Son Dakika



 

Rukiye Epli Dede'nin Galeri Akdeniz'de açtığı sergideki resimlerin tümü kadın portrelerinden oluşuyor. Her biri ayrı kadın yüzlerinden oluşan resimlerde her kadının ayrı bir kişiliği resmedilmiş. Kimlik demiyorum, kimlik değişkendir, her insanın birçok kimliği olabilir, ama kişilik değişmezdir; insan ruhuna yapışır; ölene dek onun rengi olur.

Kahlo kendini (kadını) çizerken kalp, rahim, meme, omurga gibi bedensel simgeleri kullanmıştı. Rukiye Epli Dede ise yüzü kullanıyor. Kadınlar bedenleriyle organlarıyla değil, hatta gövdeleriyle bile değil, yüzleriyle varlar. Ama elbet bakışlarıyla!

 

Bu resimlerde kimlik krizini aşan ve kişilikte buluşan gücü, gözlerden anlıyorum. Bakışlar yüzün aynasıdır. Her biri ağır aşk sancıları yaşamış, bulaşık, çamaşır yıkamış, evliliğin yükünü, nefes kokusunu çekmiş ama var olmayı başarmış bakışlar bunlar. Rukiye'nin ağır fırça darbeleriyle hatta koyu (bordoya varan kırmızı - siyah) renklerle gizlemeye çalıştığı gözler capcanlı bakıyorlar. Umutsuz değiller. (Belki kollardaki çöküntü bir hayat yorgunluğunun eseri.) Resimler beni bakışlarıyla sardı dersem yeridir. Saçlara takılı her biri ayrı desende tül bu büyük evlilik kuşatmasını simgeliyor. Hemen hemen her kadının başında, eski ailelerin elle örülmüş tül perdelerinin kolajı andıran (ama kolalı!) desenleri sarkıyor. Rukiye Epli Dede'nin bir Diego'sunun olduğunu sanmıyorum; belki çocukluktan kalma bir kesit. Ressamın kendi imgesinden çok, bir tarihin yansıması. Her biri ağır bir tarih taşıyor kadınların. Belli. Caravaggio'nun "Bakire Meryem'in Ölümü"ndeki duygu her bir kadının yüzüne yansımış sanki. Ama ışıksız ve gölgesiz. Ama daha çok Bellini'nin Meryem'i!

 

Rukiye Epli Dede'nin kadın yüzlerinin ikinci önemli özelliği dudaklar. Her kadının küçük, kırmızı, kapalı asil dudakları var. Bütün bu hengâmede kişiliği simgeleyen en önemli unsur… Her biri bir genç kızın dudakları gibi taptaze, canlı. Bir duvar resminin boyamasını andıran resimlerde dudaklar bir özen timsali. Soluk alıyor, sıcak nefesi hissediyorsunuz. Oldukça mahrem bir durum.

Şair dostum Hüseyin Haydar bir şiirinde "Kendi adımı taze bir dal gibi ırmağa attım" diye yazmıştı. Her bir kadın o ırmağa atmış adını, kimliğini; geriye kişilikleri kalmış. Kendi başlarına mevcut resimler bunlar. Her birinin ayrı, derin, etkileyici, tekrardan bakınca yeni trajedilerin görüldüğü tarihleri var. Düşmanları yok bu resimlerin ama dostlarının olduğu da şüpheli. Varlığıyla yokluğu belli olmayan ara yerde kalmış bir sevgi işte. Degas'nın, Lautrec'in, Van Gogh'un, Gaugin'in, Picasso'nun yabancılaşma duygusunun benzeri Rukiye Epli Dede'nin resimlerine de sinmiş.

Goya'nın "Çıplak"ı, Renoir'in "Yıkanan Kadınlar"ı, Claude Monet'nin "Luncheon on the Grass" tablosu dahil kadınlar tüm büyük ressamların tablolarının öznesi olmuştur. Rukiye Epli Dede deyim yerindeyse ucuz politikaya kaçmadan, kadını bir sömürü aracı yapmadan kadını kimliğinden çok kişiliğiyle öne çıkaran unutulmaz resimler yapmış.

Ahmet Yıldız

Gercekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM