Son Dakika



 

Hunharlığın, gaddarlığın bu kadar mükemmel yapılmış PR’ını (Public Relations, malumunuz) daha önce gören, bilen var mı?

 

Var. ‘Hür Dünya’ adına yapılmış olanı var örneğin. Gençlerin tarihe pek meraklı olmayanları anımsamazlar, Amerika Birleşik Devletleri bir dönem ‘Hür Dünya’ adına sağa-sola saldırıp durdu, bir sürü insan öldürdü, bunu ‘Hür Dünya’ için yaptı. Sonra devran değişti, aynı ülke bu kez ‘Terörle Savaş’ başlığı altında ‘gelişmekte olan’ diye adlandırılan ülkelerin garibanlarına saldırmaya başladı, söz konusu PR etkisinden yararlanarak. Yanlış anlaşılmasın, ABD dışındaki bazı ülkeler de bir yerlere saldırıp durdular, insanları katlettiler ama bunu ABD kadar yüksek bir PR becerisiyle gerçekleştiremedikleri için, andığımız derecelendirmede ilk sıraya oturamadılar.

 

Şimdilerde, nur topu gibi bir İslam Devleti’miz -IŞİD- var, aynı PR becerisini daha da gelişkin biçimde kullanan. Ne yapsalar, hatta ne yapmamış olsalar bile, gezegen kamuoyuna medya, sosyal paylaşım ağları, internet, cep telefonu ve kulaktan kulağa fısıldanan dehşet öyküleriyle mükemmel bir biçimde yansıyor. Anlı şanlı isimlerle anılan -ordu, milis, şu bu- askeri varlıklara, anında silah bıraktırıyor. Bunların yaklaştığı yerlerdeki köyler, kasabalar, şehirler hemen boşalıyor, ahalisi kendilerini can havliyle dağlara, yollara atıyorlar. Hunharlıklarından çok PR aracılığıyla yaydıkları dehşetten yararlanıyorlar. Dehşet öyküleri kulaktan kulağa fısıldanıyor ve bu çeteler nereye yaklaşırlarsa, oradaki insanlar canlarının derdiyle kaçışıp duruyorlar.

 

Aralarında üniversite mezunlarının bulunduğu söyleniyor. Eğitim görmüş olanlar örgütü yönetiyorlarmış. PR becerileri böyle açıklanmaya çalışılıyor. Başka örgütleri de zır cahiller yönetmiyor ki, onlar niye böylesi mükemmel bir PR çalışmasını gerçekleştirebilmeyi bir türlü akıllarından geçiremiyorlar dersiniz?

 

Daha önce de birkaç kez belirtmiştim, hayatta en çok hoşlandığım şey, aptal yerine koyulmak. Yanlış anlaşılmasın, öyle akıllı falan olduğum ya da kendimi öyle hissettiğim için değil, sadece, karşımdakinin beni ne kadar aptal sandığını test edebilmeme ve onun da ne kadar akıllı olduğunu anlamama olanak verdiği için. Tabii, sadece beni değil, tüm gezegen sakinlerini aptal yerine koyuyorlar ve bunu ne kadar çok yaparlarsa inandırıcılıklarının o kadar arttığının da farkındalar.

 

Bir de, diyorlar ki, Amerikalı gazetecinin kafasını keseni teşhis ettik, Britanya vatandaşı feşmekan. Yahu be adam, bu işi bu kadar iyi biliyorsan, adamları kimliklerine kadar teşhis edebiliyorsan, neden işlerin bu aşamaya kadar varmasına göz yummuş olduğunu da bir zahmet açıklayıver! Öyle ayrıntılar sunuyorlar ki Batı medyasında, hunharların soluk alışlarını dinlemiş ve dinlemekte olduklarını ister istemez düşünüyorsunuz. E o zaman da, neden bu gaddarlığa seyirci kaldıklarını anlayabilmek de, bize kalıyor!

 

Bilmem Katar veriyormuş bunlara para. Sanki Katar Kuzey Kore! (Bu arada, Kuzey Kore’nin de ABD başta olmak üzere Batı için ne kadar kapalı kutu olduğu da ayrıca tartışılır). Amerikalılar, Katar’da beşlik simit gibi yayılmış oturuyorlar. Bölgedeki en büyük askeri üsleri orada, Katar parasal transaksiyonlarını herhalde Katar’ın sahiplerinden daha iyi biliyorlardır. Buna rağmen, Katar’ın hunharları desteklemesine bir türlü son veremiyorlar! Utanıyorlardır bir ihtimal, Katar Emiri’ne böylesi bir imada bulunmaktan, ne de olsa zarif insanlar bir yerde! Öyle ya, adama gidecekler, o petrol kuyularının sahibine, kem küm edecekler, yani, siz, acaba bu çeteleri şey ediyor musunuz, finanse falan, diyecekler, O da bunları adamları aracılığıyla, kulaklarından tutup kapının önüne koyduruverecek, böyle ağır laflar söylenir mi şeklinde beyanlarda bulunarak.

 

Katar’ın sahibinin sarayından kovuldular ya ahlaksız sorular sordular diye, sıra bir başkasına geldi diyelim. O da, hunharları, kevgire dönmüş sınırlarından başka ülkelere göndermekle, sonra geri almakla, ihtiyaçlarını karşılamakla, onlara para ve silah vermekle suçlanıyor, örneğin. O, adım gibi biliyorum, böyle imalar yapanları tekme tokat kovar, Katar’ın sahibi gibi bile görece nazik davranmaz. ‘Kim uyduruyor lan bunları?’ der, sizin kilonuza para mı verdim lan ben?’ diye devam ederek önce tokatlar, sonra tekmeler, çok feci duruma düşürür kanımca.

 

Demek büyük devlet olmak, tek kutup haline gelmek, emperyalist -hatta  yeni sömürgeci- kapitalizmin kabesi olmak öyle her şeyi yaptırma imkanını vermez adama. Heyheylendirmeyeceksin bazılarını. Kuyruğunu kıstırıp oturturlar adamı. Bir şamar aşkederler, sesi ta Hindistan’dan Çin’den duyulur vesaire. Ekonomisi aşırı güçlü bir kere. Sonra toplum eğitim sisteminin herkes için en alt düzeye indirilmesini istiyor. Eğitimsiz bırakılmışlığından kaynaklanan aşağılık kompleksine tedavi yöntemi olarak ‘gazlama’ uygulanınca aşırı mutlu oluyor. ‘Siz şöylesiniz, böyle iyisiniz, sizden iyisi olmaz’ falan deyince, o kitle, zevkten perişan oluyor. Yerinde ve kaç kez gözlemlenmiştir tarafımdan. Aptalız diye gözümüzü kulağımızı iptal ettirmedik henüz.

 

Hunharların kadın ihtiyacı mı var, hemen toplarsın kadınları, günü birlik, hatta saatlik nikah mevzuatıyla, sana hangi mesleki sıfatı uygun bulacaklarmış hiç düşünmeden gönderiverirsin gereken yerlere. Delikanlı adamların tepesini fazla attırmaya gelmez, sonra yakınından geçerken sana -o ülkelerin sahiplerine- ters bakıverirler falan, tedbirli olmak lazım. Ama günde 80 tane -72 diyen var, 100 diyen var, 80 diyen var, arada bir rakam daha makul sanki- olmaz. Bir tane, hadi bilemedin iki. 80 tane, öbür tarafta, konuyu derinlemesine bilen ilim sahiplerine göre. Her erkek sakine günde 80 tane bakire ayarlayabilmek de ayrı bir kapsamlı süreç ve organizasyon işi, neyse bu bizim konumuzun ve bilgi alanımızın dışında  kalıyor ister istemez.

 

Ne diyorduk? Ha, aptallıktan girmiştik konulara, devam edelim. Aklım almıyor, görev değişikliklerinde bir saniye bile bir sıfat kayması olmadı, aptallık bu ya, dikkatimi çekti. Ne olurdu, bir saniyelik bir süre, dokunulmazlık kalksaydı? Bir savcı, emniyetçi hemen harekete geçip tutuklamalar mı yapacaktı? O kadar mı korkuluyor? Bu sorular da, ancak aptal birinin soracağı sorular olarak okunsun lütfen. Akıllılar böyle şeylere akıllarını yormazlar ayrıca da.

 

Akıllılar ne mi yaparlar? Boncuk ararlar. Bulamazlarsa da, bulmuş gibi yaparlar. ‘Aydın’lara gericilik denen herzeyi cilalamak görevi verilir ve ‘aydın’lar da bu göreve mal bulmuş Mağrıbi –Kuzey Afrikalıları tenzih ediyoruz politik doğruculuk gereği- gibi atlarlarsa, herkes aklını başına alır. ‘Akıllı ol’ur yani.

 

Geldik mi ‘yeni’ sıfatı ile başlayan ifadelere, buradan ilerleyelim. Her seçim dönemi bir ‘yeni’liktir gidiyor. ‘Yeni’ o, ‘yeni’ şu, ‘yeni’ bu. Hep yeni bir şeyler var. Aptal kafam bir türlü bu yenilikleri anlayamıyor. Orta Anadolu’da -çok mutaassıptır buraları, bilindiği üzere- içki, lüks oteller ve dağ başları hariç, her yerde yasak. En çok rakıyı da, hadi adını vermeyelim, Orta Anadolu’da bir ilimiz tüketiyor. Ne iş? Yeni olan, içki satılması sürekli yasaklandığı halde giderek daha çok rakı tüketilmesi mi? Yeni olan, özgürlüklerin giderek kısıtlanması mı? Sendikaların daha da sıkı kapatılması mı? Taksim Alanı’nın yaya trafiğine –istisna: birer birer hariç- yasaklanması mı? İmam Hatip liselerinin tüm orta öğretime yaygınlaştırılması mı? Para getirecek her metrekare toprağa olabildiğince çirkin AVM’ler kondurulması mı? Saltanatı geri getirmek mi?

 

Bunlar eskidi cancağızım. Artık yeni şeyler söyle. ‘Yeni’ değil, gerçekten yeni.

 

Söyledik ya!

 

Gezi Olayı’nda söyledik işte. Üstelik öyle bir söyledik ki, bir türlü sıfırlanamıyor, artıp duruyor. Sıfır deyince, doğada sıfır diye bir kavram bulunmadığını, sıfır’ın, matematiğin soyutlama araçlarından biri olduğunu da anımsatalım. Aptallık işte. Çıkıveriyor bir yerlerden, zırt deyiveriyor. Felsefi sıfır’dan söz etmeye çalışırsak da, sonsuzluk kavramıyla karşı karşıya kalmak işten değil. Ne yani, sıfır sorun, sonsuz sorun anlamına mı geldi şimdi? Epistemolojik mi oldu?

 

Dedim ya, aptallıkla baş edilemez.

 

Biz en iyisi, deneyimlerimizden hareket edelim, deneyimlerimizin teorisini yapalım, pratiğini geliştirelim. Ellerimize bakalım; her bir parmağın diğerine benzemediğine, parmaklar bir araya getirildiğinde, sıkıldığında ortaya çıkan yeni duruma dikkatlerimizi çekelim.

 

Selim Yalçıner

Gerçekedebiyat.com

selim.yalciner@gmail.com

ÖNCEKİ HABER

BENZER İÇERİKLER

YORUMLAR

Yorum Yaz

Kişisel bilgileriniz paylaşılmayacaktır. Yorumunuz onaylandıktan sonra adınız ve yorumunuz görüntülenecektir. (*)

REKLAM

ÜCRETSİZ ABONE OL

REKLAM