla Aşut tarafından Anayaso adlı bir şiirin okunduğu, şiirin çok beğenildiği, ancak şairinin bilinmediği yazılmıştı. Dönemin Milliyet Gazetesi köşe yazarı Hasan Pulur, 3 Nisan 1968’de şiiri haber yaparak şairini aramaya başlar. İstanbul Boğazı’na köprü yapılması tartışmalarının gündemde olduğu bir dönemde, Zap Suyu’nu tel üzerinde vargelle geçen insanların çilesini şiir yoluyla öğrenmek, toplumda büyük yankı uyandırır. Gazeteye Anayasso şiirinin şairinin Şemsi Belli olduğuna dair haberler ulaşır. Bir gazete muhabiri kendisini bulup sorunca, şairinin Şemsi Belli olduğu ve şiirini ilk defa Anayaso dergisinde yayımladığı, sonra Hasan Pulur'a gönderdiği ortaya çıkar. Şiirin böylesine ünlendiği sıralarda 1968’de Cem Yalçınkaya imzasıyla, Kültür Kitabevi tarafından, “Yankılarıyla Birlikte Günün Şiiri Anayaso ve Şairi Şemsi Belli” adlı 32 sayfadan oluşan bir kitapçık yayımlanır. Şiir artık sadece doğuda, güneydoğuda değil yurdun dört bir yöresinde bilinmektedir. “Bebek yanir, bebek hasda, bebek ataş içinde / Ben fakiro / Ben hakiro / Dohdor ilaç, çarşı bazar tam - takiro / Gurban olam bu ne işdir hooy babooov!”

 
Şemsi Belli bu şiiri yazarken yüzlerce üniversite öğrencisinin yollara düşüp, geçit vermeyen Zap Suyu’na köprü yapmaya gideceğini elbette düşünmemiştir. Zap suyundan gelen haberler, fotoğraflar, yöre köylülerinin hastalarını geçit vermeyen Zap Suyu’ndan karşıya geçirip doktora yetiştirememeleri, Zap Suyu üzerinde gerili bir tele asılı vargelle karşıya geçmeleri, bu arada suya düşerek sele kapılanlar, boğulup ölenler… “Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler / Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler / Hökümata arz eylesem azarlar / Ben ketimo / Ben hetimo / Ben ne biçim vatandaşım hooy babooov.” O sıralar İstanbul Boğaz Köprüsü’nün yapılması gündemdeyken Anayasso şiirinin dilden dile dolaştığı 1969’da, Milliyet Gazetesi tarafından; “asma köprü İstanbul’dan önce Zap Suyu üzerine yapılmalıdır,” diye bir kampanya başlatılır. Kampanyanın alanı giderek genişler ve köprü yapma işini devrimci üniversite gençliği üstlenir. O dönemin yüzlerce devrimci üniversite öğrencisi, bin kilometreyi aşkın yolu giderek, yirmi iki gün süren, özverili, olağanüstü bir çalışmanın sonunda Zap Suyu’nun üzerine yedi metre yüksekliğinde, yirmi metre uzunluğunda bir köprü yaparlar. Devrimci Gençlik Köprüsü adı verilen bu köprü, yöre insanına tam otuz yıl hizmet verir. Yapımından otuz yıl sonra 1999 yılında bilinmeyen kişiler tarafından havaya uçurulan köprünün yerine yine aynı ruhla 2010 yılında yenisi yapılır.

2003 yılında Babıâli Kitaplığı Şiir Dizisi arasında çıkan 64 sayfalık, “Anayaso / Yansımalarıyla Birlikte Bir Şiir” adlı kitapta Anayasso şiiri için şöyle yazılır: “Şemsi Belli´nin ‘Anayaso’ şiiri, edebiyat dünyasında yarattığı depremin yanı sıra, metropollerde kendi içine dönük yaşayan kozmopolit burjuva yapının da yüzünü bir anlığına da olsa, Hakkâri´ye, Tunceli´ye, Siirt´e çevirmesine neden oldu. Bu şiirle birlikte ortaya çıkan; Hasso´ların Mamo´ların dramı, ulusal basında olduğu kadar, dış basında da yankı buldu ve tartışıldı. Bu kitabın yeniden yapılanmasının nedeni ise aradan geçen otuz küsur yılın, bu coğrafya gerçeklerinde yaşanan küçük değişikliklere rağmen, aslında o günlerde yaşanan sorunların öz olarak bugün dahi varlıklarını koruduklarını göstermeye yönelik küçük bir çabadır.”

O yıllardaki gençliğin, hatta tüm Anadolu insanının, yüreğine- belleğine işlenmiş olan Anayasso şiiri, yine o dönemde Moğollar Grubu eşliğinde Selda Bağcan tarafından yorumlanmış, yine birçok sanatçı tarafından da şiir olarak seslendirilmişti.

Şemsi Belli, kendine özgü ezgileri türküleri olan, folklorik yönü oldukça güçlü Malatya’nın Arguvan ilçesindendi. Bir zamanlar kendi ilçem olan Besni’de, Arguvan gibi Malatya’ya bağlıydı. Şemsi Belli bir bakıma ildeşim sayılırdı. Ancak Anayasso’nun şairinin kim olduğu önceleri pek bilinmediği için, kasabamızdaki Anayasso’ya olan ilgi ildeşlik bağından kaynaklanıyor olamazdı. Çünkü Anayasso bütün çaresizlerin şiiriydi, türküsüydü, marşıydı…

Abuzer mi? Birkaç yıl önce yazın memlekete gittiğimde rastlaştık. Zaten bu yazıyı yazmama da onunla yıllar sonra rastlaşmam vesile oldu. Öğrencilik yıllarından sonra hiç görüşememiştik. Yıllardır ben de başka illerde yaşıyordum, o da. Yine de birbirimizi tanıdık, bir yerlerde oturup uzunca söyleştik, öğrencilik günlerimizden konuştuk, o yıllardaki arkadaşlarımızı, öğretmenlerimizi andık. Kaldığı o yıkık- dökük evden, mahalledeki pınardan, bir kış boyu kuru fasulye- pilav yediği o dört masalık küçük lokantadan, Anayasso şiirinden söz ettik… Öğrenciliğindeki o yokluk günlerinden dem vurdu, gözleri doldu. Doğuda beş bin kişilik büyük bir kuruluşta yöneticiymiş. Anayasso şiirinin yaygınlaşmasında, sevilmesinde kuşkusuz Abuzer’in de payı vardır, en azından bizim ilçede yaygınlaşmasında; belki de Zap Suyu’nun üzerine köprü kurulmasında bile. Tabi Anayasso’nun da Abuzerin üzerinde hakkı vardı, sayesinde bir kış boyu kuru fasulye- pilav yemişti, ödeşmişlerdi.

Yazımızı; hakkında bu kadar olumlu söz söylenen, bir dönem gençliğinin belleklerine nakşedip büyük bir coşkuyla okuduğu, aradan geçen kırk yıl sonra bile hâlâ birçok dizesini anımsadığımız, hatta birçoğumuzun tamamını ezberden bildiği; acımasız Zap Suyu’nun üzerine köprü kurulmasına, gariban öğrenci Abuzer’in bir kış boyu kuru fasulye- pilav yemesine vesile olan Anayasso şiirinin son bölümüyle bitirelim. Ve de Şemsi Belli’nin anısına saygıyla diyelim. “Şavata`tan Angara`ya ses getmiir / Biz getmeğe guvvatımız hiç yetmiir / Malımız yoh / Yolumuz yoh / Angara`ya ses verecek dilimiz yoh / Ganadımız, golumuz yoh / Bu ne biçim memlekettir hooy babo”

Hürriyet GÖSTERİ
Mart- Nisan- Mayıs 2015, Sayı:315

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)