12 Eylülcüler, Atatürk’ün kendi parasıyla kurduğu türk Dil Kurumu’nu yasalar çiğnenerek kapatıldı. “Satış yerlerinin türkçe adları” hakkındaki 825 sayılı yasa, Özal hükümetinin kanun hükmünde kararnamesiyle ortadan kaldırıldı. Türk Dil Kurumu’nun yönetimi, dil devrimine karşı olanlara teslim edildi. Türkçemizin folloğuna yapabancı dillerin yumurtaları konuldu böylece. Sonra, “Türkçe bilim dili değildir” tartışmaları yaşandı. Şimdi de “Türkçe ile felsefe yapılmaz”  denilerek ‘Osmanlıca’ savunulmaya başlandı.
 
Washington’da, Türk Tanıtma Enstitüsü başkanlığı yapmış, Türkçe dışında pek çok dil bilen, Yakup Kadri’nin Yaban romanını İngilizceye çevirmiş, Türk dostu arkadaşım David Cuthell’in bana söylediği şu sözlerin zamanıdır şimdi:
 
“Osman Bey, birçok yapabcı dil bilirim. Bu diller arasında türkçe öyle farklı bir  dildir ki, yüz yüksek matematik profesörü bir araya gelerek, Türkçe’yi yaratmışlar sanki. Bir kökten bir düzine sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam değişiyor. Türkçe öyle bir dildir ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.”
 
Osmanlıca Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı çorba bir dildir. Yaşamla ilgisi olmayan, halktan kopuk, yapmacık, donmuş, uydurma bir dildir. Saray çevresi ile saray okumuşlarının övündükleri, yüksek tabakanın konuştuğu çürümüş bir  dildir.
 
Bu dil, yönetenlerle yönetilenler arasında müthiş bir ayrım yaratmıştır.
 
Saray çevresi, Osmanlıcayı kendilerini halktan ayıran üst bir dil olarak görümşlerdir. Saray çevresinin halkla ilişkisi, vergi ve asker toplamaktan öteye geçmemiştir.
 
Tarihin akışı içinde Osmanlıca, Fuzuli, Şeyh Galip, Baki gibi şairler yetiştirmiştir. Şair Baki, “İdraksiz Türk” (akılsız Türk) diyerek Türkleri aşağılamıştır. 
 
Osmanlının son şairlerinden “Şairi Muazzama” diye bilinen Abdülhak Hamit pek çok şiir yazmıştır. Ama hiçbiri halka mal olmamıştır. Zamanla saray ve çevresi ortadan kalkınca, Abdülhak Hamit’in şiiri de ortadan kalkmıştır.
 
Saray çevresinde bunlar olurken, Türkçe konuşan halkımız, büyük sanatçılar yaratmış, öz Türkçemiz gelişmiştir.
 
 
DÜŞMANIMIZ KİNDİR 
 
İzmirli yurttaşımız Homeros’tan sonra Anadolu’da yetişmiş en büyük kült insanlardan biridir Yunus Emre. 800 yıldan beri dizeleri, ilahileri ağızdan ağıza dolaşmıştır. Toroslardaki köyümde okuma yazma bilmeyen -anam da dahil- pek çok kadın, ezbere Yunus Emre ilahileri söyler, “Koca Yunus der ki” diye başlarlardı. 
 
Yunus Emre, kindar ve dindar sözünü ağzına almamıştır. Aksine, “Düşmanımız kindir bizim” demiştir. Kendi zamanının can alıcı sorunlarına değinmiş, işbirlikçi, acımasız, çıkarcı Türkmen beylerini şiiriyle eleştirmiştir. 
 
Geçti beyler mürüvetti,
Binmişler birer atı,
Yedikleri insan eti,
İçtikleri kan olmuştur
 
 
500 YILDIR YAŞIYOR
 
Pir Sultan Abdal, 500 yıl önce köylülere, çiftçilere anlaşılır bir dille seslenmiştir:
 
Öküzün damını alçacık yapın,
Yaş koman altına kuruluk sepin,
Koşumdan koşuma gözünden öpün,
İrençberler hoşça tutun öküzü.
 
 
BÜYÜK BİR ŞİİR DİLİ
 
Aşkın ve doğanın büyük çığlığı Karacaoğlan ise:
 
“Yeme el malını, bir gün geri ödersin, iğneden ipliğe” diye sesleniyor.
 
“Yar yüzüne yüz yıl baksam az gelir / Bin yıl dahi baksam kanan değilim” diyor uzun soluklu sesiyle.
 
Seyrani, “Aşkın ipliği ile dikilen dikiş, mahşere kadar sökülmez imiş” diyor. “Eğri okla doğru nişan vurulmaz” diyor ayrıca. Günümüze eğri oklarıyla doğru nişan vurmaya çalışanlara sesleniyor. 
 
Aşık Veysel, “Kuş olsan da kurtulamazsın elimden / Eğer görse idim göz ile seni” diyor.
 
 
TÜRKÜLERİ "HALK" SÖYLER
 
Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nu kurması ile yaşayan, dirilen, canlı hayatın yürüyüşüne katılan Türkçemiz, dünya çapındaki şairimiz Nazım Hikmet’i yarattı. Nazım, büyük bir şiir dili kurmuştur. Şeyh Bedrettin Destanı, Memleketimden İnsan Manzaraları, Kuvayi Milliye destanlarını yazdı. Dilimizi dünya dillerine tanıtmıştır. 
 
Arı duru Türkçemiz, Sabahattin Ali, Sait Faik, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Ahmet Arif, Attila İlhan, Fakir Baykurt, Ceyhun Atuf Kansu gibi büyük şair, öykücü ve romancı çıkarmıştır.
 
Ağıtları, türküleri halk söyler. Anadolu bir destan toprağı olduğu kadar türküler, ağıtlar yurdudur. Siz hiç Osmanlıca ağıt ya da türkü duydunuz mu?
 
Yunus’un, Pir Sultan’ın, Karacaoğlan’ın, Dadaloğlu’nun, Nazım Hikmet’in yarattığı güzelim Türkçeye saldıranlar, Yunus’un “Biz buradan gider olduk, kalanlara selam olsum” sözlerindeki selama layık olamazlar. 
 
 
HALKIN MEZAR TAŞLARI
 
Osmanlıcayı savunmak için “Atalarımızın mezar taşlarını okuyamıyoruz” bahanesine sarılıyorlar. Çanakkale’den Kocatepe şehitliklerimizde, öz Türkçe yazılı yüzbinlerce mezar taşını okudunuz mu? Çuruova’daki ırgat mezarlıklarını gördünüz mü? Aşağıda ırgat mezarına yazılanlar, yatan ölünün günümüze uzanan çığlığıdır:
 
Diyeceğin diyemedi,
Giyeceğin giyemedi,
Yiyeceğin yiyemedi,
Yetmişinde öksüz gitti Memetali.
 
Bir başka ırgat mezarı taşından:
 
Sarı sıcağın alnında, 
Kırk çeşmenin ortasında susuzluktan kırıldık.
 
“Kırk çeşme” dediği, “toprak ağalarının el koyduğuğu zengin, bitek Çukurova topraklarından bir avuç yere sahip olamadık” demektir. 

Osman Şahin

Gerçekedebiyat.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)