Şahve Şule’nin romanı: Azatlık Nağmesi / Oktay Hacımusalı
Şahve gerçek bir vatansever. Sovyetler Birliği’nin dağılması sırasında kaderine o günleri yaşamak yazılmış tüm Azerbaycan gençliği gibi o da o günleri dolu dolu yaşamış. Fırtına misali anbean değişen, bir saati bir saatini tutmayan o günler tüm o dönemin gençliği gibi Şahve’yi derinden etkilemiş. Hem de öyle bir etkilemiş Şahve’yi ki, o günleri anlatırken adeta içi içine sığmıyor ve içindeki coşkuyu bağımsızlıkla harmanlayarak ortaya dolu dolu bir anlatım koyuyor. Bu anlatımlarda neler yok ki? Vatan sevgisi, millet aşkı, yaşananların beraberinde getirdiği hüzün ve sevinç karışımı garip duygular, özgürlük adına Azatlık Meydanı’nda yapılan gösteriler, bu gösterilerde halkın tek vücut olarak adeta kenetlenmesi, gençlerin zorla alanlardan uzaklaştırılması, verilen şehitler, o sırada tüm özgürlük isteyen halkın bir anda kaos ve anarşiyle karşılaşması, genç, ihtiyar herkesin bu kaos ve anarşi ortamından kurtulmak için bir yol araması…
Bir de tüm olayların tam merkezinde en zor anlarda Şahve’nin hayata tutunmasını sağlayan Şule var. Kim bilir belki de Şule'yle kader onu karşılaştırmamış olsaydı Şahve bu denli azimli birisi olarak çıkmayacaktı önümüze. Zor anlarında hep Şule vardı gözlerinin önünde beliren. Onun büyümesini, karakter olarak kendisini bulmasını ve bulduğu yollarda her zorluğa göğüs gererek yürümesini, düşecek gibi olduktan sonra tekrar eski hale geri dönmesini sağlayan hiç kuşkusuz Şuledir. Aslına bakılırsa, kaderin bir cilvesidir ki, Şahve için ilk başlarda Şule ne denli değerliyse, romanın ilerleyen bölümlerinde Şahve de Şule’nin güvenç yerine dönüşüyor. Özgürlüğün, bağımsızlık aşkının herhangi bir kadına duyulan aşk yüzünden azalması, belki de yok olması düşünülürken, bu aşk hakkında oluşmuş kuramlar adeta yerlebir ediyor.
İlk önce kardeşinin şehit olması, daha sonra anne babasının elim bir trafik kazasına kurban etmesi Şule’yi büyütüyor, o şen şakrak kızın yerine romanın ilerleyen dönemlerinde çok metin, hayatın her yüzünü görmüş bir kız çıkıveriyor ortaya ve hayatının geriye kalan dönemlerinde Şahve'yle beraber yürüyor.
Tüm bunlar Azerbaycanlı gazeteci yazar Sabir Şahtahtı’nın Azatlık nağmesi kitabında yakın tarihimizde gerçekleşen olaylardan sadece bir kaç kare olarak karşımıza çıkıyor. Yazar 1988 yılından itibaren başlayarak eski Sovyetler Birliği dahilinde gelişen sosyopolitik olaylara, gerçekleşen devrimlere kendince bir bakış açısı oluşturarak, bu bakış açısı üzerinden yürüyerek olayları yorumluyor. Rusların ve Ermenilerin halkımıza karşı uyguladıkları soykırımların arka planlarına bilmeyenler için ışık tutuyor. Bunu yaparken sosyopsikolojik, toplumsalcılık gibi değer yargılarından uzak bir dille Azerbaycan’ın o dönemde yaşadıklarını anlatıyor. Öyle ki, romanın her paragrafında, her cümlesinde o dönemi yaşamış herkesin gözleri önünde anlatılanlar canlanıyor ve istemsiz bir biçimde dile geliyor o anılar: evet, ben bu anları yaşamıştım!
Sabir Şahtahtı
17 Kasım 1988 tarihinden itibaren Bakü’de başlayan olaylar ve Ermenistan’ın Azerbaycan’a toprak iddiaları, tecavüzler, işgaller, soykırımlar bunlar hepsi Azerbaycan insanının hayatından geçen, geçmekle de yetinmeyip adeta hayatları ikiye bölen birer travmalardır. Şimdi kendime soruyorum: acaba Şahve, Şule ya da onlarla gösterilerde büyüyen o dönemin gençliği o fırtınaları yaşamamış olsalardı, neler değişirdi hayatlarında?
Yine romandaki gibi travmaları mevcut olur muydu? Yine tutunamayan insan karakterleriyle karşımıza dikilirler miydi? Bilmiyorum, siz romanı okudukça fark edecek misiniz, ama bana göre romanın tüm karakterlerinin içinde travmalı, ayn zamanda tutunamamış insanlar var. Hüzünlü, yaşadıkları trajediler yüzünden burukluklar yaşasa da, asla içinde bulunan olumluluğu yitirmemiş Şule için düşünüyorum: Şule Sovyetler Birliği dağılmamış olsaydı, bunca şeyi yaşayacağını hayal edebilir miydi? Sanmıyorum!
Şahve de muhtemelen 1988 yılında böylesi bir süreç başlamamış olsaydı, okulunu bitirip memleketine dönecek ve büyük olasılıkla romandaki taksi şöförü gibi hayatta kalmak için mücadele edecekti. Belki de kendi köyünden birisiyle evlenerek çoluğa çocuğa karışacaktı. Hatta Payız’ı da unutacaktı. Ve asla Bakü’de hastaneye yolu düşmeyeceği için Payız'la da karşılaşmayacaktı. İçinde bastırılan duyguları da uyanmayacak, günyüzüne çıkmayacaktı.
Ama olmuyor işte! Yazgılardan hiç kimse, ama hiç kimse kaçamıyor. Yazar Sabir Şahtahti de bunu gayet iyi biliyor ve karakterlerini de romanın kurgu ve örgüsü aracılığıyla öyle bir hazırlıyor ki, okur da karakterlerin tabiri caizse bu teslimiyeti karşısında adeta büyüleniyor ve hiçbir şey söyleyemiyor. Hatta Şahve’nin tutuklanması sahnesi ve zındanda yaşadıkları öyle bir ustalıkla anlatılıyor ki, inanamıyorsun onun bu çirkeflerden kurtulacağına. Ama kurtuluyor işte. Kurtuluyor ki, geleceğe güven ve imanla bakmak için içinde bir güç bulunsun. İçinde bir güç bulunmamiş olsaydı, Şahve Şule’ye kavuşamayacak ve beraber yaşamın bu engebeli yollarında yürüyemeyeceklerdi.
Sevgi de böyle bir şey işte. İnsanlarda hep bir yerleri boş bırakıyor. Yarına olan umutlar orda kendi yerlerini alsınlar diye.
Umutlar da onlara güzel günleri getirsinler diye.
Güzel günler güzel çocuklarla beraber gelsin diye.
İşte bu yarınlara duyulacak olan güveni sayın Sabir Şahtahtı çok mükemmel anlatmış Azatlık Nağmesi’nde! Okuyup beğeneceginizi umuyorum. Şahve’nin, Şule’nin, Payız’ın gençliklerini kaybettiklerini, ama bedel olarak bağımsızlıklarını kazandıklarını anlatan bir romandır Azatlık Nağmesi. Okumaya başladığınızda elinizden bırakamayacağınız bir kitap olacağını taahhüd ediyorum.
Oktay Hacımusalı
Çevirmen yazar
GERCEKEDEBİYAT.COM
YORUMLAR