Son Dakika



Büyük Oğul Efsanesi[1]bir “devrim öğretmeni”nin, Türk eğitim devriminin öyküsüdür. Romanın öznesi, o büyük oğul da İsmail Hakkı Tonguç’tur.

O da Cumhuriyet’in o büyük oğulları gibi, Selanik’ten, Balkanlar’dan, adalardan kopup gelenlerdendir;.Mustafa Kemal, Mahmut Esat Bozkurt, Reşit Galip, Tevfik Rüştü Aras, Şükrü Kaya gibi…

Hasan Tahsin, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali; Cahit Arf, Pertev Naili Boratav, Macit Gökberk gibi…

Yeni arayışların ardına düşmeden, yeni baştan gelecek düşleri kurmadan; bendini yıkıp devrim coşkusuyla gürleyip akmadan, devrime inanmak, eylemi ayaklandırmak olası değildir.

Gün gelip sıra soyadı seçimine gelince İsmail Hakkı, “Tonguç” adını yeğler.Çünkü o hâlâ dedesi Veli’nin “Tongucum”diye okşadığı çocuktur. Neden mi? Bütün anılara ölüm vardır, ama çocukluk anılarına yoktur da ondan!  Tonguç, “büyük oğul” anlamını taşır. Bu ad, sekiz kardeşin en büyüğü olduğunu imler.Salt onu mu? O’nun “büyük düşler”inive kararlılığını da imler kuşkusuz. Geldiği Balkan kültürüne saygıyı, çocukluk günlerine özlemi de…

ÖNER YAĞCI'NIN DÜŞÜ

Öner Yağcı da yıllarca bir büyük düşün peşine düşüyor: Tonguç’un romanını yazmanın. Yağcı, Tonguç’la ilgili ne varsa okuyor, kiminle görüşmesi gerekirse görüşüyor. Engin Tonguç dahil. Onun son yıllarda yaşadığı Soma’ya kadar gidiyor. Bu 544 sayfalık kitabın ilk elli sayfasında da bu çabasını anlatıyor. Bir roman için pek alışılmış bir durum değil.

İsmail, 1893 doğumlu. Romanya sınırına çok yakın Atmaca’dan (Tatar Atmaca – Sokol). Silistre’ye 30 km. Dobruca’ya çok yakın. O topraklardan kopuşu 1914. Yaş 21. Artık o topraklarda soluk almak çok zor. Ayrılık, en çok anayı yaralıyor kuşkusuz. Ancak sezgisi en güçlü olan da odur. Bütün analar gibi… Oğlunun isteğini ve gidişini, bütün ailede destekleyen tek kişidir Vesile Ana.

İsmail’in İstanbul’da ilk çaldığı kapı, bir hemşeri kapısıdır. O paşadan, aldığı yanıtı ömrü boyunca hiç unutmaz: “Parası olan okur, olmayan okuyamaz. (sayfa 58)”  Bu yanıtı belleklerimize iyice kazıyalım.Çünkü Tonguç, bütün yaşamını o parasız çocukları okutmaya adayacaktır;köy enstitülerindeki çocuklara…

İsmail kararlıdır; bu kez de bir dilekçeyle doğrudan Eğitim Bakanı Şükrü Bey’in makamına çıkar. İstediğini elde eder, bakan onu, kendi memleketine, Kastamonu Öğretmen Okulu’na gönderir. Dahası bir söz de verir: “Beğenmezsen seni oradan aldırır, İstanbul’un en iyi okuluna yazdırırım. (sayfa 60)” Bakanın verdiği bu sözü de belleklerimize kazıyalım; İsmail Hakkı, ileride köy enstitülerinden mezun olan her öğrencisiylebir ömür mektuplaşacaktır.  Mahmut Makal, Talip Apaydın, Mehmet Başaran’larla…

Beş gün süren zorlu bir yolculuktan sonra Kastamonu’dadır. Okulların hali de ülkenin halinden pek farklı değildir. Kırılıp dökülmeyen hiçbir şey yoktur. Buyoksulluğun yok etmediği tek şey, düşler ve ülkülerdir.

İsmail,burada bir buçuk yıl kalır. Şükrü Bey’e başvurur, artık İstanbul’dadır. Kayıt sırasında kimlik kartına bir ad daha eklenir:“Hakkı”.Mustafa’ya Kemal adı eklenmesi gibi… Bu okulu farklı kılan, Satı Bey’di kuşkusuz; üç beş yıl öncenin müdürü. Geleceğe yürünen bir okuldaydı;Tevfik Fikret’in Öğretmen Okulları Marşı’yla[2] yürünen, “… çok bilgi edinmenin değil, öğretmenlik yapabilmeye gerekli olanı bilmenin ve uygulamanın… (sayfa 65)”yaşama geçirildiği bir okulda...

İsmail Hakkı, bu okulda başarısıyla sivrilir; Almanya’ya gönderilecek öğrenciler arasına seçilir. Önce Almanca kursu, sonra ver elini Almanya…1918 Eylül’ünde, Münih’e yakın Karlsruhe’ninEttlingen öğretmen okulundadır.Salt beynin değil, elin ve gözün eğitildiği, pratiğe dönük bir eğitimin yapıldığı okulda.

1918, salt ülkemizin değil, Almanya’nın da zor günleridir. Dünya Savaşı yenilgisi, Spartakistler ayaklanması, RosaLuxsemburlar başta olmak üzere devrimci katliamı… Yaşananlardan etkilenmemek olası değil.Demek ki “devrimci kimlik”, kendiliğinden oluşmuyor.

Dönüş yolunda başka bir zenginliği yaşar İsmail Hakkı.Yol arkadaşları, Hamburg’dan bindiği vapurda tanıştığı Türk Spartakistleridir. “Kurtuluş” dergisini çıkaran Vedat Nedim Tör, Ethem Nejat… 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıkarken, onlar da Haydarpaşa yanaşırlar.

İstanbul zor günler yaşamaktadır. İsmail Hakkı, o ünlü Sultanahmet Mitingi’ni izler; olup biteni dikkatlice gözler. Görür ki artık ilk adımın atılacağı yer Anadolu’dur. O ilk adımı atar, Eskişehir Öğretmen Okulu’nda öğretmenliğe başlar. Sonraki yıllarda Balkanlar’dan göçen ailesi de Eskişehir’e yerleşir.

Bugün de hâlâ o yanılgı sürer; Anadolu’da sadece Yunan askerinin bulunduğu sanılır. Arkadakileri de çok iyi görmek gerekir. Onlar, her zaman emperyalist ağalardır.

İşte okulda nöbetçi olduğu günden bir anı: Bir İngiliz teğmen, birkaç süngülü erle okulun kapısındadır. İsmail Hakkı,okulun işgaline karşı çıkınca teğmen tarafından tokatlanır. İsmail Hakkı, tepki gösteren öğrencilerini zor yatıştırır ve onlara şöyle der: “Bağımsızlıklarını yitiren uluslar, böyle tokatlara layıktırlar. Sorun sokak kavgalarıyla değil, o bağımsızlık yeniden kazanılarak çözülür. (Sayfa 72)” Köy Enstitülerinin var oluş gerekçesi, işte bu sözdedir. Köy enstitüleri “tambağımsızlık” savaşımızın bir parçasıdır. Evet, bu anı, bize bir şey daha öğretiyor; okul, çevreden, yaşamdan, yaşanılanlardan soyutlanamaz.

Eskişehir işgal edilince, İsmail Hakkı’ya Ankara yolu görünür.

Geçmişimizle gurur duyalım; TBMM Hükümeti, hem “kurtuluş”un hem “kuruluş”un planlamasını birlikte yapmaktadır. Evet,hem de 1922 koşullarında, daha nitelikli öğretmen gereksinimini karşılamak için, Avrupa’ya öğrenci göndermektedir. İsmail Hakkı da yarım kalan eğitimini tamamlamak için tekrar Karlsruhe’dedir. Belleğimizi tazeleyelim; Sabahattin Ali’yi Sabahattin Ali yapan da o Almanya’dır, o kültürdür.

Geçmişimizle gurur duyalım demiştim. Anımsayan var mıdır bilmem, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin temelleri de bu koşullarda atılmıştı; hem de Sakarya Savaşı’nda üç hafta önce. 

İsmail Hakkı’nın, Karlsruhe’deki başucu kitabı, Blonsky’nin “İş Okulu”dur. Bu kitap, İsmail Hakkı’da bambaşka nitelikte öğretmen yetiştirme ve köy okulları fikrini filizlendiren onca kaynaktan biridir.

Yaşadıkları ve tanıklıkları, İsmail Hakkı’ya bir şeyi daha öğretir. Ethem Nejat’ın[3] düştüğü hataya düşmemeyi; “Günlük siyasal yaşama bulaşmadan amaçlara varmayı denemenin, bir eğitimci için en doğru yol olduğunu… (sayfa 79)”. Ethem Nejat, eğitime çok büyük hizmetleri ve katkıları olacak bir eğitimciydi.

İsmail Hakkı, Almanya dönüşünde Konya Öğretmen Okulu’nda Resim-Elişi ve Beden Eğitimi öğretmenidir. “Muallimler Birliği”ninde kurucularındandır. Anımsatayım, Mustafa Necati 1925’te 28 yaşında Milli Eğitim Bakanı olduğunda bu birliğin başkanıydı.

İsmail Hakkı’yı ve Köy Enstitülerine giden yolu iyi görüp kavrayabilmemiz için,İzmir İktisat Kongresi’nde, tarımcı grubunun kabul ettiği şu ilkeleri çok iyi bilmemiz gerekir: “Köy okulları beş-on dönüm arazi içinde yapılacak ve bahçelerinde fenni ahır, kümes, arı kovanı bulunacak ve meyvelik ve sebze ekimiyle köylüye örnek olunacaktır. Ayrıca uygulamalı örnek eğitim çiftlikleri kurulacaktır. Köy çocuklarının tarım meslek okullarında yetiştirilmeleri ve daha yetenekli olanlarının daha üst düzeyde okutulmaları sağlanacaktır. (sayfa 85)”

Cumhuriyet, eğitimde arayış içindedir. 1924 yazında John Dewey Türkiye’dedir. Raporu şu tümceyle biter: “Okulun kalbi öğretmendir. Başlanacak ilk nokta öğretmenlik mesleğini iyileştirmektir. (sayfa 85)”  Unutmayalım ki, cumhuriyet yıkıcıları, cumhuriyetle sorunlu olanlar, yüz yıldır, öğretmen yetiştirme sistemiyle uğraşmaktadırlar.

Cumhuriyetin arayışı nedeniyle, İsmail Hakkı Tonguç’un yolu, bir kez daha yurt dışına düşer.  1925 Mart’ında bir kez daha Almanya’dadır. İlgisini en çok çeken, Bavyera’daki“kır eğitim yurdu”dur. Burada öğrenciler özgürdür, hepsi işliklerdedir. Bu arada Leipzig’de “iş eğitimi semineri”ne katılır, “Bauhausekolü”nü de inceleme olanağını bulur.

Almanya’ya yolu daha çok düşecektir. 1929 Ekim’inde, 1938 Ağustos’unda…Pestolozzi, Kershensteiner, Dewey gibi eğitimcileri tanır. Kershensteiner’in“Mürebbini Ruhu ve Muallim Yetiştirme Meselesi”  adlı yapıtını da Türkçeye çevirir. Aldığı bütün bu eğitimlerden, yaptığı çalışmalardan belleğine kazıdığı en başat tümce şudur: “İşi makine de yapar ama eseri yalnız insan yaratır. (sayfa 106)” Demek ki “bize özgü”lüğüne karşın, Köy Enstitüleri sistemi, hiç de öyle gökten zembille inmemiştir.

Dönelim 1925’lere. İsmail Hakkı, Almanya dönüşü, Mustafa Necati tarafından 11 Mart 1926’daOkul Müzesi Müdürlüğü’ne atanır. 1929’daki dönüşünde ise Gazi’nin resim öğretmenliğine.

MUSTAFA NECATİ

Köy Enstitülerini biliriz de cumhuriyetin 1926’daki şu çabasından çoğumuzun haberi yoktur: Denizli ve Kayseri’de iki köy öğretmen okulu açılmıştır. Bu üç yıllık okullarda, öğleden sonraları, sadece tarıma ayrılmıştır. Gazi Eğitim Enstitüsü’nün açılışı ile karma eğitime geçiş de Mustafa Necati’yledir.

Bu arada İsmail Hakkı, Nafia Hanım’la evlenir. Etlik’teki bağ evi onların huzur yuvalarıdır. Nafia Hanım’ın ablası, CHP’nin önde gelenlerinden NafiAtuf Kansu ile evlidir. NafiAtuf, Ceyhun Atuf Kansu’nun babası, Işık Kansu’nun dedesidir.

Zamandizinsel yolculuğumuzu sürdürelim. Mustafa Necati, Millet Mektepleri’nin açıldığı ilk gün yaşamını yitirir.

1 Ocak 1930 – 10 Haziran 1935 Milli Eğitim’de duraklama dönemidir.  Hızlanma, Saffet Arıkan’la yeniden başlar.  Reşit Galip’in o on bir aylıkbakanlığında ise(19 Eylül 1932 - 13 Ağustos 1933), üniversite reformu gerçekleştirilmiş; Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu gibi kurumların yapılanması sağlanmıştır.

1935’te Saffet Arıkan Milli Eğitim Bakanı’dır. Arıkan, Tonguç’u Gazi Eğitim’de tanır. Tonguç’un dersini izler, öğrencileriyle birlikte nasıl çalıştığını görür. On gün sonra da bakanlığa çağırır.  Kendisine, CHP programından işaretlediği yerleri okutur ve şu soruyu yöneltir: “Sen bizim hayallerimizi gerçekleştirebilecek misin? (sayfa 132)” Tonguç 3 Ağustos 1935’te vekâleten İlköğretim Genel Müdürü’dür. Asaleti, dört buçuk yıl sonra 31 Ocak 1940’ta onaylanır

1936 Mayıs’ında,köy çocuklarının eğitimi içinyapılacak denemenin, ayrıntıları belirlenip program ve ilkeleri saptanır. Bir çalışma grubu oluşturulur. Yapılacak ilk iş, eski onbaşı ve çavuşları, altı aylık bir eğitimden geçirip nüfusu 250’den az olan köylerde görevlendirmektir. Temmuz 1936’da Eskişehir-Çifteler’de ilk adım atılır.İlkeğitmenkursu açılır.

1937’de bir Amerikan Koleji olan Kızılçullu’dave Eskişehir-Çifteler’de ikinci büyük adım atılır. 11 Haziran’da “Köy Eğitmenleri Kanunu” yasalaşıyor. Anımsayalım, Adnan  Menderes o kolejin mezunudur

1938 baharında başlayan Çifteler’deki yapılaşma,sonraki yapılaşmaların bir örneği olarak, Macar UstaSili Layoş’unyönetiminde, öğretmen ve öğrencilerin emekleriyle gerçekleştirilir. Bu imecede, Mualla Eyüboğlu’nun emeği de unutulmamalıdır. İşte bu imecenin nasıl gerçekleştiğine somut bir örnek: Gölköy Köy Enstitüsü’nün ilk müdürüSüleyman Edip Balkır, Tonguç’a kendi ürettikleri “dört tuğla”yı gönderir. Tonguç, bu çalışmadan duyduğu umut ve mutluğunu,şu coşkulu yanıtıyla somutlar: “Sen ilk kazmayı vur, arkası gelir.(sayfa 169” Evet, arkası gelir. O emek, yurdun dört köşesinde filizlenir. Tonguç, işin takipçisidir. Bir Çifteler’de, bir Gölköy’de, bir Kepirtepe, bir İvriz’dedir artık…

Daha önce de belirtmiştim, 1938 Ağustos’unda, yapılacak işi daha somut temellere oturtmak için,Tonguç, bir kez daha yurt dışındadır. Daha geniş kapsamlı bir gezidir bu. Bulgaristan, Macaristan, Almanya’daki eğitim kurumlarını bir kez daha inceler. Özetle, köy çocuklarını eğitme projesi, bir komünist icadı değil, birçok iyinin bileşenidir.

10 Kasım 1938’de Atatürk’ün yaşamını yitirir; devlet yönetimide büyük ölçüde değişir. Aralık 1938’de Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’dir.

1939’a girerken eğitmenli üç yıllık köy okulu sayısı 2000’i bulmuştur.1939 Ocak’ında eğitmen kursları, öğretmen okullarına bağlanır. Şubatta “İlköğretim Dergisi” yayınlanmaya başlar. Tonguç, bu dergiye sık sık yazar; ne yapmak istediğini, eğitim ve siyaset çevresiyle paylaşma olanağını bulur. Amaç, “köyü canlandırmak, bilinçlendirilmiş yeni tip insanı yaratmak”tır.

Evet, eğitime ivme kazandırılmıştır. 14 Temmuz’da Köy Öğretmen Okulları yasalaşır 17-19 Temmuz’da da eğitimin tüm konularını tartışmak üzere Milli Eğitim Şurası düzenlenir. Bu şuranın gördüğü en önemli işlev, Köy Enstitülerine giden yolun önünü açmasıdır.Tonguç, arkadaşları Ferit Oğuz Bayır ve Süleyman Edip Balkır’la sonu köy enstitülerine varacak projelerini anlatırlar; “enstitüsü” sözcüğünü ilk kez burada dillendirirler. 

II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yeni bir gereksinimin farkına varılır. Yeni silahları kullanacak okumuş er yoktur. Bu gereksinimi yüksek sesle dile getiren de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür.

Evet, “kurtuluş” gerçekleşeli neredeyse yirmi yıl olmuştur, ancak “kuruluş”un altyapısı hâlâ sorunludur. 18 Mart 1924 tarihli Köy Kanunu’ndan yararlanılarak, köylerde imeceyle sadece dört bine yakın köy okulu yapılabilmiştir. Daha 35 000 okula ve bu okullara gönderilecek öğretmene gereksinim vardır.

Köyü köylüyü tanımadan, neyin nasıl yapılacağını yerinde görmeden bir şey yapmak, neredeyse hiç olanaklıdeğildir. Bu nedenle Tonguç, 1940 yazını, bütün yurdu dolaşarak geçirir… Görevde kaldığı on bir yılda, yolunun düştüğü köy sayısı 9170’tir. Bu olağanüstü çabaya inanmak, gerçekten güç!

24 maddelik 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası, 17 Nisan 1940’ta kabul edilir. İnönü, görüşmeleri Meclis’teki locasından izler. Bu oturumda, Kazım Karabekir, üç kez söz alır; “enstitü” adına ve bu okullara yalnızcaköy ilkokulların çocuklarının alınmasına karşı çıkar. Yasa,  278 milletvekilini oy birliğiyle kabul edilir; ancak şu da acı bir gerçek, toplantıya 148 milletvekili katılmamıştır. Hepsi CHP’lidir; Atatürk’ün ölümünün üzerinden henüz bir yıl, beş ay,yedi gün geçmiştir. Katılmayanlar arasındaCelal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü de vardır. Evet, “17 Nisan 1940, Türkiye’de çağımızın dünya koşullarına uygun bir eğitim anlayışının, yasa hükümleriyle saptandığı gündür. (sayfa 500)”

Birkaç ay içinde Akçadağ, Aksu, Gönen, Akpınar, Arifiye,  Beşikdüzü, Cılavuz, Düziçi, Gönen, Savaştepe, Pazarören köy enstitüleri açıldı. Kızılçullu, Çifteler, Trakya, Gölköy okulları köy enstitüsüne dönüştürüldü.(sayfa 204” Evet, hemen hepsinde de Tonguç’un ayak izleri vardır. Köy çocuklarının alın terleri, emekleri…Kitabı okurken bir sayfanın sol üst köşesine düşürüverdiğimşu dört dize,bu direngen emeğin esinidir ve kutsamasıdır:  “Sabır var ellerimizde sabır / Yüzyılların sabrı / Öğreneceğiz elbet / Dayanıp direnmeyi.“

Sonraki sekiz yılda, yalnızca yedi enstitü daha açılabildi,Hasanoğlan, İvriz, Pamukpınar, Pulur, Dicle, Ortaklar ve Ernis. Dahası köy okullarının yapımında da istenen o ivmeye de bir türlüulaşılamadı.

Tonguç, “Daha 1937’de test yöntemiyle öğrenci değerlendirilme önerisine tepki göstermiştim.(sayfa 209” derken, bir bakıma kendi ülküsünü simgeleyen köy enstitülerinde kitabi bilgiye, bilgi hokkasına düşünmüş insana değil, düşünen ve üreten insana ihtiyaç duyulduğunu vurgulamaktadır kuşkusuz. Evet, “Enstitüler bir kalıba sokulmamalı, sürekli gelişmeye açık olmalıydı.(sayfa 212)”

Hürrem Arman’la Tonguç arasında, Akçadağ yolunda geçen şu konuşmaya dikkatinizi çekmek isterim.“Hürrem’in ‘Hocam, köy enstitülerinin düzene ters düşen birçok yanları var. Bunları vurmaya çalışacaklardır. Bunun bir yolu size milletvekilliği önermektir.’ deyince, ‘Benim milletvekilliğimi kimse görmeyecek.Biz milletvekillerini tabandan çıkaracağız!’ diye kesin bir yanıt vermiştim. (sayfa 223)” Yola kaygılarla değil, kararlılıkla devam edilmiştir.

Hasanoğlan’ı, bir zorunluluk ortaya çıkarmıştır. II. Dünya Savaşı sınırlarımıza gelip dayanınca Kepirtepe’nin taşınması gereği ortaya çıkmıştır.Hasanoğlan Köy Köy Enstitüsü ile asıl amaçlanan da geleceğin  üniversitesini oluşturmak, 21. Yüzyılın insanını yetiştirmekti.

1941’de 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasası kabul edilir. Bu oturuma da 177 kişi katılmaz.  Karşıtların sayısı 29 kişi daha artmıştır. Bir milletvekilinin bu oturumdaki şu sözleri,idolojik yarılmanın, ayrışmanın en somut örneğidir: “Yahu Hakkı Bey, senin hiç işin yok mu, bu kadar hergeleyi okutursanız bize kim hizmet edecek? (sayfa 234)”

Köy Enstitülerinin geleceğini, biraz da II. Dünya Savaşı koşulları belirler. Karneli yaşam, ideolojik savrulma, hafiyeli siyaset, rotasız milliyetçilik… Karabekir, Saraçoğlu, Esendal’ın güç kazandığı CHP… Ne diyor Memduh Şevket Esendal, Tonguç’a, kendisiyle yurt gezilerine katılan İnönü’yü göstererek: “Ne gezdirip duruyorsun bunu köy köy. Yarın bizim söylediklerimize, raporlarımıza inanmayacak. (sayfa 240)”

Burada, İnönü’nün bu geziler sırasında söylediği bir iki tümceyi anımsayalım: “Enstitü sayısını altmışa çıkarmak gerekir. Buralarda bir kısım öğrenciler tarımcı olarak yetiştirilmelidir. Para sorunu diye bir şey ileri sürme. /  Bu kızları çok tutacağız. Bunlara ‘Cumhuriyet kızları’ gibi özel bir ad vererek onları kamuoyunda bir değer durumuna sokmaya çalışacağız. Sen hiç merek etme. Ben bunları fırsat düştükçe, sırasını getirerek kamuoyuna mal ederim. (sayfa 243)”Hazırlanan projeyi uygulamada, Hasan Âli Yücel de dahil, gösterilen çekingenlik üzerine, İnönü şunları da söyler: “İlerde çok pişman olacaksınız. Savaştan sonra bu işlerin hiçbirini bize yaptırmayacaklardır. En önemli olanağı kaçırıyorsunuz. (sayfa 245)” Demek ki cephe komutanı olmanın ön koşulu, cepheyi tanımaktır. İnönü, daha o günlerden yolun nereye çıkacağını görmekte, göstermektedir.

Nitekim savaş sona ermiş, “Irkçı-Turancı sağcılar Ortaasya’ya kadar uzanan hayaller kurup iktidarla takışan örgütlenmelere yönelirken, Anadolu’yla sınırlı bir milliyetçiliği savunan milliyetçi sağcılar, iktidarla ters düşmemeye özen göstererek CHP’ye sızmaya, orada söz sahibi olmaya çalışıyorlardı. (sayfa 252)”  Nasıl bir milliyetçilikse, dış olaylardan çabuk etkilenen bir iç politikadır bu! İlk seçimlerde de böyle bir CHP yapısı oluşur. Gün artık Reşat Şemsettin Sirer, Tahsin Banguoğlu, Emin Soysal, Halil Rıfat Kanadgibilerindir. Sözüm ona hepsi de eğitimcidir. Üstelik Soysal,Gazi’den öğrencisi, Kanadda  öğretmen arkadaşıdır.

İnönü’nün de katıldığı bir gezide, 1946’da Milli Eğitim Bakanı olacak olan Sirer’in şu sözleri, herhangi bir sömürgenin bakışından hiç de farklı değildir: “Bindiğim atın benden akıllı olmasını istemem ben. Biz yöneticilerin kapısına kazma kürekle dayanmalarını mı istiyorsun bu köylülerin? (sayfa 256)”

Sirer gibi düşünenler, kaygılanmakta haklıdırlar(!); çünkü bu çocukların okuduğu kitaplar şunlardır: “Altın Zincir, Ana, Sarı Esirler, Karamazov Kardeşler,Baraganın Dikenleri, Kuyucaklı Yusuf(sayfa 272)”… Bu kitaplar, emniyetin, Çifteler Köy Enstitüsü öğrencilerinden topladığı kitaplardan bazılarıdır. Köy Enstitüleri Çifteler de filizlenmişti, budamaya da oradan başladılar. Tonguç’un o günlerdeki biricik çabası, “Köy enstitülerini sertleşen sağ-sol çekişmesine kurban edilmekten… (sayfa 284)” korumaktır.

Ve kavga gecikmez. Tonguç’a “komünist” yaftası yapıştıranlar artık meclistedir. O Tonguç ki, CHP belirtkesinin (amblem), “Altı Ok”un çizeridir.  Nihal Atsız-Sabahattin Ali kavgasında suçlanan Hasan Âli Yücel’dir. Tam bu aşamada,Hasanoğlan’daSophokles’inOidipus’unu izleyen İnönü’nün yanındaki Yücel’e yönelttiği şu soru,işin nereye vardığının başka bir özetidir: “Yücel, bu çocuklar köylerde işe başlayınca bizi tutacaklar mı? (sayfa 289)”

7 Ağustos 1944’te İnönü, İlköğretim Dergisi’ndeki “İlköğretim Davamız” başlıklı yazısında, yapılan çalışmaların ve uyguların arkasındadır. Hedefin büyütülmesini savunmaktadır. Ama tartışma başlamıştır; “Ben başöğretmenim, dam aktarıcısı değil! (sayfa 302)” diyenlerin sesi çoğalmıştır. 

Bu günlerde Tonguç’un bütün uğraşı, Türkiye’yi bir baştan öbür uca dolaşıp köy okullarının yapımını denetlemek,sayılarının artmasını sağlamaya çalışmaktır. Bir de köy enstitülerinin nitelikli öğretmen gereksinimini karşılamak için, Hasanoğlan’a ilgisini yoğunlaştırmaktır. İşte bu nedenle “Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol; Enver Ziya Karal, Cavit Orhan Tütengil; Mahir Canova, Ulvi Uraz; Ruhi Su, Aydın Gün…”lerHasanoğlan’dadır.

Onca çabaya, bu nitelikli eğitime karşın, köy enstitülerinde, hatta Hasanoğlan’da bile, ırkçı-Turancı öğrenciler de görülmektedir artık. Örneğin Max Beer’in “Sosyalizm ve Sosyal Mücadelelerin Tarihi” adlı yapıtın incelenip değerlendirilmesi sırasında bir öğrenci bir kıs öğrenci salonu terk eder. Tonguç, olayın ardına düşer, sorup soruşturur, bir öğrencinin “Yılanın başı küçükken ezilmeli (sayfa 324)” çıkışına Tonguç’un yanıtı şudur: “Olmadı işte, senin bu yaptığını hiç okumamış ama kendisini bir şey bilirim sanan yobaz yapar. Oysa sen yüksekokul öğrencisisin...” Öğrencinin: “Biz böyle kitapları okumayız, bu kitap komünist kitabıdır.”  çıkışına bu kez “… ayak takımı değil, beyin takımı olamaya çalışmalarını, kitapları bile okumaktan kendilerini yasaklarlarsa devlete, ulusa, hatta insanlığa yararlı olamayacaklarını… (sayfa 325)” öğütler. Tonguç, bu gelişmelerden İnönü’yü de bilgilendirir. İnönü: “Ülkenin sorunlarını onlar tartışmayacak da kim tartışacak. (sayfa326)” der.  Ancak şu da somut bir olgudur ki, II. Dünya Savaşı bitmiş, ilköğretim savaşına karşı saldırılar yoğunlaşmıştır. Halkımızın “rahat mı batıyor” sorgulaması da tam böyle bir şey olsa gerek.

Köy enstitülerini tamamlayacak olan “toprak reformu”ydu. İnönü de “Toprak reformunu istemeyen parti, benim partim değildir. (sayfa 336)” dese de parti,fokur fokur kaynamaktadır. Nitekim Emin Sazak, Rauf İnan’a: “Bu itlere toprak vereceklermiş. Versinler bakalım verebilecekler mi? Ben onlara hayvan, çift çubuk, tohumluk vermedikten sonra topraklanıp da ne olacak?(sayfa 336)” diyordu.

İnönü’nün ısrarıyla 11 Haziran 1945’te “Çiftçiyi Topraklandırma Tasarısı” yasalaşır. Ama sular durulmaz. 7 Haziran’da “4’lü Takrir” verilir; 12 Haziran’da reddedilir. Ayrıca buna, 7 Haziran’da bir de Rusya’nın, Boğazlardaki ve Doğu’daki toprak istekleri eklenir. Ülkedeki sol düşmanlığı da tırmanışa geçer. Hatta bu düşmanlık Cumhuriyetin temel ilkelerine ve Atatürk’e kadar yönelir.

Aydın kıyımı da başlar.

Sabahattin Ali “Bugünkü Türk Köyü” başlıklı yazısı nedeniyle açığa, Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Niyazi Berkes bakanlık emrine alınır.

ahmet yıldız

Sovyetler karşısında yalnız kalan Türkiye, Batı’yı seçme tercihine zorlanır. Yeni “vaziyet ve manzara-i umumiye” bu olunca köy enstitülerini karalama kampanyasına hız verilir. Kelle istenmektedir. İnönü’nün Yücel ve Tonguç’a söylediği şu söz ilginçtir: “Bir kez kelle verecek olursak, sıra size de gelebilir. (sayfa 359)” Evet, der demesini de, ilk çiviyi de yerinden kendisi ırlatır, Çifteler Müdürü Rauf İnan için başka bir görev önerir. Başbakan Şükrü Saraçoğlu iseHasanoğlan’da öğrencilerin hangi kitapları okuduğunu sorup soruşturmaktadır habersizce.Yani iktidar, köy enstitüleri konusunda kuşkulu ve kaygılıdır artık.

DP,işteböyle bir ortamda kurulur.Hem de okul seferberliğine karşı çıkmama, dini siyasete alet etmeme sözü ve vaadiyle(!).

Tartışmalı 46 seçimleri yapılır;İnönü, cumhurbaşkanı seçilir. Ancak Fevzi Çakmak, İnönü’yü kutlamadan meclisi terk eder. DP milletvekilleri ise ayağa kalkmaz.

CHP, bu yeni koşullara özgü kendine yeni bir siyaset yolu çizer. Bu yeni siyasete, sonraları da defalarca tanık olacağız, sıkıştıkça “sağa yanaşma”.Unutmayalım ki, her zaman, “İnönü, politikada duygu değil hesap adamı (sayfa: 361)”dır. “İnönü için iç politika her şeydir. Onsuz yaşayamaz. Politikayı da satranç oynar gibi yapar. (sayfa 366)”  Artık “CHP’yi bu ilköğretim davası, okulculuk yıktı. (sayfa 367)” diyen Recep Peker Başbakan, “Senin en büyük suçun köy çocuklarına sıçmasını öğretmeden okumayı öğretmeye kalkmandır. (sayfa 367)” diyen Reşat Şemsettin Sirer Milli Eğitim Bakanı’dır.

Tonguç, bunlar olup biterken Ankara’dan uzak kalmayı yeğler. “Canlandırılacak Köy”den (1939) sonra “İlköğretim Kavramı” (1946)  adlı kitabını da yayınlar. Bu arada köy enstitülerini itibarsızlaştırma, yok etme faaliyetleri de hızlanır. Bakan, Tonguç’a Talim Terbiye Kurulu üyeliği önerir.  Direnince bir başka gün “Senin çoluk çocuğunla belini kıracağım! (sayfa 370)” diye tehdit eder. Çok gecikmez, 24 Eylül 1946’da İlköğretim Genel Müdürlüğü’nden alınır.Acı olan şudur ki, yerine gelen kişi, Hasanoğlan’dan Yunus Kâzım Köni’dir

Sıra okullardadır. İhbarlar ardı ardına gelir. Yirmi öğrencinin ihbarıyla Hasanoğlan’da soruşturma başlatılır. 19 öğrenci, 2 öğretmenin İhbar edildiği mektuba, bir de “komünist manifesto” teksiri eklenmiştir. İhbar edileneler arasında Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Bekir Semerci, İsa Öztürk, Veli Demiröz, Ali Dündar, Haşim Kanar da vardır. Yetmez,Kazım Karabekir, bir heyetleHasanoğlan’a kadar gelir, heyette Şemsettin Günaltay’da vardır. Karabekir,öğrencileri “Siz amale misiniz? Ne gereği var bu bahçenin? Yevmiyeleriniz ne kadar?” diye kışkırtır. Öğrencilerin Ziraat Marşı’nı okumalarına tepkisi sert olur. Gogol, Çehov okunması ise Şemsettin Günaltay’a göre affedilebilir bir şey değildir. Hamdullah Suphi Tanrıöver’e görede çare,“dindar kuşak” yetiştirmektedir.

Bütün köy enstitüsü müdürleri bir bir görevden alınır. Sıra öğretmenlere ve kitaplara gelir. Serbest okuma çalışmaları tehlikelidir. Kitaplıklarda kitap ayıklaması yapılır. Yüksek Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler de tehlikelidir. Onların yerini, eğitim enstitüsü mezunları alır. Eziyet başlamıştır bir kez, arkası gelir, 24 Yüksek Köy Enstitülü öğrenci çavuş çıkarılır. Başaran’ın Mehmetçik Mehmet’i, bu çavuş çıkarmanın romanıdır. Okullar, böyle düzeltilir ve millileştirilir(!).

Fevzi Çakmak’ın bir sözünden alevlenen ağız dalaşıyla (polemik), Hasan Âli Yücel-Kenan Öner davası başlar. 1947’lerde de “Komünizmi Telin” mitingleri…

27 Kasım 1947’de de Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatılır.

McCarthycilğin Türkiye’deki öncülüğünü ne yazık ki Atatürk’ün partisi CHP yapıyordu. (sayfa 415)”Marko Paşa’lar ardı ardına kapatılıp değişik adlarla çıkarılmaya çalışılırken, gün artık,“Sebilürreşat, Milli Selamet, Büyük Doğu…”lara kalmıştır. Bugün yaşadıklarımızın bir geçmişi vardır; 1970’lerin Milli Selamet Partisi’nin kökleri ta o günlere uzanır.

1946’dan sonra bir de “Vitrinciler” türerr. Onlar kim midir? Düne kadar Tonguç’la birlikte olup da şimdi yolda kendisini görür görmez vitrine bakmayı yeğleyenler. Aralarında Şevket Gedikoğlu, Halit Ağanoğlu gibi köy enstitüsü müdürleri bile vardır. 

10 Haziran 1948’den sonra Milli Eğitim Bakanı Tahsin Banguoğlu’dur. Sirer’in yıkımını tamamlayan da odur. Atay’ın “Cumhuriyetin beyzadeleri” dediği gençlerdendir. “CHP politikasını, laiklikten ödün vermeye (sayfa 423)” dayandıranlardandır. 1 Kasım 1948’de ilkokullara,” isteğe bağlı din dersi” konur. CHP’nin son başbakanı, Hasan Saka’dan sonra, bir dinler tarihi hocası olan Şemsettin Günaltay’dır.“imam hatip kursları” ile “ilahiyat fakültesi”nin açılışı da onun zamanındadır.

Asıl çelişki, “Yaşamımdaki en büyük iki eserimden biridir, yaşamımın sonuna kadar yakından izleyeceğim. (sayfa 486) diyen İnönü’nün gönlünün hâlâ köy enstitülerinde olmasıdır. İnönü, bir kez daha, ilk gördüğü köy enstitüsü Gölköy’dedir. Ona göre bu okullarda okuyan “…köylü çocuklarımız, büyük bir ulusal davanın vatansever, özverili yolcuları… (sayfa 432)”dır. 

Tonguç, bu karanlık günlerde “Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü” üzerinde çalışır, eğitimin sosyal devrimcisi Pestalozzi üzerine yoğunlaşır. Çünkü ona göre bir devrim ancak toplumsal devrimle tamamlanabilir.  Tonguç’la ilgili son soruşturma, eski öğrencisi, Kızılçullu müdürü Emin Soysal’ın mecliste yaptığı bir konuşma üzerine açılır. Konu, kitaptır, kitaptaki düşüncedir.  Fontamara ya da bir başkası… Suç, söz konusu kitabın, köy enstitülerinde bulunmasıdır. Tonguç, 26 Mart 1949’da artık Ankara Atatürk Lisesi’de resim-iş öğretmenidir.  Onu tek mutlu eden şey, köy enstitüsü mezunlarının kendi aralarında örgütlenmeleri, Ege, Akdeniz, Orta Anadolu, Marmara Köy Öğretmenleri Dernekleri gibi kuruluşlarda bir araya gelmeleri; “Gayret, Ege, Kırkgöz, Akdeniz, Zamantı, Orta Anadolu” gibi dergilerde eğitimden sanata seslerini duyurmalarıdır.“Talip Apaydın, Mehmet Başaran, Mahmut Makal, Fakir Baykurt” gibi kalemlerin gördüğü ilgiden de çok mutludur.Canlandırılacak Köy’deki: Köy, kendi kahramanlarını içinden yetiştirmek zorundadır. (sayfa 440)” savının gerçekleştiğini görmekten…

DP artık iktidardadır.  DP, işe “ezan”la başlar. Din derslerini zorunlu hale getirir. Onlara göre, laiklik züppelikten başka bir şey değildir.

Tonguç’u bakanlık emrine alır (8 Eylül 1950), köy enstitüsü müdürlerini ve öğretmenlerini oradan oraya sürer. 1950-51 öğretim yılında “karma eğitim”i kaldırır. Onlara göre, karma eğitim, “serbest cinsel ilişki” demektir. Her şey o denli abartılır ki, Hasanoğlan’ın planı, “orak-çekiç”e“Tohum Atan Adam”yontusu da Lenin’e benzetilir. İş, gaz döküp bakanlık klasiklerini yakmaya kadar varır.Ama “Risale-i Nur”, serbesttir ve her yerdedir.

Aralık 1953’teki 5. Eğitim Şurası’nda köy enstitüleri öğretmen okulları arasındaki program farklılığı ortadan kaldırılır.  Yetmez, 27 Ocak 1954’de çıkarılan 6234 yasaile de kapatılır.Ne hikmetse, kapatılır kapatılmaz, 20 gün sonra daTonguç, iki yıldır Danıştay’da süren davadan aklanır. Bu ülkedeki adil ve bağımsız yargı işte budur(!). 5 Mart 1954’te emekli olur.

Evet, Köy Enstitülerini kapatan, kuşkusuz DP’dir. Ancak şu da bir gerçektir ki, İnönü’ye karşın, onu itibarsızlaştıran, 1946’dan 1950’ye kadar onunla her gün uğraşan, ödünlerle seçim kazanma düşleri kuran CHP’dir. Bir de o günün “yetmez, ama evet”çileridir. Parçalanmış solun ve aydınların DP yardakçılığıdır.

O “yetmez ama evet”çiler hep olmuştur; kendini en çok yenileyip geliştiren de yardakçılıktır(!).NafiAtuf Kansu’nun şu saptaması epeyce somut ve can yakıcıdır: “Devrimcilik çok uzaklarda kaldı oğlum! Çok uzaklarda kaldı. Siz devrim kaldı mı sanıyorsunuz? Her apartmana karşı devrimden bir şeyler verdik..Bir apartmana bir devrimci yitirdik. (sayfa 382)” Tarihin önyargıyla işi yoktur.

Salt Kinyas Kartal, Emin Sazak, Adnan Menderes, Tevfik İleri’den söz edenler, artık bu gerçeğin de farkında olmalılardır.

Evet, bir kez daha anımsayalım, kimin kim olduğunuunutmayalım. Biziilgilendiren elbette yalnızca eğitimciler.

O’nu en çok uğraştıran, yoran ve kıranları anımsayalım önce:

Emin Saraç (Eskişehir’deki ilk müdürü), Emin Soysal (Gazi’den öğrencisi), Halil Rıfat Kanad (Gazi’den öğretmen arkadaşı), Halit Ziya Kalkancı (Talim Terbiye’den), Ferruh Sanır ve Yunus Kazım Köni (Hasanoğlan’dan), Reşat Şemsettin Sirer, ve Tahsin Banguoğlu(CHP’nin Milli Eğitim Bakanları)…

O’nun arkasında kale gibi duranları, köy enstitülerini köy enstitüsü yapanları, hiç unutmamamız gerekir: NafiAtuf Kansu (İstanbul Öğretmen Okulu’ndan öğretmeni); Fuat Gündüzalp veHıfzırrahman Raşit Öymen (İstanbul Öğretmen Okulu’ndan arkadaşları);Hasan Âli Yücel (Gazi’den müdürü-bakanı); Ferit Oğuz Bayır, Rauf İnan, Hürrem Arman, Süleyman Edip Balkır, Şerif Tekben, Sıtkı Akkay, Lütfi Dağlar, Enver Kartekin, Safa Güner, Ömer Uzgil, Nazif Evren, Şinasi Tamer, Hayri Çakaloz ve Fikret Madaralı… Kitabın son sayfaları da bu yiğit devrimcilere, çalışma arkadaşlarına ayrılmıştır.

Tonguç, emekliliğinde; ömrünün o kısacık altı yıllık döneminde,nemi yapmıştır?

Adı bu kitabın sonunda yer alan dostları ve ülküdaşlarıyla, köy enstitüsü mezunu öğrencileriyle, özellikle de yazmayı seçenlerle mektuplaşmış, söyleşmiştir.Daha çok da Mahmut Makal ve Fakir Baykurt’la…

Yazıp çizmiştir;kitaplarını biçimlendirmeye, ansiklopedilere katkıda bulunmaya çalışmıştır: “Sanat ve İş Eğitimi”, “Sanat Eğitimi Sözlüğü”, “Çocuk Bakımı ve Eğitimi Ansiklopedisi”, “Sağlık Eğitimi ansiklopedisi”…

Oğlu Engin’in eğitimi, evliliği ve işiyle ilgilenmiştir.

Avrupa’yı bir kez daha gezmiştir. Ancak hastalık da gelip çatmıştır; bağırsak tümörü tanısı konmuştur, sağaltım için tekrar Almanya’dadır.

Evet, DP 17 Mayıs İhtilali’yle tarih sahnesinden silinir. 27 Mayıs’tan önceki günlerde eşine dostuna söylediği şu tümceden hepimizin alacağı dersler vardır: “Bir insan önünde bir haksızlık çığırı açtı mı, eş zamanda bir mahvolma çığırı da açmış olur, bir süre sonra ilk yol ikincisiyle birleşir.(sayfa 431)”

Herkes gibi o da sonsuzluğa yolcu olur (24 Haziran 1960’ta). O, şimdi tarihin belleğinde, her gerçek eğitimcinin gönlünde.Oğluna yazdığı bir mektuptaki şu tek cümle, onun yaşamını ve köy enstitüsü eylemini özetleyecek en iyi tümcedir kuşkusuz: “Elimden gelse tüm dünya okullarının programlarına insanın insanı sömürmemesi adlı bir ders koyardım. (sayfa 506)” 


[1]Büyük oğul Efsanesi – Tonguç’un Romanı, Öner Yağcı, Bilgi Yayınevi, 2018

[2] “Düşünce ordusu, çaba ordusu, karar ordusuyuz biz /  Bilgisizliği, geceyi yıkar, bilime hizmet

ederiz…

[3]Ethem Nejat (1883-28 Ocak 1921), Mustafa Suphi ve arkadaşlarıyla Sürmene açıklarında katledilenlerden.

Tahsin Şimşek
Gerçekedebiyat.com

 

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM