Piyasa Yazarı / Necati Güngör
Piyasa yazarının ünü, arabesk şarkıcıların ününe benzer: Saman alevi gibi parlayıp geçer.
Piyasa yazarı denince, bundan ne anlarız? Piyasanın isterlerine (taleplerine) göre yapıtlar üreten kimse… Sözgelimi aşk temalı romanlar mı istiyor piyasa, yazar oturup aşk romanları kaleme alır. Ya da, konusu tarihte, padişah saraylarının gizemli odalarında, örneğin haremde geçen romanların mı piyasası yüksek, kalemini bu yönde işletir piyasa yazarı. Ya da, diyelim okurun elini apış arasında gezdirecek erotik romanlara karşı mı ilgi var? Piyasa yazarı bunları karşılamak üzere kaleme sarılır. Bu bazen polisiye olabilir, bazen ortaçağ dekorlu mistik bir derviş romanı… Ya da birden fazla türün bileşimi bir ürün ortaya konur. O gün için hangi malzeme pazar bulabiliyorsa, piyasa yazarı onu tezgâha alır. Ben piyasa yazarı olayım diye de ortaya çıkmaz hani; çoğu zaman piyasa yazarının yolu, piyasa isterleriyle kesişir. Üretim, piyasaya denk düşer. Bu yazar türü her dönemde olmuştur, olacaktır da… Değerlerin altüst olduğu, at izinin it izine karıştığı dönemlerde, kimi piyasa yazarları öne çıkıp, tüm piyasayı da ele geçirebilir. Tıpkı bir dönem arabesk şarkıcıların müzik piyasanı ele geçirmiş olması gibi. Onlar da yazılı kültürün arabesk şarkıcılarıdır. Gazetelerde roman tefrikası yapıldığı dönemlerde ortalığı kasıp kavuran birçok yazarın günümüzde adı sanı bilinmiyor. Bugün yapıtları listelerden inmeyen, kitapları binlerce satan, kitaplarının geliriyle villalarda oturup paşa paşa geçinen kimi hanımlar ve beyler de öyle, arabesk şarkıcılar gibi unutulanlar listesinde bulunmaya yazgılıdır. Sahaf dükkânlarını gezenler, bunun örneklerine bolca rastlayabilir. Piyasa yazarının kitapları bir kez okunduktan sonra işlevini yitirdiğinden, kütüphanelerde yaşam boyu saklanma şansına sahip değildir. Tıpkı modası geçmiş giysiler gibi kaldırıp atılır. Nasıl ki eski giysiler toz bezi yapılıyorsa, piyasa romanlarının sayfaları da kabak çekirdeği külahı olarak işe yarar ancak. Piyasa yazarının ilgi ve değer görmesi, popüler kültüre yön verenlerin şapşallıklarıyla doğru orantılıdır. Bu kesimin şapşallığı arttıkça, piyasa yazarının piyasası yükselir. Çeviri ya da yerli, birçok edebi yapıtın gürültüye gittiği zamanımızda, piyasa yazarlarının yeni yayımlanmış bir kitabı, televizyon kanallarının ana haber bültenlerine konu olabiliyorsa, bunun ekran egemenlerinin şapşallığı dışında bir açıklaması olabilir mi? Hatta bazen kimi piyasa yazarları, çevrelerini iyi kullanarak birkaç kanala birden çıkarak, derinliği olmayan yapıtının reklamını yapma olanağı yaratabilmektedir. Kanallarda haber ya da program hazırlayıcılarının ya da sunucularının, ekrana çıkardıkları piyasa yazarının yapıtını değerlendirebilecek ya da ona eleştiri yöneltebilecek kültürel donanımlarının bulunmadığı da kesin. Bu nedenle sarf ettikleri tanıcı sözler yavan ve yapay, yönelttikleri sorular yalnızca çanak tutucu nitelikte, hatta anlamsız ve boştur… Ama olsun, televizyon izleyicisinin düzeyi de ondan daha yukarıda değil ya! Kör satıcının kör alıcısı olur! Piyasa yazarının derdi de zaten o değil; o yalnızca pazara sürdüğü malının bir an önce tüketicisine ulaşmasını amaçlar. Oysa edebiyatçı piyasayla ilgilenmez. O, kendi derin yatağında akan bir nehir gibi vakur ve durgun görünüşlüdür. Edebi yazarlar da elbette yazdıklarının çok satmasını, üst üste basımlara ulaşmasını, tüm toplum kesimlerince okunmasını ve anlaşılmasını ister. Ama bunun için, popüler kültür piyasasının koşullarıyla yarışa girişmez. Hatta, böyle bir yarışa gönül indirmez. Örneği yine müzikten verelim: Klasik Türk musikisinin en iyi yorumcularından Zeki Müren, arabeskin tavan yaptığı dönemlerde piyasayı başkalarına kaptırma telaşıyla arabesk şarkılara yönelmişti. Bu onun sanat grafiğinde kesin bir düşüştü. Bugün, o arabesk şarkılarıyla değil, Şükrü Tunar’ın bestesi şarkılarla anılıyor hâlâ. Bu konudaki bir başka örnek de Bülent Ersoy. Çıkış dönemindeki ilk kasetine okuduğu şarkıların düzeyini sürdürseydi, hem klasik müziğimize, hem de kendi biyografisine olumlu katkılar sağlardı. Onun yerine, klasik yapıtları bir kenara itip, nağme zengini sesinin güzelliğini arabesk cıvıklığa feda ederek piyasada kalmaya çalıştı. Yazarlarımıza dönersek… Yetmişli yıllara kadar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın adı var, kendi yoktu ortalarda. Kitapları ilk basımlarıyla kalakalmıştı. Yetmişli yılların okurları, onu ancak sahaf dükkânlarının tozlu raflarında bulabiliyordu. Dilinin eskimişliğine karşın, Tanpınar yetmişli yıllardan sonra adeta yeniden keşfedildi! Beş Şehir, Huzur, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Mahur Beste, bugün kaçıncı basımda, belli değil. Yıllar yılı toprak altında kalmış arkeolojik yapıtlar gibi değeri anlaşıldı bu kitapların. Aynı şeyi, Abdülhak Şinasi Hisar’ın yapıtları için de söyleyebiliriz. Oğuz Atay’ı yetmişli yıllarda Sinematek’te görürdüm. Ödül aldığı halde tek basımı yayıncısının deposunda kalakalmış Tutunamayanlar’ın hak etmediği ilgisizlikten ötürü hüzünlendiğini anımsarım. Ortak arkadaşımız Selim İleri’yle karşılaştıklarında alaylı sözlerle yakınırdı bu ilgisizlikten. Bugün, Tanpınar gibi onun da yapıtları üst üste basımlar yapıyor, ama yazık ki Oğuz Atay’ın haberi yok! Sonuç olarak diyeceğim ne? Gerçek yazarlar, piyasa yazarlarının gördüğü ilgiye bakıp da moralini bozmasın. Moda olan, eninde sonunda “demode” olur! Ama edebi yapıtlar moda rüzgârlarıyla yaratılmadığı için demode olma olasılığından uzaktır. Gerçek yazarın değeri, geç de olsa, gün gelir anlaşılır. Oysa piyasa yazarının bugünü var, yarını yok. Piyasa yazarının ünü, arabesk şarkıcıların ününe benzer: Saman alevi gibi parlayıp geçer. Edebi yazar, ün için yazmaz. Ün, ortaya konan yapıtın gölgesidir; nereye giderse ardı sıra izler onu; görünmediği zamanlarda yok olduğu anlamına gelmez. Bazen piyasa yazarının elinden çıkma bir yapıt çok satmayabileceği gibi, tam tersine, edebi yapıtların da çok sattığına tanık oluyoruz. Ama bizim söylemek istediğim başka: Söylemek istediğimiz, iktisatçıların “kötü para iyi parayı kovar” dediklerine benzer bir durum. Yani, kötü yapıtın iyi yapıtı kovması… Piyasa yazarlarına örnek vermemi istemeyin benden, çünkü ortalıkta onlardan daha bol bir şey yok! Necati Güngör Gerçekedebiyat.com
YORUMLAR